Tarihi inşa eden ruh: Zihniyet atılımı ve mânevî güç
Medrese ve tekke, İslâm medeniyetinin, özellikle de medreseden beslenen Batı'da ise üniversite, Batı uygarlığının atılım yapmasını sağlayan zihniyet devrimlerinin kaynaklarıdır. Biz, yeniden tarihte bir varlık göstereceksek, tarihin yapılmasında belirleyici roller üstleneceksek, mânevî (entelektüel, kültürel, ahlâkî, estetik) güçten beslenecek ve maddî gücü besleyip harekete geçirecek köklü bir zihniyet devrimi gerçekleştirmek, bunun için de güçlü bir maarif sistemi geliştirmek zorundayız. Bunun başka yolu yok.
“Türkiye eksenine doğru” başlıklı geçen haftaki yazımda, Türkiye’nin bin yıllık dünya tarihinde nasıl sadece İslâm tarihini şekillendiren koruyucu bir aktör olmadığını, aynı zamanda dünya tarihine yön veren hem kurucu, hem de konumlandırıcı küresel bir eksen olduğunu çeşitli tezahürleriyle, çeşitli açılardan göstermeye çalışmıştım.
Türkiye’nin dün olduğu gibi yarın da tarihin akışını şekillendirecek bir eksen konumuna gelebilmesinin birincil şartı, maddî atılım değil, mânevî derinleşme ve zenginleşme yolculuğuna çıkabilmesidir.
Maddî güç, özelde bir toplumun, genelde bir medeniyetin bedenini oluşturur, mânevî güç ise ruhunu. Ruhunu koruyamayan bir toplum ve medeniyet hem varlığını koruyamaz hem dışardan gelecek teorik ve pratik saldırılara direnmesini sağlayacak direnç noktalarını canlı, diri tutamaz, hem de insanlığa bilim, düşünce, sanat, ahlâk, estetik ve siyasette insanlığın önünü açacak medeniyet atılımları sunamaz.
Tarih ruh atılımlarının eseridir
Tarih, ruh atılımlarının eseridir. Ruh atılımları da hayatın bütün alanlarında insanlığın önünü açacak büyük fikirleri geliştiren, büyük adımları gerçekleştiren bilge kişilerin, ruh adamlarının...
- Büyük sanatçılar, düşünürler, ilim, irfan ve hikmet adamları bu bilge kişilerin en bilinen örnekleri. Ama bu bilge kişilerin, ruh adamlarının zirvesini peygamberler (a.s.) oluşturur. Peygamberler, hayatın temel varoluşsal / ontolojik meselelerine köklü cevaplar sunan; dahası bununla yetinmeyen, aynı zamanda bu temel ilkeler ışığında, hayatın maddî yapılarının temellerini de atan öncülerin öncüleri olarak tarihe yön veren kişilerdir. İnsanlığın, maddî ve mânevî atılımların kaynağı peygamberlerdir. O yüzden insanlığın ilk muallimleri de onlardır.
Madde ve mânâ planındaki dengenin kurulması, insanca bir dünyanın inşasının birincil şartıdır. Kozmolojik tasavvur diyebiliriz buna. Kozmolojik tasavvur yok olduğunda, mânâ boyutu aşınmaya başladığında, maddî boyutun hâkim olması, bunun da hayatın her alanda kargaşanın hükümfermâ olmasıyla, gücün kutsanmasıyla, niceliğin hükümranlığıyla ve insanın; araçların, güç üreten makinaların kölesine dönüşmesiyle sonuçlanır.
Neticede ortaya manzara, dünyanın cehenneme dönüşmesidir, kaçınılmaz olarak.
Bu cehennemden veya bu cendereden tek çıkış yolu var insanlığın önünde: İnsanı maddî güçlerin, araçların, makinanın kölesi hâline getiren niceliğin/kemiyetin uygarlığı uygar barbarlıklarına son verecek, insanca bir dünyanın kurulmasına imkân tanıyacak, Allah, insan ve kâinat arasında bozulan ontolojik hiyerarşik dengenin insanı ilahlaştıran sapmasını nihayete erdirerek ontolojik dengeyi yeniden tesis edecek bir medeniyet mefkûresi ışığında zihniyet devrimi gerçekleştirecek uzun soluklu ve köklü adımlar atacak bir yolculuğa çıkmaktan geçer bu.
Bu yazıda bu zihniyet devrimini maddî güç ve mânevî güç kavramlaştırmaları ekseninde nasıl gerçekleştirebileceğimizi göstermeye çalışacağım.
Eğitimde, kültürde, medyada, gençlikte ve şehircilikte medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda devrim niteliğinde adımlar atmazsak geleceğimizi teminat altına alamayız. Yeniden Türkiye Ekseni inşa edebilmemizin olmazsa olmaz şartları bunlardır. Bu şartlar, aslında bir zihniyet atılımının dinamiklerini oluşturur.
Burada köklü bir zihniyet inkılâbından söz ediyorum aslında. Zihniyet devrimleri, maddî atılımlardan ziyade ruh atılımlarıdır. Önümüzdeki süreçte yoğunlaşmamız gereken asıl mesele, ülkemizin ve bölgemizin geleceğini yeniden bizim şekillendirecek bir konuma ulaşabilmemiz için üzerinde derinlemesine kafa yormamız gereken yakıcı mesele bu olmalıdır.
Kriz zamanlarında da, inşa zamanlarında da mânevî güç kilit rol oynar
Tarihte insanlığın önünü açan, köklü, kalıcı büyük atılımlar, maddî atılımlar değil, mânevî atılımlardır.
Mânevî atılım, derinlerde kök salar; bütün maddî atılımlara aşı yapar, ruh katar, derinliğiyle nisbî olarak da zamanı-mekânı aşar...
Burada unutulmaması gereken hayatî nokta şu: Bir medeniyet hamlesinin kaynağı da, medeniyetin zaman zaman yaşayabileceği büyük krizleri aşabilmesinin kaynağı da işte bu mânevî güç, mânevî kaynaktır.
Mânâ kelimesi ile mânevî kelimesi aynı köke aittir, aynı kökten gelir ve bizi de aynı köke yönlendirir.
Unutmayalım: Kök, gök-ekini bir meyvedir; gökten gelir, bizi yeniden göğe yönlendirir...
Mânevî güçten söz ederken, bir toplumun, dolayısıyla o toplumun ait olduğu medeniyetin bütün zihin, fikir ve sanat, ilim, irfan ve hikmet yolculuklarını ve dünyasını ihata eden, besleyen, yeşerten derûnî bir muhitten (bir tür habitustan) ve zihniyet haritasını işaret, ifade ve inşa eden çok katmanlı bir kaynaktan söz ediyorum.
Başka bir ifadeyle mânevî güç, atılım yapmasını mümkün kılan zihniyet ve maarif inkılâplarının hayata geçirilmesini sağlayan yegâne varoluş şartıdır.
Sözün özü, bir toplumun, dolayısıyla o toplumun mensup olduğu medeniyetin ruhudur, ruh atılımlarının kaynağıdır mânevî güç.
Öte yandan, özelde bir toplum, genelde bir medeniyet, kriz yaşadığı zamanlarda krizin anlaşılmasını, anlamlandırılmasını ve aşılmasını sağlayacak hayat bahşedici su, işte bu mânevî kaynaktan fışkırır yine.
Mânevî güçlerini yitiren toplumlar, maddî bakımdan ne kadar güçlenirlerse güçlensinler, son tahlilde, varlıklarını bile sürdürmekte zorlanırlar.
Bir toplumda maddî atılımlar, mânevî atılımların önüne geçerse, o toplum önce yanıltıcı, ayartıcı bir zafer sarhoşluğu yaşar, sonra yalpalar, maddî güç mânevî gücü ıskalar, yok sayar ve yutar...
Mânevî güç: enfüs'ten âfâk'a çok katmanlı keşif ve inşa yolculuğu...
Fussilet Sûresi 53. Âyette, Rabbimiz, bizden, Allah'ın âyetlerini okuyabilmemiz için enfüste (iç'e doğru) ve âfâkta (dışa doğru) yolculuk yapmamızı ister.
Enfüs, dikey eksendir; âfâk, yatay eksen.
- Mânevî güç, bir medeniyetin yaratıcı ruhunu, dolayısıyla dikey eksenini oluşturur. Maddî güçse, kurucu iradesini, dolayısıyla yatay eksenini.
Maddî gücün sunacağı kurucu iradenin kaynağı da mânevî güçtür.
Maddî gücünüz ne kadar büyük olursa olsun eğer sözünü ettiğim derinlikte bir mânevî gücünüz yoksa maddî güç en güçlü olduğu, zirve noktasına ulaştığı zamanda, bir medeniyet, bir kriz anında, içerden çöker paldır küldür...
Maddî gücü var eden dinamikler, aynı zamanda her şeyi yerle bir ederek yok eden dinamitlere dönüşür.
Bu kaçınılmazdır. Maddî güç, azmanlaştırır ve adeta bir Frankenstein gibi kendisini var eden gücü vurur, ilk kriz ânında.
Mânevî gücü yetersiz bir medeniyet, ruhsuzdur ve azmanlaşarak yok olmaktan kurtulamaz.
Maddî gücü yetersiz bir medeniyetse kalıpsızdır ve bir türlü kurucu iradeye kavuşamaz, yalpalar, kolay kolay ayağa kalkamaz, toparlanamaz ve büyük hamle yapamaz.
Bir medeniyetin med ve cezir hâlleri...
Bir medeniyet, mânevî güçle maddî gücün med-cezirinden doğar.
Mânevî güç, bir medeniyetin med hâlidir; maddî güçse cezir hâli.
Bir medeniyet mânevî güçle gelir (med hâli) yeşerir. Maddî güçle ise boy verir (cezir hâli).
Bütün medeniyet atılımları, önce zihinde başlar, zihni ve zihniyet dünyasını inşa eder. Hayat bulur. Gelişir. Kökleşir.
Sonra hayat olur ve kök salar, sonra da hayat sunmaya ve dal-budak salmaya başlar.
Maarif sistemi: zihniyet devriminin anahtarı
İşte mânevî gücün hayat bulmasını, kökleşmesini; maddî gücün mânevî güçten aldığı ışıkla kök salmasını sağlayan zihniyet devrimi, derûnî mânevî güçten, mânevî kaynaktan beslenen maarif sisteminin inşasıyla imkân dâhiline girer.
Maarif sistemi, ilim, irfan ve hikmet yolculuklarının güzergâhlarını belirler, yapıtaşlarını döşer.
Maarif, eğitimden çok daha kapsamlı ve derinlikli bir bilme (ilim), bulma (irfan) ve olma (olma) yolculuğudur. Hücurat Sûresinde dillerin, ırkların, âlemlerin birer âyet olarak zikredilmesi, bu âyetlerin (işaretlerin) okunmasının “li-teârefû” sırrına bağlı olduğunun hatırlatılması önemli.
Marifet, maarif ve irfan mefhumlarıyla aynı kökten (a-re-fe kökünden) gelen bu mefhum, tanıma, idrak etme, nüfûz etme, tanış olma, tanıdığı şeyle bütünleşme anlamlarına gelir. Maarif, sadece kuru bir bilgilenme / bilgilendirme çabası değildir. Kişinin kendini bilmesi, kendini bulması ve kendi olması çabasıdır. Tarihi yapan insanlar, bilge insanlar, bu üç süreci gerçekleştiren ve bunlara ilâve olarak kendini aşma ve başka dünyalara, ötelerin ötesine ulaşma yolculuklarını yapan ayrıksı, sıra dışı insanlardır. Sıra dışı ama sınır dışı olmayan, kabına sığmaz öncü kişiler.
Bütün büyük medeniyet atılımları zihniyet atılımlarıdır. Bütün zihniyet atılımlarının anahtarı da bu çok yönlü bilme, bulma ve olma yolculuklarını mümkün kılan maarif sistemidir.
Greklerde de, Çin, Hint medeniyetlerinde de, modern Batı uygarlığı tecrübesinde de, İslâm medeniyetinin yaptığı atılımların gerisinde de hep ilim, düşünce, sanat, siyaset, iktisat ve ahlâk yolculuklarını mümkün kılan zihniyet devrimlerine imkân tanıyan maarif atılımlarıdır.
- Medrese ve tekke, İslâm medeniyetinin, özellikle de medreseden beslenen Batı'da ise üniversite, Batı uygarlığının atılım yapmasını sağlayan zihniyet devrimlerinin kaynaklarıdır.
Biz, yeniden tarihte bir varlık göstereceksek, tarihin yapılmasında belirleyici roller üstleneceksek, mânevî (entelektüel, kültürel, ahlâkî, estetik) güçten beslenecek ve maddî gücü besleyip harekete geçirecek köklü bir zihniyet devrimi gerçekleştirmek, bunun için de güçlü bir maarif sistemi geliştirmek zorundayız. Bunun başka yolu yok.
Bizim mânevî gücümüzün ve kaynağımızın meyvesi medrese ve tekkenin özünü özümseyerek, Batı'daki üniversiteden de beslenerek kendi maarif sistemimizi inşa edemediğimiz sürece, attığımız maddî atılımların toplumun sekülerleşme / dünyevîleşme katsayısını artırarak, ruhsuzlaştırarak sonuçta bizi vuracağını asla unutmayalım, asla!
O yüzden ‘zihniyet devrimi olmadan asla’ diyorum.
Zihniyet devriminin gerçekleşmesi için de düşünce, sanat, siyaset, ahlâk, estetik, medya gibi bütün alanlardaki faaliyetleri besleyecek maarif devrimi (yani bilme, bulma ve olma yolculukları) olmadan da asla diyorum.
Eğitimde, kültürde, medyada, gençlikte ve şehircilikte medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda devrim niteliğinde adımlar atmazsak geleceğimizi teminat altına alamayız. Yeniden Türkiye Ekseni inşa edebilmemizin olmazsa olmaz şartları bunlardır. Bu şartlar, aslında bir zihniyet atılımının dinamiklerini oluşturur.
Marifet, maarif ve irfan mefhumlarıyla aynı kökten (a-re-fe kökünden) gelen bu mefhum, tanıma, idrak etme, nüfûz etme, tanış olma, tanıdığı şeyle bütünleşme anlamlarına gelir. Maarif, sadece kuru bir bilgilenme / bilgilendirme çabası değildir. Kişinin kendini bilmesi, kendini bulması ve kendi olması çabasıdır. Tarihi yapan insanlar, bilge insanlar, bu üç süreci gerçekleştiren ve bunlara ilâve olarak kendini aşma ve başka dünyalara, ötelerin ötesine ulaşma yolculuklarını yapan ayrıksı, sıra dışı insanlardır. Sıra dışı ama sınır dışı olmayan, kabına sığmaz öncü kişiler.