‘Kahraman sizin, Genel Başkanlık benim olsun’

SEVDA DURSUN
Abone Ol

Bir tarafta HDP/PKK’yı canı gönülden kucaklayan ve kerhen de olsa İyi Parti ve Saadet’e şirin görünme pozları veren Kaftancıoğlu, diğer tarafta İstanbul’la yetinmeyeceğini arkasındaki olağanüstü küresel güçten aldığı destekle çoktan deşifre eden İmamoğlu... Üstelik nispeten millî bir unsur olan, fakat hikâyesini yazacak bir Necati olmadığı için ‘hikâyesiz de bir yere kadar’ ilerleyebilen Muharrem İnce detayından henüz kurtulmuşken… Ayşe Arman’ın İmamoğlu’na sorduğu soruyu Kılıçdaroğlu’na yöneltecek olursak; “Nasıl delirmiyorsun peki?”

“Emin olun, Allah inandırsın, devleti yönetmek CHP’yi yönetmekten çok daha kolaydır” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu anlayabilmek için elimizdeki tüm imkanları seferber ettik. Ve sonunda gördük ki, gerçekten devleti yönetmek CHP’yi yönetmenin yanında bebek oyuncağı. Bu sebepten dolayı CHP’nin derdi hiçbir zaman devleti yönetmek olmadı. Her zaman zora talip oldukları için, CHP’ye genel başkan olmak her şeyden önemliydi.

Kurultaylar partisi CHP için 864. sayımızda yazdığımız, “İktidar sizin, genel başkanlık bizim olsun” başlıklı yazımız, CHP için ‘seçimler bahane, genel başkanlık şahane’ tezini doğrular nitelikte.

“Herkes yasal görevini yaptığı sürece dünyanın en kolay işlerinden birisi devleti yönetmektir” diye de devam etmiş konuşmasına Kılıçdaroğlu. Tam tersinden okuyacak olursak, demek ki CHP’deki herkes ‘yasal’ görevini yapmıyor ki dünyanın en zor işi CHP’yi yönetmek. Mantıklı. Kimin ne yaptığı belli değil çünkü. Eskilere ek Canan’ı var, Ekrem’i var bir de rol çalmaya çalışan Necati’si çıktı şimdilerde... “Kahramanın Yolculuğu” isimli bir kitap yazmış ki evlere şenlik. Sanırsın ki kahraman kendisi. Yakında CHP genel başkanlığına adaylığını koyarsa kimse şaşırmayacak. Ama tabi partideki rahatsızlığın sebebi küçük hesaplar peşinde koşan Necati Özkan değil de, onun kurguladığı “Efsanenin Kahramanı Ekrem İmamoğlu.”

İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinde Ekrem İmamoğlu'nun kampanya direktörlüğünü yapan Necati Özkan,

BAŞARININ SİHİRSİZ FORMÜLÜ

Bu hikâyeyi Necati Özkan’ın kurguladığına inanmak, çatıdaki kargaları güldürmeye yetti. Kargalar bir yandan güle dursun, Necati’nin kitabına göz atalım biz. “Başarımızın sihirsiz formülü adayımızı kahramanlaştırmaktı” şeklindeki tarifiyle hikâyeyi baştan sona kurgulayıp hayata geçirdiğini yazmış Necati. Canan Kaftancıoğlu’nun itirazı tam da buraya geldi, ama eksik geldi.

Kaftancıoğlu şöyle demişti: “Kahramanın hikâyesini yazıyorum’ diyerek kahramandan daha çok kendilerini kahramanlaştırmaya çalışan profesyoneller bilsinler ki; yalan, yanlış ve eksik verilerle genel merkez iradesinin, CHP örgütlerinin ve İstanbul ittifakının emeğine hiç kimse saygısızlık edemeyecektir!”

Kaftancıoğlu, Twitter hesabından paylatığı mesajda “Kahramanın hikayesini yazıyorum diyerek kahramandan daha çok kendilerini kahramanlaştırmaya çalışan profesyoneller bilsinler ki; yalan, yanlış ve eksik verilerle Genel merkez iradesinin, CHP örgütlerinin ve İstanbul ittifakının emeğine hiç kimse saygısızlık edemeyecektir!” ifadelerine yer vermişti.

Eksik olan ve satır arası gizlenen ise şuydu: “Kahramanın hikâyesini yazıyorsun ama o kahramanın küresel boyuttaki kurgulayıcılarını, bu kurguya sadık kalmak için CHP örgütünün attığı taklaları, geçmişte Kürtlere karşı işlediğimiz haltlara rağmen HDP/PKK’nın desteğini görmezden gelerek yalan, yanlış ve eksik verilerle kraldan çok kralcı olmaya çalışmışsın bebeğim.”

Kaftancıoğlu’na hak vermemek ne mümkün. Necati Özkan’ın, sanki seçimleri kazanmalarını sağlayan HDP değilmiş gibi kitabında bir veya iki yerde HDP seçmenine yer vermesini kim hazmedebilir ki?

Yalan yanlış ve hakikaten eksik verilerle cilalanmış bir kitabın sayfalarında dolaşırken, Kılıçdaroğlu’nun kıymetini anlamadan edemiyor insan.

TESADÜFLERE ASLA YER YOK

Bir kere kahraman sahici değil, öylesine özenti bir Erdoğan taklidi var ki, Erdoğan gibi bir kahramandan sonra böylesine yapaylık taşıyan bir figürün benzer taktiklerle yola çıkması baştan sakattı ama roller iyi çalışılmış, hikâye sağlam kurgulanmıştı Allah için. Bu hikâyede Necati’nin ara sıra ‘tamamen doğal şekilde gelişti’ dediği tesadüflere asla yer yoktu.

‘Musakka-antrikot’ diyoloğunun kurgu olduğu çalışanların beyanıyla ortaya çıkmışken hâlâ “buna bile kurgu dediler yeaah” demesi, valiye ‘itlik yapmıştır’ dediği net videolar yayınlandığı hâlde “basitlik kelimesi itlik olarak değiştirildi” şeklinde ısrarı, en pespayesi ise Binali Yıldırım’la yapılan canlı yayın öncesi The Marmara Oteli’nin üst katlarında bir odada buluşmaları hakkında “İsmail Küçükkaya’nın bizlerle buluşarak programın formatı hakkında bilgi vermesini bir komplo kampanyasına çevirdiler ühüüü” minvalinden ağlaşmasıydı.

Daha sonra Clio showlarla tamamlayacakları “israf” kelimesinin sanki titiz bir araştırma sonucu değil de, seçimin yenilenmesi kararının alındığı 6 Mayıs gecesi, ‘kahraman’ın ceketini havalı bir şekilde bir kenara atıp, kravatını çıkartması, gömleğinin kollarını yavaş yavaş yukarı sıyırması nasıl irticalen olduysa (ki bu kısımlar kitapta ‘Beden diliyle kendisine karşı oynanan organize kötülüklerden korkmadığını göstermesi Ekrem beyi efsaneleştirecekti’ yazıyor), israf kelimesi de tam orada, bir anda, hiç de hazır olmadıkları bir şekilde ağzından çıkıvermişti işte.

Zaten “her şey güzel olacak” sloganını da sokaktan geçen bir çocuk bulmuştu ama ne hikmetse Ekrem İmamoğlu’nun 15 Temmuz tweetinde spoiler verilmişti.

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanının Londra’ya gitmesi değil de ‘yatıştırma’ görevini kendisine kim vermişti, orası muamma. Nasıl yatıştırdığının şifreleri Ayşe Arman’ın röportajında gizli. “Saklayacak, sakınacak değiliz! Ben bir Cumhuriyet erkeğiyim… Eşim de bir Cumhuriyet kadını…”

KURGUYLA GELEN KURGUYLA GİDER

‘Proje Ekrem’ diyenlere de bir cevabı var; Türkiye Cumhuriyetinin, Atatürk Cumhuriyetinin bir projesiymiş zâtî âlileri. Türkiye Cumhuriyetinin projesi seçim kazandığı şehrine hizmet etmek yerine her fırsatta tatil beldelerinde ‘ki tatil ona çok yakışıyor, o ayrı mevzu’ yatlarda, katlarda gizemli toplantılar içinde olması “bu nasıl bir proje aga” dedirtmez mi insana?

En azından seçmenlerine dedirtmez. Hiçbir iş yapmayacaklarını belgeler nitelikte düzenledikleri ‘temel atmama töreni’ne bile “en zeki başkan bizim başkan” demişlikleri var. Tam da o sırada ağaçlar alkışa durmuşken...

Ah Kılıçdaroğlu, hangi biriyle uğraşacaksın, sen de haklısın. Hangi yollardan geçildiğini gayet iyi bilirsin. O makama gelebilmek için kaset komploları kurgulanırken her şey şahaneydi, şimdi birileri bir yerlerde benzer komplolarla başına çoraplar örerken ‘çok zor’ diye hayıflanmak yakıştı mı? Ağlamak yok, ‘kurguyla gelen kurguyla gider’ derler. Demeseler de bundan sonra desinler.

Gelelim İmamoğlu’nun ‘endişeli yatırımcıyı yatıştırma görevi’yle gittiği Londra seyahatine...

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanının Londra’ya gitmesi değil de ‘yatıştırma’ görevini kendisine kim vermişti, orası muamma. Nasıl yatıştırdığının şifreleri Ayşe Arman’ın röportajında gizli. “Saklayacak, sakınacak değiliz! Ben bir Cumhuriyet erkeğiyim… Eşim de bir Cumhuriyet kadını…”

Tamam, lol. Yatırımcı gayet sakin, birkaç güne yatırım cennetine çevirirler İstanbul’u, affedersiniz Türkiye’yi. Yoksa...

Türkiye karşıtı raporlarıyla bilinen karanlık adamların evi Chatham House, en son 2010 yılında Abdullah Gül’e ödül verirken, onun Sevrci geçmişini haberleştirenler şimdi suskun. Küçük bir detay olsa da atlamadan geçmeyelim.

ÖYLE GÜZEL BİR DETAY Kİ

Sevr’in mimarı Chatham House (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) bu iş için biçilmiş kaftandı. Oradan icazet almadan kahramanın yolculuğu başlamış bile sayılmaz. Türkiye karşıtı raporlarıyla bilinen karanlık adamların evi Chatham House, en son 2010 yılında Abdullah Gül’e ödül verirken, onun Sevrci geçmişini haberleştirenler şimdi suskun. Küçük bir detay olsa da atlamadan geçmeyelim.

Abdullah Gül’ün fotoğrafının Chatham House Başkan Yardımcısı Sir Simon Fraser ve ekibiyle bir araya geldiği ana ilişkin fotoğraf karesine sıkıştırılmış olmasını Necati Özkan olsa şöyle tarif ederdi: “Öyle güzel bir detay yer almış ki fotoğrafta, kurgulamak istesen böylesini kurgulayamazdın. O yüzden hiç dokunmadık, öylece paylaştık.”

CHP'nin İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Osmanlı'nın parçalanmasına ve coğrafyamızın kan gölüne dönmesine neden olan Sevr ve Sykes Picot'un antlaşmasının mimarı olarak bilinen Chatham House'a (İngiliz Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) gitmişti...

Chatham House’un 2015 yılındaki raporundan birkaç örnek verecek olursak konunun ehemmiyeti anlaşılmış olur:

- Sınırların çizilmesi ve bölgenin Kürt bölgesi olarak tanınması, kritik eşik.

- PKK yönetimi Batı ile benzer görüşlere sahip.

- Türkiye Cumhuriyeti isteneni yapmak zorunda. Yapmazsa uluslararası hukuk devreye girer.

- Erdoğan’la AKP ayrılmalı. AKP ile uyumlu bir çalışma yürütülebilir.

- HDP’nin konumu güçlenmeli. HDP desteklenmeli ve barajı aşmalı.

Bir tarafta HDP/PKK’yı canı gönülden kucaklayan ve kerhen de olsa İyi Parti ve Saadet’e şirin görünme pozları veren Kaftancıoğlu, diğer tarafta İstanbul’la yetinmeyeceğini arkasındaki olağanüstü küresel güçten aldığı destekle çoktan deşifre eden İmamoğlu... Üstelik nispeten millî bir unsur olan, fakat hikâyesini yazacak bir Necati olmadığı için ‘hikâyesiz de bir yere kadar’ ilerleyebilen Muharrem İnce detayından henüz kurtulmuşken…

Sen de haklısın be Kılıçdaroğlu, kimin ne yaptığı belli olmayan bu CHP’yi yönetmek, hakikaten devleti yönetmekten zor. Ayşe Arman’ın İmamoğlu’na sorduğu soruyu Kılıçdaroğlu’na yöneltecek olursak; “Nasıl delirmiyorsun peki?”

Sözlerimizi Necati Özkan’ın kitabından iktibasla bitirelim: “Asıl ve en önemli zorluk, başta kararlaştırılan hikâyenin içerisinde kalmayı başarabilmektir.”

Şimdi Kılıçdaroğlu “Kahraman sizin, genel başkanlık benim olsun” demekte haksız mı?