Rüyalarımızı bize mahsus anlayabilmek
Rüyalarımız ruhumuzun fısıltıları. Bilmediğimiz bir lisandaki büyüleyici bir neşide. Gramerini bilmediğimiz, kelimelerini sökemediğimiz ama gene de malzemelerinden bir kısmını şöyle-böyle tanıdığımız bir lisandaki bu şiirin meramını bütünüyle anlayamasak da gene hayli manâlar devşirebiliriz ondan. Tevil eder, tefsir eder; künhüne vâkıf olabilmeye gayret ederiz. İlmi nesep gibi rüya tabiri ilmi de pek mühim bir sahaydı eskiden. Bir rüyayı hayırlı ama aynı zamanda da isabetli tabir edebilmek az marifet mi
Rüyalarımız birer pencere. Kimileri için varlığa açılan bir pencere, kimilerimiz içinse yokluğa. Rüyalarımızın sayesinde çocukluğumuza, gençliğimize, yaşlılığımıza sarkarız ve ötesine.
Hâlimize veya istikbalimize açılan bu pencereden bazen bizi bir kelebek kadar kanatlandıran bir umut girer içeriye, bazen de trola yakalanmış yavru bir balık gibi bizi çâresizleştiren bir umutsuzluk. Olanca endişelerimiz, beklentilerimiz, korkularımız, kinlerimiz, hasetlerimiz, hasretlerimiz, bambaşka bir âleme açılan o pencerenin kendine mahsus tülünün arkasından farklı kılıklara bürünüp tezahür ediverirler; beklenmedik bir tanrı misafiri gibi. Bazen bir türlü çıkaramadığımız eski bir ahbabın esvapları içerisinde, bazen de bir türlü mânâlandıramadığımız şekillerin, renklerin, kokuların ve tahassüslerin kılığında.
Ancak çocuklar rüyalarında uçar. Nefs henüz akılla harmanlanmadığı için bir çocuk, rüyalarda peydahladığı kanatlarını çırpa çırpa Everest’in en yüksek tepesine çıkabilir, dilerse oradan hiçbir insanın hayalinin ulaşamadığı yıldızların arasında uçsuz-bucaksız kâinatı seyreder. Büyüdükçe tabiatı icabı akıl kanatlarımızı bağlar. Daha dünyevi şeyler, kendilerine mahsus edalara bürünerek rüyalarımızda tecelli etmeye başlar.
Rüya bir lütuftur
İnsana muhteşem zihni ve hissi hazlar bahşeden bir lütuf rüya. Bazıları içinse âdeta eza. Ama zaten hangi kadri bilinmemiş lütuf, kısa bir vakit sonra bir nevi cezaya dönüşmüyor ki! Lütuf da takdire bağlı. Hayır, sadece kâbusları kastetmiyorum, bizzat rüyanın kendisi birçok kişi için küçültücü, aşağılık bir şey; tıpkı his gibi. Gayriinsânî bir zavallılık. Zihnin inşa ettiği âlemde her şey yerli yerinde ve ahenkli iken o ne idüğü belirsiz zalim rüyalar, bütün o nazmı tarumar etmeye yeltenmede. O yüzden rüyaperver bir zihin dünyasından, rüyadan hazzetmeyen bir anlayışa sürüklendiğimizin adını koyamıyoruz bile.
- Kimileri de hiç rüya görmez. Kasıla kasıla övündükleri bu zaferleri onlar için sıhhat alâmeti. Her gün bedenlerini nasıl her türlü mikroptan, virüsten, bakteriden ve bilumum arazdan muhafaza edebilmişlerse her gece ruhlarını da öylesi bir muvaffakiyetle limana ulaştırabilmenin muzafferiyetiyle uyanır ve o zaferin gururunu hiç kaybetmeden gece tekrar yatağa dönerler.
Hâlbuki artık bilmekteyiz ki, rüya görmemek muhal. Evet, insan rüya görmeden edemeyen bir varlık. O kasıntıların ruh ve zihin sıhhati zannettikleri rüyasızlık ise bir nefs hilesinden ibaret. Eğer insan bir şekilde etrafında olup-bitenlere kayıtsızlaşabiliyorsa, en yakınındakilerin bile hislerine şöyle ucundan bir diğerkâmlık gösteremiyorsa ve daha mühimi, mazisinde yaşadığı nice ıstırabı geçen zaman zarfında hazmetmektense yok saymayı tercih etmişse o kişi artık rüya görmez. Daha doğrusu rüya görme lütfu artık o insandan çekilip alınır. Rüya görmeye, âlemi menamda (uykuda) muvakkaten çocukluğuna dönse de gördüğü rüyaları hatırlayamaz yani. Demek ki rüya, henüz insan olamamışsa dahi hâlâ insan olma ihtimali taşıyanlara mahsus.
Rüya bir nevi gaflette görülebilen bir şey iken bütün varlığını gaflet çukuruna terkeden kişi rüya hakkını kaybeder.
Rüyada herkes sanatkâr
Rüya görürken herkese sanatkâr makamı bahşedilir. Rüyanın ardından insan, bir süreliğine çıktığı o kürsüden alaşağı edilir. Ama o kimileyin küçücük bir ân, kimileyinse asra bedel görülen bir rüya zamanı içerisinde insan, en yaratıcı sanatkârı gıpta ettirecek hülyalara dalabilir; keşfedebilir ve farkedebilir.
Bütün bu zikrettiklerimizin yanında rüyanın açıldığı asıl pencere, bu dünyadan çok, ötedünya. Rüya, madde âlemini aşan bir mânâ âleminin varolduğunu hatırlatan ve insanı o âleme hazırlayan bir talim; bir his ve zihin idmanı. Rüya gördükçe hem ölümlülüğümüzü farkederiz, hem de ölümlülüğümüz içerisindeki ölümsüzlüğümüzü.
Ölümlüyüz çünkü gün içerisinde neleri arzulamışsak onları aynen veya remz hüviyetinde rüyalarda temin ederiz veya ruhumuzun asıl vatanına bir hasret şiiri düzeriz; seslerden, şekillerden, kokulardan ve tatlardan bir şiir: Öbür âlem vardır ve bu âlemden daha hakikidir. Çünkü içinde bulunduğumuz bu âlem muvakkat iken gelecekteki ebedi. Ve buradaki kâbusumuz ya orada hayalimizi aşan bir ecirle mükâfatlandırılacak yahut buradakinden binbeterleşecek. Buradaki tatlı hayatımız için de benzeri vaziyet cari: Ya rüyasını gördüğümüzden çok daha harika bir bahçede ebediyen yaşayacağız veya en korkunç kâbusumuza dahi giremeyecek bir cehenneme uyanacağız.
- Rüyalarımız, hâlimiz ve bu dünya içerisindeki, hususen de yakın dönemlerdeki yaşantılarımızdan izler ve kıymetler barındırabildiği kadar, hatta bunlardan çok mazimiz ve istikbalimizle irtibatlı. Evet, şimdi ve buradayız ama daha evvelden, rüyalardakine benzer bambaşka bir âlemdeydik ve gene buradakine hiç benzemeyen farklı bir âleme geçeceğiz. Burası ara bir durak sadece. Ama sonramızı tayin eden bir hususiyette.
Rüyalarımız ruhumuzun fısıltıları. Bilmediğimiz bir lisandaki büyüleyici bir neşide. Gramerini bilmediğimiz, kelimelerini sökemediğimiz ama gene de malzemelerinden bir kısmını şöyle-böyle tanıdığımız bir lisandaki bu şiirin meramını bütünüyle anlayamasak da gene hayli manâlar devşirebiliriz ondan. Tevil eder, tefsir eder; künhüne vâkıf olabilmeye gayret ederiz. İlmi nesep gibi rüya tabiri ilmi de pek mühim bir sahaydı eskiden. Bir rüyayı hayırlı ama aynı zamanda da isabetli tabir edebilmek az marifet mi?
Başkasının zihniyle rüyaya yatmak
Her ne kadar rüyalarımızı elândan hareketle mânâlandırmaya gayret etsek de aslında rüyalar, âlemi ervah ile âlemi berzaha açılan birer pencere dedik. Bir insan olarak mahiyetimizi hissetmemizi ve vazifemizi idrak etmemizi ihtar eden remzler resmigeçidi. Ne ki şu hususun hâlen daha gafiliyiz: Aydınımıza sorarsanız klâsik insanla modern insan arasındaki fark, bir cep telefonunun eskisiyle yeni modelinin arasındaki fark gibi bir şey.
Hâlbuki milliyeti, dini, idiyeti, şahsiyeti ve hatta içtimai sınıfı ne olursa olsun modernite ile birlikte insan, büyük bir inkılâba maruz bırakıldı; inkıraz habercisi bir inkılâptı bu elbette. Modernin mucidi zihin atmosferi, başkalaştırdığı yeni insanın rüyasını anlayabilecek ve anlamlandırabilecek hayli takdire şayan adım atmışken biz böyle bir ihtiyaç hissetmiyoruz bile. Yahut mecburiyet.
Bütün dünya insanlarının zihni, Greko-Lâtin plâstisitesinin muhayyilesinin imal ettiği suretlerin, tasvirlerin, tasavvurların ve remzlerin işgali altına girdiğinden beri biz de rüya görmeye devam ediyor ama artık rüyalarımızı isabetlice mânâlandıramıyoruz. Hâlbuki modern insanın his ve zihin dünyasının mahsulü rüyayı klâsik insanı yansıtan rüya tabiri anlayışıyla isabetli bir şekilde tevil kâbil mi?
Pelür kâğıdı kaviliğinde olsun bir muhafazadan bile mahrum bir acziyet içerisinde, olanca cepheleriyle modernitenin amansız ve merhametsiz saldırılarına maruz kalmış Müslüman hassasiyetinin ve zihniyetinin üreteceği yepyeni bir rüya tabirnamesine, ekmek kadar ve su kadar muhtaç olduğumuzu ne vakit farkedeceğiz?
Heyhat, bu büyük mesuliyetin gafleti içerisinde biz en sığ gerçeklerin peşinde koşturmayı marifet belliyoruz. Hâlbuki isabetli bir rüya tabiri, bizi sadece isabetli bir mazi ve ati idrakine götürmez, bunun yanında musîbetli bir hayattan da muhafaza edebilir.
Her iki cihanda da.