İran ne “Asker” ne de “Bilim Adamı” Fahrizade’den hayır gördü
Türkiye basını ve siyasileri Fahrizade’yi “bilim adamı” gibi isimlerle anmayı tercih etseler de, çoğu devrim muhafızı gibi İran-Irak savaşında bizzat bulunarak askeri kariyerine başlamış olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Üst düzey bir devrim muhafızı olarak kariyerine atom bombası yapmak için devam ettiği de bir gerçek. Yine de Fahrizade’nin Süleymani kadar görünür bir şekilde İslam Dünyasında can yakmaması İran’ın işine yaramış görünüyor.
27 Kasım Cuma günü yine İran'la ilgili yaşanan bir son dakika gelişmesi gündeme damgasını vurdu. Başkent Tahran’ın yakınlarında Muhsin Fahrizade Mahabadi isimli bir üst düzey komutanı suikast sonucu öldürüldü. İran ilk dakikalardan itibaren İsrail’i suçladı. Netanyahu’nun birkaç yıl önce bir sunum esnasında Fahrizade’yi anarak “Bu ismi unutmayın” sözleri ihalenin tamamen Tel Aviv üstüne kalacağına sebep oldu. Suçlamalara sessiz kalan İsrailliler aslında İran’a karşı savaşı uzun zamandan beri başlatmış ve sürdürüyorlardı. Biden döneminde kısa bir zaman içinde Trump öncesine dönmenin umudunu besleyen Tahran yediği darbeyle korktuğunun başına geldiğini gördü.
Trump’ın İsrail ve Körfez ülkelerini son derece rahatsız eden nükleer meselesinde yaptığı her şey, aslında İran'daki müzakere karşıtı radikallerin de işine geliyordu. Bir yandan yaşanan kaos ortamında Ruhani’nin başarısızlığını yüzüne vuran muhafazakarlar, diğer yandan Haziran’da gerçekleşmesi planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik yeni hamle yapmayı hedefliyor gözüküyordu.
Ambargolar yüzünden zor durumda olan İran’ın Biden’den mütevellit ılımlı rüzgarı kaçırmak gibi bir lüksü yok. Bu yüzden radikallerin attığı her adımın kritik sonuçlar doğuracağı da göz ardı edilemeyecek bir konudur. İran, son yıllarda Ortadoğu politikalarına damga vuran Kasım Süleymani’ye yapılan suikast ile ilgili onca intikam söylemine rağmen pratikte bir hamle yapamadı. Şimdi her anlamda daha da kötü durumda bulunan İran, Fahrizade suikastıyla ilgili intikam sözünü dahi ağzına alamıyor. Bu, her şeyden önce ciddi bir prestij kaybıdır; ne ılımlıları ne de muhafazakarları tatmin eder.
Dışarıya kısılan sesleri içeride gür çıktı
Biden’in Beyaz Saraya girmesini herkesten çok İran istiyordu desek pek yersiz sayılmaz. Zira Trump’ın büyük umutlarla imzalanan Nükleer Anlaşmasından tek taraflı çıkması adeta İran’ın kabusu olmuştu. Bu dönemde tarihinin en ağır ambargolarını tecrübe eden İran ciddi anlamda beka sorunu yaşıyordu. Ancak Nükleer Anlaşmadan iki grup başından beri rahatsızdı ve haliyle Trump’ın yaptığı kendisi açısından bir başarı oldu. İsrail başta olmakla birlikte İran’ı birinci tehdit olarak gören Körfez ülkeleri de bu karardan memnuniyet duydu.
Dışarısı kadar ülke içinde de Nükleer Enerji anlaşmasından rahatsız olanlar vardı. Ahmedinejad dönemiyle daha da görünür olan radikaller, varılan mutabakatı bir istismar ve yıllarca elde edilen tüm kazanımların kaybı olarak görmüşlerdi. Biden ile varılacak muhtemel anlaşmanın Obama döneminde yapılandan daha kötü olacağı endişesi taşıyorlar. Ancak şu gerçek var ki, İran’da dış politika ve özellikle de sözü geçen anlaşmada atılan adımlar bizzat Ali Hamaney’in onayı ile mümkün olmuştur. Başka türlü olabilmesi mümkün değil zaten. Peki, o zaman Hamaney’e yakınlığıyla bilinen ve yaptıkları hamlelerin hemen hepsini Devrim Lideri makamı gölgesinde yapan radikallerin ABD ile normalleşme sürecini İsrail ile aynı safta yer alarak baltalamalarını nasıl okumalıyız?
Her ne kadar Ahmedinejad sonrası ılımlı olarak sunulsa da Ulusal Güvenlik Yüksek Şurası kökenli Hasan Ruhani’nin bu bağlamda söyledikleri son derece düşündürücü. İran’da ambargoların artması gayri resmi ticaretin ve bir anlamda gölgedeki devletin güçlenmesi ve doğal olarak yolsuzluklara fırsat doğacağı anlama geliyor. Yolsuzluğun iliğine kemiğine işlediği İran’da, bu sürecin devamı “Ambargo Tüccarları”na fırsat doğuruyor. Devrim Muhafızları Ordusunun siyasetten iktisada kadar sistemin en ve belki de tek güvendiği yapı olarak görüldüğü zaman elbette ambargo tüccarları da bu yapının bizzat içerisinde bulunuyor.
Ahmedinejad’ın ikinci yılında Hamaney’den uzaklaşmasının ardından ihlal ettiği kırmızı çizgilere bakıldığı zaman yine Devrim Muhafızları Ordusu var. Zamanında en çok alanı bizzat kendisi açmış olsa da Ahmedinejad da Devrim Muhafızları Ordusu mensuplarını “Kaçakçı Kardeşler” tabiriyle anmıştı. Daha önce suikast gibi dışarıdan bir müdahale yaşandığı zaman ülkedeki tüm kesimler arasında göstermelik de olsa bir kenetlenme olurdu. Ancak Muhsin Fahrizade olayında ilk günden itibaren taraflar arasında ciddi bir çekişme meydana geldi. İntikam alma konumunda olmayan ve sözünün tesirini de Kasım Süleymani olayından sonra iyice yitiren İran, bunun hıncını adeta içeride birbirinden alıyor gibiydi. Ancak bu sefer geçmişten farklı olarak ilk defa net bir şekilde Devrim Muhafızları Ordusunun beceriksizliği yüzüne vurulmuş oldu.
İran’ın tezini çürüten o tartışmanın önüne geçemediler
Muhsin Fahrizade’nin suikastından sonra ilk defa İran’da hep kırmızı çizgi sayılan Devrim Muhafızları Ordusunun güvenlik zafiyeti konuşulmaya başlandı. Bugüne dek İran ülkedeki bütün sıkıntıları “Ama güvenliğimiz var” açıklamasıyla yatıştırıyordu. Tahran, başta Suriye olmakla birlikte ülke dışındaki askeri varlığını, savunmayı bir adım önde kurduğu teziyle savunuyordu. Hamaney’in de sıkça dile getirdiği
“Şam’da savaşmazsak, Tahran’da savaşmak zorunda kalırız” tezi geçerliydi.
Bu politikalar İran’a ve daha doğrusu İran halkına refah olarak geri dönmedikçe sorgulanmaya ve itiraza sebep oluyordu. Ancak ülke güvenliği her zaman müessis nizamının koyu savunucuları ve muhafazakarların eleştirenlere karşı tutunduğu tek daldı. İşte Fahrizade olayıyla birlikte bu dal da çatırdamaya başladı. Eski savunma bakanı ve Hamaney’in askeri danışmanı, aynı zamanda gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de aday adayı olan Hüseyin Dehkan, açık bir şekilde Fahrizade suikastında güvenlik sistemi içine yapılan sızma olayından bahsetti. Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani’nin “Güvenlik güçleri Fahrizade’ye düzenlenen suikastın yerini dahi biliyordu ama önleyemedi” itirafında bulunması ise tam bir bomba etkisi yaptı.
Devrim Muhafızları paniklemiş durumda
Eleştiriler karşısında durumu toparlamaya çalışan DMO ise her şeyi eline yüzüne bulaştırdı. Mesela Devrim Muhafızları Ordusuna bağlılığıyla anılan Fars News ajansı suikastte insan unsurunun olmadığını ve her şeyin tamamen otomatik gerçekleştiğini iddia etti. İran’da her krizde olduğu gibi taraflar birbiriyle çekişince eski defterler de açıldı ve bugün aleniyet kazanan güvenlik zafiyetinin aslında hep olduğu itirafları da bir bir gelmeye başladı. Örneğin hem Ruhani hem ondan önce Ahmedinejad döneminde birkaç benzer terör saldırısının yapıldığı, önemli uzmanların suikastlara kurban gittiği ve bunun saklandığı ortaya çıktı.
Devrim Lideri Ali Hamaney’e doğrudan bağlı olduğu için hiçbir konuda en ufak hesap verme alışkanlığı olmayan Devrim Muhafızları Ordusu daha da zor durumda kaldı. Kasım Süleymani olayından sonra arkasına aldığı birlik beraberlik rüzgârını Ukrayna yolcu uçağını vurmak suretiyle rejim karşıtı bir kasırgaya dönüştüren Devrim Muhafızları Ordusunun imajı iyice zedelenmiş oldu. Ne bizatihi görevi olan korumayı ne de terör sonrası intikam almayı becerebilen yapı, ilk kez kendisini savunan muhafazakârlar tarafından acımasızca eleştirilere maruz kaldı.
Çözülmeler devam edecek
Ülke tarihinin en düşük seçim katılımıyla oluşan muhafazakâr meclis, suikasta karşılık nükleer faaliyetlerin hızlandırılmasını onayladı. "Yaptırımların Kaldırılması ve İran Ulusunun Çıkarlarının Korunması için Stratejik Eylem Planı" adı verilen tasarı, nihai makam olan Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından onaylanarak hükümete tebliğ edildi. Onaylanan yasa, İran Atom Enerjisi Kurumunun uranyumu en az yüzde 20 zenginleştirmeye başlamasını ve düşük düzeyli zenginleştirilmiş uranyum stoklarını artırmasını zorunlu kılıyor. Oysa Nükleer anlaşma, İran'a uranyumu en fazla yüzde 3,67 zenginleştirebilme izni veriyordu.
- Mecliste olan bütün bu hareketliliğin muhatabı, dışarısı olduğu kadar içerideki siyasi rakiplerdir aynı zamanda. Çünkü İran zaten nükleer enerjinin savunma veya belki de askeri faaliyetlerini gizli yürütmeye özen gösteriyor. Nitekim 2011 yılında Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan bir raporda, Fahrizade'nin İran'ın atom bombası yapmak için gerekli teknoloji ve kapasitenin geliştirilmesinde merkezi bir rolü olduğundan şüphelenildiği vurgulanmıştı.
Üst düzey bir devrim muhafızı
Fahrizade’nin öldürülmesine cevap mahiyetinde atılan bu adımların her ne kadar pratikte sonuca ulaşması zor gözükse de belli kesimlere mesaj niteliği taşıdığı açık. Zira herkesin gözü önümüzdeki seçimlerde. Karşıt tarafların en büyük stratejisi, rakibi düşmanın uzantısı olmakla suçlamak. Biden döneminde gerçekleşmesi muhtemel müzakerelere sadece İsrail değil ülkedeki radikal kesimlerin de tavır alması gözden kaçmıyor. Hal böyleyken müzakereden ve batıyla ilişkilerin düzelmesinden soğuyan halkın seçime rağbeti azalacaktır. Böylece geçen meclis seçimlerinde olduğu gibi düşük katılım muhafazakar kesimin işine yarayacaktır. Tahran’da İsrail karşıtı söylemin başını çeken muhafazakar kitlenin, Netanyahu’nun attığı pası İran kalesine gol atması da ayrı bir ironidir.
- Türkiye basını ve siyasileri Fahrizade’yi “bilim adamı” gibi isimlerle anmayı tercih etseler de, çoğu devrim muhafızı gibi İran-Irak savaşında bizzat bulunarak askeri kariyerine başlamış olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Üst düzey bir devrim muhafızı olarak kariyerine atom bombası yapmak için devam ettiği de bir gerçek. Yine de Fahrizade’nin Süleymani kadar görünür bir şekilde İslam Dünyasında can yakmaması İran’ın işine yaramış görünüyor.