Niçin intihar ederiz?

HASANALİ YILDIRIM
Abone Ol

Perşembe sabahı gazetelere yansıyan haber: Darıca’da yaşayan 18 yaşında bir genç intihar etti. Bir kargo firmasında çalışan genç, ilkin sosyal mecradan uyuşturucu veya ilâç etkisinde bulunmadığını belirten bir not paylaştı ve ardından da kayalıklardan atlayarak intihar etti. Sormak mecburiyetindeyiz: İş-güç sahibi, herhangi bir ‘gönül meselesi’ olmayan, postmodern modaya uyup bunalıma falan da girmeye tenezzül etmeyen gencecik bir insan, içki yahut uyuşturucu etkisinde değilken, yani adeta durup-dururken niçin intihar eder?

Cumhuriyet Dönemi Türk insanının hakkını vererek üzerinde hiç düşünmediği meselelerden biri hayat.

Hayır, hemencecik burun kıvırmayınız lütfen. Azıcık tefekküre gayretleniniz; bırakalım fikri veya felsefi manâda hayat üzerine düşünmeyi yahut bu mevzuda düşünülenleri mütalâa etmeyi, kaçımız kendi hayatımız üzerine düşünebilmekteyiz? “Kendi hayatımız üzerine hiçbir çıkarımda bulunmuyoruz. İçinde yaşadığımız toplumun veya kendimizi içinde bulduğumuz çevrenin çeperlerine hapisiz. Onlar belirliyor; biz yaşıyoruz.” filân gibi beylik görüşlere hiçbir vakit itibar etmedim. Kasdım bu değil.

  • Demek istediğim, içinde yaşadığımız hayatı, içinde yaşamaya devam ederken aynı ânda bir mesele hâline dönüştürmek ve gerektiğinde de korkmadan, sakınmadan, yılmadan sonuna kadar sorgulayabilmek imkânına ne kadar sahibiz?

Bu imkânı bize yasalar vermez; biz şahsen kendi içimizde ilkin bu ihtiyacı hissederiz; ardından da bu ihtiyacın tatminine belki vakit ayırırız. Aramızdan bazıları da kendi hususi hayatından hareketle umumi manâda hayata, oradan da mücerret manâda hayatın mahiyetine geçebilir; kimbilir.

“Kendi hayatımız üzerine hiçbir çıkarımda bulunmuyoruz. İçinde yaşadığımız toplumun veya kendimizi içinde bulduğumuz çevrenin çeperlerine hapisiz.

Ama biz bu meseleler üzerinde tefekkür etmektense çok daha sığ sulardaki dalgalarla boğuşmaya devam ediyoruz. 100 yıldır içinde yüzdüğümüz sular, yolların kenarlarındaki çukurcuklarda birikmiş yağmur sularıyken biz habire kulaç sallıyoruz.

Ölümün Manâsı Niçin Mühim?

Hayat üzerine düşünmeyi beceremeyen bir kültür coğrafyası ölüm üzerine nasıl düşünebilsin! “Ecel gelince ‘ölcez’ işte.”den öteye nasıl geçebilsin! Hâlbuki hem ferdi, hem de hususen içtimai manâda ölüme yüklediğimiz manâ ve değerden hareketle şahsi ve içtimai hayat kabulümüzü inşa ederiz. Ölüme yüklediğimiz değer bize hayata yüklenecek manâya dair temel ipuçlarını verir. Biz de o temelin üzerine hayatımızı bina ederiz.

  • Hayat, kendine bir değer aramak demek. Bulmak değil, aramak. Hatta belirli inançlara mensupsanız o değere bu dünyada değil, öbüründe kavuşacağınızı da hedefleyebilirsiniz. Veya öbürlerinde. Öte yandan gırtlağımıza kadar içine gömüldüğümüzü inkâr etmeyi sürdürdüğümüz modernite bize bir tek maddi değer sunmakta. Bütün o manevi değerleri hayasızca maddeleştirerek!

Biz de başkalarına nispetle bunca manevi değerle mücehhezken, ne diye manen tatmin olamamanın üzüntüsünü bastıracak bahaneler üretmeye ve güya kuşandığımız maneviyatımız üzerinden kendimizi yüceltmeye devam ederek yaşar dururuz.

Gönül Meselesi, Şehvet Meselesi

Ne ki Darıcalı genç bu modern kandırmacayı sürdüremedi.

Böyle vak’alarda hemencecik ‘gönül meselesi’ tabirini kullanırız. Ne büyük yanılgı! Çünkü gönül meselesi insanı asla intihara sürüklemez; tersine adam eder. İnsanı intihara sürükleyen gönül meselesi değil, şehvet meselesi...

İyi de ülkemizde insanları intihara sürükleyen asıl meseleyi gönül hanesinden çıkarıp şehvet hanesine eklemekle şehveti tahfif mi ettim? Asla ve kat’a! Ve hatta ben meselenin ehemmiyetini daha bir vurgulama kasdındayım. Demek istediğim gönül, her ne kuvvet ve kudret barındırırsa barındırsın, insanı intihara sürükleyebilmezken, yolundan sapan ve içine hapsettiği kişiyi de yolundan saptıran şehvet, zatında pekâlâ intihara götürebilecek bilkuvve bir kudret barındırır. O yüzden de asla hafife alınmamalı; hakkettiği ehemmiyete kavuşturulmalı.

Müntehir gencimizin derdi bu değil belli ki.

İsminden anladığımız kadarıyla orta hâlli ve büyük bir ihtimâlle de dini yaşantısından dışlamamış bir aileye mensup gencimiz, ifade ettiği gibi sahiden depresyonda değilse, işi-gücü de varsa, yani açta ve açıkta değilse, ortada kız-mız meselesine dair bir şeyler de yoksa durum hakikaten vahim. Çünkü bu gence ne ailesi, ne aldığı eğitimi, ne çevresi, ne devleti... Kısaca hiçkimse herhangi bir kimlik, kişilik, dava, hedef, gaye verememiş demek ki. Biteviye sormak mecburiyetindeyiz: Filânca kızı elde etmek, falanca kadar zengin olmak, feşmekânca makama gelmek gibi hedefler aslen sefil ve insanı sefilleştirici gayeler iken biz bu gencimizi bu sefil hedeften bile nasıl mahrum bıraktık acaba? Öyle ya, bazen ne sefil tutamaklar dahi insanı hayata bağlayabiliyorken...

  • Bu sorunun muhatabı ne bu müntehir gencin ailesi, ne akrabayı taâllûkatı, ne de eğitim hayatı boyunca dersine girdiği öğretmenler, ne de yalnızca resmi zevat.

Bir insan bir ömür ya başkalarıyla birlikte paylaşacağı veya bir tek kendisinin sahip olacağı değerlere kavuşmak ister. Her cins pahaya denk gelebilir bu değerler. Mühim olan bu değerlerin o kişiyi tatmin edebilmesi. Ve bu değerler, modern zamanlarda insanın içinde bulunduğu toplumun önde gelenleri tarafından tayin edilmekte: Siyasetçileri, entelektüelleri, ilim adamları, sanatçıları ve hususen de düşünürleri.

Baktığınızda ortalıkta böyle düşünürler görebiliyor musunuz?

Yaşanmaya Değer Hayat Arayışı

Çevremizden duyarız, haberlerde işitiriz; okuruz: Falanca borcunu ödeyemediği için, filânca o kıza kavuşamadığı için intihar etti diye. Veya benzeri zorluklara maruz kaldığı için...

İnsan kendi derinliklerinde veya içinde yaşadığı toplumda yaşamayı sürdürecek belli-başlı kıymetler bulamadığında yahut bir vakitler bulduğu kıymetler gözünde değersizleştiğinde intihara yenik düşer.

Öte yandan bilmekteyiz ki insan aşamayacağını zannettiği zorluklar karşısına çıktığı için intihar etmez. Bu ve benzeri durumlarda sıklıkla intiharı düşünse ve hatta intiharı bir nevi ruh ikizi hâline getirse bile insan, her türlü dünyevi maniayı aşacak bir kudrette yaratıldığının deruni bilgisine sahip bulunduğu için, bir ömür intiharla flört etse dahi kendisini onun kollarına bırakmayı tercih etmez.

Peki insan niçin intihar eder? İnsan kendi derinliklerinde veya içinde yaşadığı toplumda yaşamayı sürdürecek belli-başlı kıymetler bulamadığında yahut bir vakitler bulduğu kıymetler gözünde değersizleştiğinde intihara yenik düşer.

İntihar insanı ancak değer mahrumiyetindeyken kuşatabilir.

Dilerseniz müntehir gencimizin sosyal mecrada bıraktığı intihar notundaki ilk cümlesi üzerinde düşünelim: “Kendi özümü, yeteneğimi öğrenemedim.”

  • Ne dehşetengiz bir çığlık bu! Ruhunuzun en ışık sızmamış mahzenlerindeki yankısını duyabiliyor musunuz bu çığlığın?: Kendi özümü öğrenemedim.

Ve canımızı acıtırcasına soralım: Biz öğrendik mi peki? Bizi bu hayata hakkıyla bağlayacak, oradan da vakti-saati geldiğinde öteki hayata taşıyacak özümüzü öğrenebildik mi?

Emin misiniz?

İçinde yaşadığı toplumun kendisine vadettiği ve bütün yaşıtlarının ‘fit olduğu’ iş, ev, araba gibi değerlerin boşluğunu sezen ve bu yüzden alnından öpülesi gencimiz, ne yazık ki kendisini tatmin edecek yeni değerler aramaya cesaret edemedi. Ona bu arayışı için ihtiyaç hissettiği bilgiyi de, özgüveni de, gayeyi de veremeyen bizler hâlâ modernitenin lûtfettiği kof değerler için ömür tüketmeye devam edeceğiz.