Sen hür biz köle
Bâtında olmasa da zâhirde Hakkın değil heykellerin, adâletin değil kanunların, dirilerin değil ölülerin hâkim olduğu bir dünya düzeninde kimse hür olamazdı. Necip Fazıl merhum “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” diyerek özetlemişti ahvalimizi. Bizse Ayasofya’nın köle, kendimizin özgür olduğumuzu zannederdik hep. Bu yüzden Ayasofya için hürriyet istedik durduk.
Aslında esir edilen Ayasofya değil bizdik. Bizi tek tek köle pazarında satmasalar da topyekûn satmışlardı büyük efendilerine. İsyan kimin haddineydi?
Hakikatin farkında olamadığımız gibi olanlara da ‘deli’ dedik. Çürük ipliğe dizilen hülyâlarda aranan hürriyet değil esaretti ve bu esaretten nasipdâr olmayan kalmamıştı.
Hürriyeti; istediğinde yiyip içebilme, alıp satabilme, gezip tozma, servet edinme, diploma sahibi olma zannettik. Oysa Allah (c.c.) için bedel ödemeye hazır olmayan herkes, hâlinin farkında olmayan modern kölelerdi. Ve gerçek hürriyet; şeytanları bağlayıp, Hakk’ı hâkim kılmaktı.
Ayasofya-i Şerif mahzundu mahzun olmasına amma biz gibi köle değildi. Hürriyeti, bedelsiz satın alınan bir emtia, ecdadın din, diyanet, hürriyet ve toprak mücadelesini ise kuru bir cihangirlik davası sandık.
Bu milletin has evlatları, Ayasofya’nın secde ve rükûa hasret kaldığı her gün için ciğerlerine kan çektiler. Zira orası sadece Hz Muhammed Mustafa (a.s.v.)’ın mescid yapılması için hedef gösterdiği ve fethin nişanesi bir mâbed değildi. Ayrıca bu hedef, sadece Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi değil, aksine bu toprakların fethedilerek İslam’ın batıya taşınması arzusuydu. Yani İslam’ın Kızılelma’sı olup, Batı cephesi bununla da sınırlı değildi.
- Ve bu Kızılelma, Moiz Kohen’in yetiştirmesi, Türk bile olmadığı halde Türkçülük/Turancılık yapan Ziya Gökalp gibilerin ileri sürdüğü mânâ ile de uzaktan yakından ilişkili değildi. Bizim Kızılelmamız, ne toprak fethi, ne kiliseleri cami yapma, ne de servet elde etmedir! Sadece Îlâyı Kelimetullah’tır.
Bundandır ki, Ayasofya İstanbul’un fethinin olduğu kadar hürriyetin de nişânesi! Ayasofya bu topraklarda bizim varlığımızın, Hilafet ise birliğimizin alâmet-i fârikasıydı. Bunlar aynı zamanda İslam ümmetinin izzetinin de kilometre taşları. Birini elimizden aldı, diğerini de müze yaptılar.
Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Kudüs-ü Şerif ve Dersaadet’in ortak tevhidi ve hürriyetini sağlamadan, kindar ve merhametsiz Batı karşısında hiçbir meselemizi halledemeyeceğimizi bilmek zorundayız.
Bizans hayalleri kuranlar İstanbul’da elini kolunu sallayarak, bir de özel sektör ve hatta kamunun sponsorluğunda “Bizans Kongresi” düzenleyebiliyorlarsa, düştüğümüz yeri ve düşüreni tanımıyoruz demektir.
2021’de İstanbul’da 24. Uluslararası Bizans Çalışmaları Kongresi’ni yapacak olan Bizans kalıntılarının tek arzusu, ‘Ayasofya kilise olamıyorsa müze kalsın’dır. Müslüman Türkiye’ye düşense, Ayasofya’da onlara rükû ve secde edildiğini göstermektir. Bu rükû ve secde, onların sükûtu hayali olup, ümitlerinin tarumar olması mânâsına gelir.
Unutulmamalıdır ki, Ayasofya müze kaldığı müddetçe, savaş şartları sürüyor ve biz de esirizdir. Biz esirsek, herkes köle. Biz köleysek, İslam’ın sancaktarı zincirdedir. Sancaktarı esir olanın ise bayrağı yere düşmüştür.
Danıştay ve Hükümet, International Association of Byzantine Studie çatısı altında toplanan hayalperestleri değil, İslam’ın bayraktarı bu aziz milleti sevindirmeli! Aksi durumda bunlar 2021 veya yakın gelecekte bize İstanbul’u dar ederler.
Ayasofya yeniden cami olarak ibadete açılmalıdır ki, içte ve dıştaki Bizans sevdalılarının hayalleri bin yıl daha ötelensin yahut kıyamete dek sönsün!
Ayasofya’yı açan, Fatih Sultan Hazretlerinin vakıf bedduasını bu şehrin ve ülkenin üstünden kaldırır, bu milleti yeniden hür kılar ve fethin sancağını yerine diker.
Bu millet Ayasofya’yı kapatanı da açanı da asla unutmaz! Ramazan Bayramını evde mahzun geçirdik. Ayasofya açılsın ki, Kurbanımız çifte bayram olsun! Vesselam!