“İlim bilmek, irfan tanımaktır”

SAMET TINAS
Abone Ol

Kültür ve sanat sahasında önemli çalışmalara imza atan Savaş Barkçin ile Ketebe’den çıkan “Yön ve Yol” kitabı üzerine konuştuk.

Kitabınızda “dindar” görünümlerden hayıflanıyorsunuz. Kim bunlar?

Hünkârın sağlığını hekimbaşına sorarlar
Gerçek Hayat

Dînî lâf, felsefe, slogan, geçim kaynağı olarak gören bedbahtlar... Hayata Hakk’ın değil nefislerinin penceresinden bakan, âyet ve hadisi kendi nefislerine göre yorumlayanlar... Mukaddes olan her şeyi çıkar ve güç aleti hâline getirenler... Dini “mevzû”laştıranlar. Kibri, nobranlığı, tahakkümü, yalanı-dolanı “köprüyü geçene kadar” yalanıyla yol hâline getirenler...

Bilim ve ahlâk ilişkisi üzerinde de durmuşsunuz. Bilim ahlâk getirmiyor herhâlde…

  • Ahlâk her şeyin esasıdır. Aksesuarı değildir. Dinimizde ahlâk yekparedir; bütün hayatı, bütün faaliyetleri, işleri kapsar. Etik gibi bir işin kenarına iliştirilmiş bir mefhum değildir.

İslâm fıtrat dinidir. Ahlâk kelimesi “hulk”tan gelir. “Hulk” ise “yaradılış” demektir. Demek ki ahlâk, Hâlık olan Rabbimizin yaratışına uygun düşünmek, bilmek, iş yapmak ve yol tutmak demektir. Bizim bürünmemizi istediği renge bürünmek, murâd ettiği yolda yürümek demektir. Bilmek de bunun içindedir. Daha kendi özünü bilmeyen bir bilim, insana hangi hayırlı yolu çizebilir. O yüzden bilimsel faaliyetleri çoklukla devletler başkalarını manipüle etmek ve onlara tahakküm etmek için kullanıyor. Fizikten uçak geliştirmeye, psikolojiden virüs araştırmalarına kadar harcanan paraların büyük kısmı devletlerin kasasından gidiyor. Gerçi Batılı devlet de şirkettir nihayetinde. Şirketlerin de mantığı farklı değil. Onlar da bilimi gerçeği bilmek için değil, çarpıtmak ve oradan çıkar elde etmek için destekliyorlar.

İlim ve irfanı farklı farklı tarif ediyorlar. Her yiğidin yoğurt yiyişi değişik. Siz nasıl koyarsınız ayrımı?

Savaş Barkçin'in

İlim bilmek, irfan tanımak demektir. Bir şeyin ilmi o şeyle irtibat kurmak, irfanı ise o şeyle dost olmaktır. Bu yakınlık elde edilmedikçe kişi dedikodu yapar durur. “Gerçeği arıyorum” diye felsefe yapan, gerçeğe ermediği müddetçe gerçeğin dedikoducusudur. Bazı şeyleri doğru bilebilir ama asla gerçeğin ne dostu, ne de mahremi olabilir. Aradaki fark tanışlıktan dostluğa gidebilmektir. Aslında “âlim” diye herkese denmez. Ahlâkı olmayan, bildiğini kılmayan, kıldığıyla olmayan âlim değildir. Ahlâk her işte olduğu gibi burada da temel ölçüdür. Kişi bilmekten olmaya doğru gidemezse eksik kalır. Olmak için de önce kendi nefsinin farkında olması gerekir. Âyet ve hadis okurken bile “acaba ben bunu Allah için mi, beğeni almak için mi yapıyorum?” sorusunu sormayı bilmezse yolu şaşar gider. Nefsini kalbinden ayırt edemeyen Allah’ın sadece dedikodusunu yapar. Rabbimizin nazargâhı olan kalbinin farkına varan kişi Allah’ı bulmuş demektir. Bulan da bilir.

Youtube’da bir video vardı; ezanın Türkçe okunup okunmadığına dair. Herkes alay etti ama siz kolektif şuur bakımından değerlendiriyorsunuz sanırım…

Ona “kollektif şuur” değil de “hikmet” diyelim. Evet, bu video bana iki asırdır kaybettiğimiz tevhid şuurunun çok garip şekilde olsa bile nasıl köklü bir şekilde var olduğunu gösteriyor. Dil, etnik köken, siyasî sınırlar, parti, üniversite mezunu olmak gibi kafamızı ve kalbimizi bölen şeylerin sarsaklığını hatırlatıyor. Mü’minin gördüğü, öğrendiği, yaşadığı, düşündüğü, zevk ettiği her şeyde hikmet nazarına sahip olması gerekir. Yani her işte ve şeyde hakkı, iyiyi ve güzeli görebilmek. Nesnelerin künhüne vâkıf olmak. Kabuğa takılmamak, özü görebilmek. Böyle bakanın her şeyden bir behresi, hissesi, alacağı olur. Çirkinlikten ibret alır, güzellikten örnek.

“La Casa de Papel” dizisi üzerinden bir Batı değerlendirmeniz var. Batı’daki soğuk ve yalnızlık üzerine. Bu bireyselleşmenin bir tezahürü mü sizce?

Evet. Bireyselleşme de “bireyleşme”nin bir sonucu. “Birey” kelimesinin Batılı dillerdeki karşılığı olan “individual” kelimesi Latince’de “daha fazla bölünemeyen” demek. “Ben ben” diyen “bencillik” sonra da “ben-tapkınlığı”na kayar gider. “Ben” deyip kendini tanrılaştıran kişi kendini âlemden koparır. Onun üstüne koyar. Bencil olan insanları ne sever, ne de saygı duyar. Muhabbet ve merhamet eksiği Hakk’tan ve O’nun var ettiği her şeyin aslının Hakk olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor. Böyle bakan herkes insanları bir araç olarak görür. Tehdit olarak görür. Aslında burada bahsettiğimiz Batılı insan ama sadece o değil. Mesele bir cenahta yaşamak değildir, nerede yaşarsa yaşasın yönünü Hakk’a çevirebilmektir. İnsanı Allah’a, aslına, her şeye bağlayan, her şeye ve herkese karşı sorumluluk hissi veren, canlı-cansız her şeye, kendine benzeyen-benzemeyen herkese karşı hürmet ve muhabbet duygusu veren Doğu-Batı gibi kelimeler değil imandır. İmandan kopan Alman kadar Batılı, Çinli kadar Doğulu da olsa aynı vahşilik, soğukluk, sömürücülük ve soğukluk ortaya çıkar.

  • SAVAŞ BARKÇİN KİMDİR?
  • 1966 Ankara doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden mezun oldu. 1989’da Devlet Planlama Teşkilatı’na girdi. ABD’de Johns Hopkins Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler dalında yüksek lisans, Bilkent Üniversitesi’nde siyaset felsefesi dalında doktora yaptı. 2003’te TİKA başkanlığına tayin edildi. TÜBİTAK’ta Başkan Danışmanı olarak görev yaptı. 2009’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın baş müşavirliğine tayin edildi; daha sonra baş danışman oldu. Uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi ve medeniyet konularında pek çok konferans ve dersler verdi. Müzik, tarih, şiir, tasavvuf ve edebiyat başlıca ilgi alanlarıdır. Bu sahada pek çok yazı ve kitap kaleme almış, konferanslar vermiştir. Aralık 2013’te klasik bir divan olan “Dîvân-ı Zerefşân”ı yayınladı. Serbest ve hece ölçülü şiirleri vardır. “Gönül Dağı” ve “Ahmet Avni Konuk” gibi eserler kaleme alan Barkçin çalışmalarına devam etmektedir.