İran çıbanbaşı olmaktan vazgeçmeli

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

Bizim coğrafyamızda barışın sırrı, Türklerin, Arapların ve Farsların birbirlerine kenetlenmesinden geçiyor. Fakat ne Siyonizm’in uşağı hâline gelmiş Arap yönetimleri, ne de Fars emperyalizmi hayaliyle yanarak Şiiliği bir koçbaşı olarak kullanan İran için böyle bir kenetlenme söz konusu. İran, coğrafyamız için artık bir çıbanbaşı olmaktan vazgeçmeli. Yoksa Karabağ hâdisesinde görüldüğü gibi zaman kendi aleyhine işliyor.

Meşhur hikâyedir, nehrin karşısına geçmek isteyen akrep “seni ısırırsam ben de boğulur giderim” deyip kurbağayı ikna ederek sırtına biner. Karşı kıyıya neredeyse vardıkları sırada kurbağa sırtında bir yanma hissedip akrebe döner ve “hani ısırmayacaktın, şimdi ikimiz de boğulup gideceğiz” diyerek sitemde bulunur. Akrebin cevabı ibretliktir:

“Evet ama ne yapayım, ben akrebim, ısırmadan duramam, huyum kurusun.”

Bu hikâye, oldum olası şu fakire İran ile İslam coğrafyasının arasındaki ilişkiyi çağrıştırmıştır. Tarihin tozlu sayfalarını bir bir çevirdiğimizde dünden bugüne gördüğümüz manzaranın bu hikâyeden pek de farkı yok çünkü.

  • • Hz. Ömer’i şehid edip fitnenin kapısını bir daha örtülmemek üzere kıran kimdi?
  • • Ebu Lü’lüe el Mecusi yahut nam-ı diğer Feyruz en Nihavendi.
  • • Kimdi bu şahıs?
  • • Sasani İmparatorluğu’nun belini kıran Kadisiyye Savaşı’nda esir düşmüş İranlı bir komutan.

Mecusi kâtili aziz ilan ettiler

İran’da, İsfahan şehri yakınlarındaki Kaşan kasabasında bu adam için asırlar önce dikilmiş bir türbe bulunduğunu biliyor muydunuz? Tarih kitapları bu şahsın yakalanacağını anlayınca intihar ettiğini söylüyor ama efsanelerden medet uman İran halkı bir menkıbe uydurmayı ihmal etmemiş. Hz. Ali Efendimize iftira ederek hem de.

Neymiş?

Güya Hz. Ömer’i öldürmek için onu Hz. Ali bizzat görevlendirmiş, sonra da özel bir dua ederek kerametiyle bir anda İran’ın Kaşan kasabasına gönderip hemen evlenmesini emretmiş. Onun izini süren yetkililer nice zaman sonra Kaşan kasabasına da uğramışlar. Bakmışlar ki aradıkları şahsın özelliklerini taşıyan birisi burada mevcut. Sormuşlar, soruşturmuşlar, onlara denmiş ki:

“Tamam, böyle biri var ama aylar önce buraya geldi, üstelik de evli. Aradığınız şahsın bu olması mümkün değil.” Nitekim yetkililer de buna ikna olarak çekip gitmişler. Anlayacağınız, Hz. Ali’nin kerametiyle idam olmaktan kurtulmuş, çocuklarıyla mutlu mesut bir hayat sürmüş.

İran’da Ebu Lü’lüe, yani Feyruz en Nehavendi hangi sıfatla anılıyor, bilin bakalım? Baba Şucağuddin namıyla. Şucağ, Arapça’da gözüpek, cesur, yiğit manasına geliyor. Evet, aynen tahmin ettiğiniz gibi, Hz. Ömer’i katleden adamı “Dinin Yiğidi” olarak anıyorlar. Ayrıca ülkede asırlardır kutlanan bir bayram günü var. Bu bayram gününün adı da “Ceşn-e Ömer Kuşi”. Türkçesi, “Ömer’in Kâtlinin Kutlanması.”

Fars kini bitmek bilmedi

Kimseye hususi bir düşmanlığımız yok. Size olan biteni söylüyoruz sadece.

  • • Fars karakterinin ne olduğunu, İslam’a duyduğu kini anlayın diye bütün bunlar. Hz. Ömer’i katleden adamın Mecusi olduğu aşikâr ama saçma bir efsane uydurup Hz. Ali’nin yakın adamı bir Şii olarak takdim ediyorlar.
  • • Adına türbe dikip “Dinin Yiğidi” namıyla hürmetle anıyorlar. Elin Mecusi adamını Müslüman yapma işini kazıdığımızda, altından istilacı Araplara dersini veren kahraman bir Sasani komutanı çıkıyor.

İran millî hafızası işte böyle işliyor. Nitekim Hz. Ömer’in katlinden asırlar sonra, İran’ın önde gelen millî şahsiyetlerinden Firdevsi’nin “Şehname”sinde söyledikleri aynı ipuçlarını vermiyor mu?

  • Zi şîr e şutûr horden i sûsmâr
  • Arabrâ becây resîdest kâr
  • Ke tâc e Keyân ra konend ârzû
  • Tfû ber çerh e gerden tfûû

Türkçesi aynen şöyle:

“Kertenkele eti yiyip deve sütü içen Araplar öyle bir yere geldiklerini sandılar ki, İran’ın eski şahlarının taçlarını bile arzu etmeye başladılar. Tû böyle dünyanın içine, tûûû!”

Alamut şer yuvasıydı

Gelelim Haçlıların İslam dünyasını kana boyadığı o karanlık günlere... 1096 yılında Kudüs’e doğru yürüyen Haçlılar geçtikleri coğrafyalarda Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıçarslan haricinde ciddi bir mukavemet görmedikleri için 1099 yılında Kudüs’ü rahatlıkla ele geçirdiler ve 70 bin kişiyi insafsız bir şekilde katlettiler. Haçlı yazarı Aguiles'li Raymond bu katilamı bakın, nasıl da övünerek anlatıyor:

Mâbedi’nde yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz.

“Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları -ki bunlar en merhametli olanlarıydı- düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri oklarla vurup yere düşürdüler. Bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Mâbedi’nde yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim, Süleyman Mâbedi’nde akan kanların yüksekliği adamlarımızın ayak bileklerini aşıyordu.”

İran’daki kartal yuvasını andıran Alamut Kalesi’ni üs edinip Haçlılar ile zaten başı yeterince dertte bulunan İslam dünyasını uzun yıllar uğraştırdılar, suikastlar yoluyla arkadan vurdular.

Oysa çok değil sadece 4 yıl önce, Ekim 1092’de Büyük Selçuklu Devleti’nin temel direği Vezir Nizamülmülk’e suikast yapan Bâtıniler, böylece koca devletin temeline dinamit koymuş, Haçlı istilası için bulunmaz bir zemini hazırlamıştı. İran’daki kartal yuvasını andıran Alamut Kalesi’ni üs edinip Haçlılar ile zaten başı yeterince dertte bulunan İslam dünyasını uzun yıllar uğraştırdılar, suikastlar yoluyla arkadan vurdular. Hristiyan Haçlılar ile bir olup Müslümanlara ihanet ettiler. Nitekim Selahaddin Eyyubi’ye de 1174 Halep ve 1176 Araz kuşatmaları sırasında iki kez suikast teşebbüsünde bulundukları biliniyor. Tarihçiler, Selahaddin’in ikinci suikasttan kıl payı kurtulduğunu söylüyor. Ya o da Nizamülmülk gibi Bâtıni terörüne kurban gitseydi, Kudüs’ü Haçlıların elinden kim kurtaracaktı?

Haçlılar ile ittifakları devam etti

İran’da yuvalanmış fesat zihniyetinin Haçlılarla işbirliği bitmiş değildir. Nitekim bugün Papa 13. Gregor tarafından inşa ettirilen Roma’daki Palazzo del Quirinale’ye (Kirinal Sarayı) gittiğinizde sarayın duvarlarına çizilmiş bazı figürler göreceksiniz. Bizi ilgilendiren figür 1609 tarihinde yaşanan bir hadiseyi anlatıyor. Başları kavuklu doğulu adamların arasında hiç de onlara benzemeyen bir delikanlı dikkat çekiyor.

İkinci Karabağ Savaşı’nda İran neler kaybetti?
Gerçek Hayat

Doğulu adamlardan biri Ali Kulu Bey, delikanlı ise Robert Shirley adında bir İngiliz. Her ikisi de büyükelçi unvanı taşıyor. Papa’nın sarayına gönderilen bu elçiler kimin adamı? İran hükümdarı Şah Abbas’ın. Peki, niçin oradalar? Osmanlı’ya karşı Hristiyan dünya ile ittifak yapmak için.

  • İran Şahı Abbas, genç Shirley’i 1608 yılında büyükelçi sıfatıyla Osmanlı’ya karşı ittifak için bir Avrupa seferine gönderiyor. Önce ülkesi İngiltere’ye giden Shirley, burada Kral James ile buluşuyor ve İran ordusunun modernize edilmesi noktasında yardım sözü alıyor. Daha sonra Polonya’ya geçiyor, oradan da Almanya’ya. Almanya’da İmparator 2. Rudolf tarafından kendisine Kont unvanı veriliyor ve Kutsal Roma Şövalyesi olarak takdis ediliyor. Papa 5. Paul de bunu büyük bir şevkle onaylıyor. 27 Eylül 1609 günü ise bahsi geçen buluşma için Roma şehrine ayak basıyor.

Şah Abbas’tan öncesi de mevcut elbet. Şah İsmail’in Osmanlı’ya karşı ittifak için 1523 yılında Şarlken’e yazdığı mektup var. Osmanlı kılıcından kaçarken Mohaç bataklığında boğulan Macar Kralı 2. Lajos’a da benzer bir teklif söz konusu. Fakat sadece bir yıl sonra, 1524’te Şah İsmail genç yaşta aniden ölünce proje rafa kalkıyor. İki yıl sonra Lajos Mohaç’da can veriyor. Şarlken ise Kanuni’ye karşı dikiş tutturamayınca tacı tahtı terkedip bir manastıra kapanıyor.

Endülüs’ün matemine kadeh kaldırdı

Osmanlı’ya karşı ittifak için Avrupa’nın dört bir yanına hatta Papa’ya elçi gönderen Şah Abbas’ın Endülüs’ün matemine kadeh kaldırdığını biliyor muydunuz? Yıl 1612. Şarlken’in torunu 3. Filip tarafından işbirliği için İran’a gönderilen İspanyol elçisi Don Garcia de Silva Figueroa hatıratında aynen şöyle yazıyor:

“Şah iki kere şerefe kadeh kaldırdı. İlkinde kardeşi olarak andığı İspanya Kralı’nın şerefine. İkincisinde ise elçiye hoş geldiniz demek için.”

Evet, İran şahı Haçlı İspanya’nın kralına kadeh kaldırırken yüz binlerce Endülüslü gemilere doldurulup ülkeden sürgün ediliyordu. Üstelik bu zavallı insanların yedi yaşından küçük çocuklarını yanlarında götürmesi yasaktı. “Moriscos” adı verilen Endülüslü Müslümanların torunları, Engizisyon zoruyla zaten birkaç nesildir görünürde Hristiyan’dı. Fakat bu bile Haçlı İspanyolların içindeki öfkeyi dindirmemişti. Endülüs kan ağlarken Haçlıların şerefine kadeh kaldıran bir İran var, bunu unutmayalım.

Coğrafyamızı kan gölüne çevirdi

Gelelim bugüne... İran’ın coğrafyamızdaki tahrip gücünü nihayet keşfederek 1979 devrimiyle İslam coğrafyasını İran’ın kanlı ellerine terkedenler; Lübnan’ı, Irak’ı, Suriye’yi ve Yemen’i kan gölüne çevirenler yine aynı Haçlılar değil mi?

“Biz Afganistan’da Amerika’ya yardım ettik. Sonra Irak’ta da yardım ettik. Buna rağmen Bush kibirlenip bizi şer odağı olarak suçluyor” diye yakınan İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad değil miydi?

Bugün Karabağ Savaşı’nda Ermenistan’ın yanında yer alarak her zaman olduğu gibi yine Haçlıların safını seçen İran değil mi?

Kissinger aklıyla nereye kadar?

1979 devriminin kapısını aralayan aklın sahibi Kissinger idi. Kendi adamları olan İran Şahı’nı bile yediler bu dava için. İran-Irak savaşında “İki tarafın da kaybetmeyecek olması ne kötü!” diyen Kissinger, Şiilik motivasyonuyla İslam dünyasını kendi içinden vuracak Fars karakterini çok iyi analiz etmişti. Döneme ilişkin kaleme alınan raporlarda İran Şahı’nın Kissinger’a yaptığı sitemleri, “Bu mollaların böyle bir gücü yok. Bunların arkasında CIA var. Niçin benim üstümü çizdiniz?” mealindeki yakınmalarını göreceksiniz. ABD Dışişleri Bakanlığı İran eski Direktörü Henry Precht’in 2004 yılında Middle East Journal’a verdiği mülakatı okuyun deriz.

İran-Irak savaşında “İki tarafın da kaybetmeyecek olması ne kötü!” diyen Kissinger, Şiilik motivasyonuyla İslam dünyasını kendi içinden vuracak Fars karakterini çok iyi analiz etmişti.

Başta da söylediğimiz gibi, İran’a karşı özel bir husumetimiz yok. Sadece gerçekleri dile getiriyoruz. Bizim coğrafyamızda barışın sırrı, Türklerin, Arapların ve Farsların birbirlerine kenetlenmesinden geçiyor. Fakat ne Siyonizm’in uşağı haline gelmiş Arap yönetimleri, ne de Fars emperyalizmi hayaliyle yanarak Şiiliği bir koçbaşı olarak kullanan İran için böyle bir kenetlenme söz konusu. İran, coğrafyamız için artık bir çıbanbaşı olmaktan vazgeçmeli. Yoksa Karabağ hadisesinde görüldüğü gibi zaman kendi aleyhine işliyor. Kissinger’in müridi Biden iktidara geldi diye kimse zil takıp oynamaya kalkmasın. İşler daha da kötüye gitmeye başlarsa bunu Biden bile durduramaz çünkü.