ABD’ye Afrika’yı dar eden yeniçeri
Aslen bir yeniçeri olan Trablusgarp Dayısı Yusuf Paşa, çiçeği burnunda ABD Başkanı John Adams’tan başkan olmasının şerefine cülus isteme cüretinde bulunur. ABD’liler bu talebi görmezden gelirler. O dönem için yaklaşık 10 bin dolarlık bu haraç hatırı sayılır bir para olsa da ABD’liler bu talebi ciddiye dahi almazlar. Adams’tan sonra Thomas Jefferson ABD Başkanı olunca Yeniçeri Dayısı Yusuf Paşa rakamı 225 bin dolara çıkartır ve bu para verilmezse ABD’ye savaş ilân edeceğini iletir. Yusuf Paşa dediğini de yapar. ABD’yi kendi toprakları dışında bir savaşa zorlayan ilk kişi bir Türk’tür ve bu savaş ABD tarihine “First Barbary War” (Birinci Berberî Savaşı) olarak geçer.
Dayılık Sistemi
Libya fethedildikten sonra burada hızlıca Garp Ocakları yönetimi kuruldu. İlk olarak Murad Ağa Beylerbeyi olarak atanmışsa da sonrasında bu görev Turgut Reis’e tevdi edilince Trablus-ı Garp’ta ciddi bir devlet teşkilatlanması başlamış oldu.
Turgut Reis’in ölümünden sonra bölgeye kara kuvveti olarak gelmiş yeniçeri askerleri darbe ile yönetimi ele geçirdi. Yönetimin başına geçirdikleri “Dayı” isimli devlet idarecisinin Osmanlı hükümetince onaylanmasını talep ettiler. Osmanlı idaresi de bu talepleri kabul ederek bölgede Dayılık Rejimi’nin başlamasını resmen onayladı.
- Osmanlı merkezi sisteminin üstünde bir konumda olmadığını bilen yeniçeriler ailede babadan sonra önemli kişilerden biri olan “Dayı” ünvanını kullanarak yeni bir yönetim modeli geliştirmişlerdi.
Yapılan askerî darbeler sonucu herhangi bir mevkideki yeniçeri askeri Dayı olarak Libya yönetiminin başına geçebiliyordu.
Zaman içerisinde meydana gelen önemli gelişme ise “Kuloğulları” hadisesidir. Yeniçerilerin evlenmesi yasak olmasına rağmen askerler Libya’da yerel halktan kadınlarla evlenerek büyük aileler kurdular. Yeniçeri olmalarından dolayı Türk kabul edilen bu aileler zamanla Libya yönetim aristokrasisinde önemli yerlere geldiler.
- Kuloğulları olarak bilinen ailelerin içinde Karamanoğlu ailesi ise Trablus-ı Garp vilayetinin yönetiminde uzun yıllar önemli bir etkiye sahip olmuştu.
Dayılık sistemi ile ülkede sık sık askerî darbe meydana gelmesi üzerine Osmanlı merkezî hükümeti bölgeye zaman zaman yeni bir vali gönderme teşebbüsünde bulunmuşsa da Kuloğulları ailelerinin politik gücü Osmanlı idarecilerinin bölgede etkili olmasının önüne geçmişti.
Osmanlı 17. yüzyıldan sonra Kuloğulları ile mücadele edebilmek için askerî müdahalelere başvurmuş ve onları kritik bölgelerden sürmek zorunda kalmıştı.
Süreç sancılı bir şekilde ilerlese de bölgede “Dayılık” sistemi oturmuş bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır.
ABD ve Türk savaşları
Çoğu kimse ABD’nin Türklerin yönetimindeki topraklara 1897 ve 1904’te olmak üzere iki kez saldırdığını bilir. Oysa bunun öncesi de vardı ve ilk saldıran ABD değildi.
1900’lü yılların hemen başında ABD Monreo Doktrinleri gereği Avrupa işlerine pek müdahil olmasa da -bilhassa- Osmanlı topraklarındaki hadiseleri yakından izliyordu.
1903 yıllında Osmanlı karasularına zırhlı gemi göndermesi ise Yıldız Sarayı’nı hayli rahatsız etmişti.
Konuyu yakinen takip eden Sultan İkinci Abdülhamid, yetkililere gereğini yapın talimatı gönderecekti:
“Yıldır Saray-ı Hümâyânu Baş Kitâbet Dâiresi
Aralık ayının ikinci günü Farsan (Kızıldeniz’de ada) sularına gelip demir atan Amerika bandıralı gambotu gözetim altında tutmak için yeterli vasıtalara sahip olmadığına dair Yemen valiliğinden alınan telgrafı takdim eden 27 Aralık 1903 tarihli hususi sadaret tezkereniz padişah tarafından görüldü. Malumunuz olduğu üzere Amerikalıların, kabul ettikleri Monroe doktrini gereğince Avrupa işlerine müdahale etmedikleri halde Osmanlı devletinin işlerine karışarak, böyle Osmanlı sularına gemi göndermek gibi muameleye yeltenmeleri caiz olmadığından ve devletin yürürlükte olan kanunlarına aykırı bulunduğundan hükümetçe bu tür şeylere mahal bırakmamak neticesini temin edecek tarzda gerekli teşebbüslerin yapılması padişah efendimizin emir ve iradeleri gereğidir.
Saray Başkatibi 28 Aralık 1903”
ABD, bu ısrarından vazgeçmeyecek ve bölgeye 3 zırhlı gemi daha göndererek Beyrut üzerinde hâkimiyet kurmayı deneyecekti. ABD, daha evvel de zırhlı gemilerini Akdeniz’e (bugünkü adıyla Ege kıyıları) göndererek misyoner okulları konusunda ciddi sıkıntılar çıkarmıştı.
Esasen ABD savaş gemileri sorunu ilk değildi. Daha önce “Bancroft” isimli gemi İzmir’e kadar gelip şehri vurmaya niyetlenmişti. ABD’liler esasen blöf yapıyor ve güçsüz bir devlet olduğunu düşündüğü Osmanlı’dan istediğini almaya çalışıyordu.
ABD’lilerin beklemediği şey ise Türklerin ani şekilde Bancroft’a ateş açması oldu. Türk topçularının ateş açması üzerine ABD gemisi geri çekilmek zorunda kalacaktı. Herhangi bir isabet olmaması, iki ülkenin arasında olası bir savaşın önüne geçti.
Beyrut’a gelen zırhlıların ise hemen dönmeye niyeti yoktu, çünkü şehirdeki ABD konsolosluğuna saldırı düzenlenmiş ve ABD vatandaşları hayatını kaybetmişti.
Aslında ABD zırhlıların Beyrut’a girme gerekçesi 1897 yılında Bancroft zırhlısının amacıyla aynıydı: Misyoner ABD okullarını kapitülasyonlardan yararlandırmak.
Bu gemiler 1903 yılında Osmanlı karasularına girip ancak 1904 yılında ayrılacaktı.
Sultan Abdülhamid, ABD ile doğrudan bir savaşa girmek istemedi; bu meseleyi farklı yollarla çözmeye karar verdi. ABD’lilerin zayıf karnı paraydı ve Abdülhamid’in bunu fark etmesi fazla uzun sürmeyecekti.
Bazı kaynakların iddiasına göre, gemilerin Osmanlı limanlarından ayrılması için ABD’li politikacı ve üst düzey askerlere yaklaşık yüz bin dolara yakın bir rüşvet verilecekti. Buna ek olarak misyoner okulları konusunda da bazı yumuşamalara gidilecekti.
ABD ve Türkler arasındaki mücadele ise 1801 yılına kadar gidiyordu ve ilk saldıran Türklerdi.
Birinci Berberî Savaşı
19. yüzyılın başında Cezayir, Fas, Tunus ve Libya’daki denizciler Akdeniz’i âdeta bir korsan gölüne çevirmiş ve Düvel-i Muazzama’dan korkunç haraçlar almaktaydılar.
- ABD’de Thomas Jefferson Başkan olunca Cezayir ve Fas ile anlaşarak Akdeniz’deki korsanlık faaliyetlerini dizginlemişti; ama çoğu Türk idareciler olan Libya’daki korsanlara bir dur demek adına ABD’yi 1801 yılında ilk kez küresel bir savaşa sokarak bölgede savaş ilân etti.
ABD’liler Libyalı korsanları hafife almışlardı. Karşılarındakini basit barbarlar olarak görüyorlardı; ama Libyalılar en büyük ABD gemisi olan Philadelphia’yı tüm mürettebatı ile ele geçirerek gözdağı vermişti. Savaş yaklaşık beş sene sürdü ve ABD ekonomisini âdeta tarumar etti.
Nihayet 1805’te savaş bittiğinde ABD’liler zafer kazandığını anlatagelmektedirler. Oysa Yusuf Paşa tahtını koruduğu gibi savaşın başında 10 bin dolar haraç istemiş; ama barış antlaşmasında 60 bin dolarlık bir rüşvet almıştı. ABD’liler bu parayı Yusuf Paşa’nın elindeki esirlere baktığı sürede harcadığı masraf olarak ödemişti.
Sonuç olarak, Yeniçeri Ocağı’ndan çıkan bir Dayı olan Yusuf Paşa, ABD ile tarihte Yeni Kıta dışında savaşan ilk kişi idi.
Üstelik bugün ABD’liler millî marşlarında dahi Libya zaferi dese de antlaşmaya ve savaşın sonuçlarına baktığımızda esasen ağır bir yenilgi aldıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.