Filistin Arap liderleri için bir turnusol kâğıdı
Fas ve Sudan’dan önce BAE ve Bahreyn normalleşme anlaşmalarını açıkladı ve Amerikalıların ileri sürdüğü aynı argümanlarla, yani İsrail ile barışın ekonomik refaha giden tek yol olduğu tezi işlenerek sürece girildi. Bu tezin ne denli çürük olduğu Ürdün ve Mısır örneklerinden bal gibi sırıtıyor. Asıl gerekçe belli: Arap dünyasında hüküm süren tiranların kendi egemenliklerini garantiye alabilmek için Filistin’i satıyor oluşu. Tek fark, daha önce bunu gizli yapıyorlardı, şimdi aleniyete döktüler.
10 Aralık günü medyada Fas ile İsrail işgal devleti arasındaki ilişkilerin normalleştiği haberini duyunca şaşırmadık. Arap yöneticileri nezdinde Filistin meselesinin, koltuklarına daha sıkı yapışıp kalmak, Amerika’nın desteğini yanlarına alarak halkları üzerindeki egemenliklerini daha da pekiştirmek için kârlı bir alışverişe dönüştüğünü elbette biliyorduk. Amerikan desteğini almaları için kârlı bir ticaret olduğunu biliyorduk. Arap yöneticilerin Amerikalıların önünde tüm hırsızlıklarını, ihanetlerini ve uşak ruhlu karakterlerini gözler önüne seren bir turnusol kâğıdıydı Filistin.
Fas’a Batı Sahra rüşveti
İsrail ile normalleşme karşılığında Fas’ın aldığı rüşvet ne oldu peki? Trump tarafından "Batı Sahra" topraklarındaki Fas egemenliğini tanınması ve Rabat ile "Polisario" cephesi arasındaki tartışmalı bölgede bulunan Dakhla şehrinde bir ABD konsolosluğunun açılması. Bu rüşvet karşılığında Fas, 60 yıllık gizli ilişkilerin ardından 2020'de İsrail ile normalleşmeyi açıklayan dördüncü Arap ülkesi oldu.
Fas Başbakanı, aynı zamanda İslâmî Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Genel Sekreteri Saaddedin el Osmani, Fas halkının tamamen reddettiği bu anlaşmayı imzalamakla partisinin 2021 seçimlerindeki yenilgisini şimdiden ilan etmiş sayılabilir.
İki ay önce, Sudan'daki geçiş hükümeti de İsrail ile ilişkilerin normalleştiğini açıklamıştı. Sudan, terörist bombalamalarda hayatını kaybeden Amerikalı kurbanların ailelerine 335 milyon dolar ödeme yapmış, Trump da bütün bunlara mukabil Sudan’ın terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkarıldığını duyurmuştu.
Sudan gelişecekmiş
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdül-Fettah El Burhan, ülkesi terörizme sponsor olan ülkeler listesinden çıkınca hemen büyük bir ekonomik gelişmenin eşiğinde olduklarını sanıyor. Oysa unutuyor, Arap ülkeleri arasında İsrail ile uzun süredir ilişkileri normalleştiren Mısır ile Ürdün, en fakirler listesinde değil mi? İsrail ile normalleşmenin bu iki ülkeye ne faydası dokundu?
Sudanlı yetkililer İsrail ile normalleşme imzaları atarken ülke çapında büyük protesto gösterileri düzenleniyor, gerek İslâmî partiler gerekse Sudan solu tepkisini açıkça ortaya koyuyordu. Fakat ne yazık ki, emir Amerika’dan ve de temsilcisi Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelince halkın sesini dikkate alan mı var? Arap halkının yaptığı devrimlere düşmanlık eden, küresel sistemi bu devrimlerle korkutarak kendilerine alan açanlar cirit atıyor coğrafyamızda.
Ürdün ve Mısır niye gelişemedi?
Fas ve Sudan’dan önce BAE ve Bahreyn normalleşme anlaşmalarını açıkladı ve Amerikalıların ileri sürdüğü aynı argümanlarla, yani İsrail ile barışın ekonomik refaha giden tek yol olduğu tezi işlenerek sürece girildi. Bu tezin ne denli çürük olduğu Ürdün ve Mısır örneklerinden bal gibi sırıtıyor. Asıl gerekçe belli: Arap dünyasında hüküm süren tiranların kendi egemenliklerini garantiye alabilmek için Filistin’i satıyor oluşu. Tek fark, daha önce bunu gizli yapıyorlardı, şimdi aleniyete döktüler.
- Arap yöneticiler ile Siyonist hareketin liderleri arasındaki ilişkiler, hilafete gözünü dikerek Batı için her türlü uşaklığı yapmaya razı, İngilizlerin adamı hâin Şerif Hüseyin ile başladı. Hüseyin, İslam ve Arap dünyasının topraklarını kendi menfaatleri uğruna İngiliz emperyalizmine peşkeş çekti.
Bozuk plaktan Siyonist masalları
1919 yılında Şerif Hüseyin ve oğulları, İngilizlerin safında Türklere karşı savaşırken ahmakça İngilizlerin Arapların çıkarını savunduklarına inanıyorlardı. Siyonist Weizmann Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal ile yaptığı görüşmede, muhatabını Balfour Deklarasyonu’nun kabulü halinde Siyonizm’in Araplara büyük bir ekonomik refah sağlayacağına ikna etmişti.
Bu boş vaat elbette gerçekleşmedi. Fakat aradan bir asır geçmesine rağmen Arap liderleri hâlâ Siyonist masalları bozuk bir plak gibi tekrar edip duruyorlar. Peki, bu adamlar salak mı? Bilakis son derece kurnazlar. Onların derdi Arap dünyasına sağlanacak refah değil çünkü. Böyle bir hususun gerçekleşmeyeceğinin pekâlâ farkındalar. Ama bu boş vaat sayesinde egemenlikleri altındaki Arap halkını kandıracak ve kendi saltanatlarını sürdürmeyi başaracaklar. Asıl amaçları da bu zaten.
Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal ile Siyonist Weizmann arasındaki anlaşmaya gelince... Madde madde gidelim.
1. Şam'da Arap devletinden ayrı bir Siyonist siyasi teşekkül hayata geçecektir.
2. Filistin devleti, İngiliz sömürge hükümetinin 2 Kasım 1917’de verdiği sözü yerine getirmek için tüm önlemleri almakla yükümlüdür. Bu, Balfour Deklarasyonunun tam ve şartsız kabulü anlamına gelir.
3. Filistin'e Siyonist göçü teşvik edilecektir.
4. İki taraf arasında bir anlaşmazlık olması durumunda, İngiliz hükümeti hakem sıfatıyla müdahil olacaktır.
Arap liderleri şahsi çıkar peşinde
Balfour vaadiyle Yahudilerin yanında olduğunu ifade eden İngilizler hakem olacakmış. Şerif Hüseyin tayfası, İngilizlerin kimi tutacağını sanıyordu acaba?
Fransa onu Suriye tahtından indirdikten sonra İngilizlerin Faysal’a verdiği ödül, bildiğiniz gibi Irak tahtı oldu. Ürdün tahtına geçen kardeşi Abdullah da dünya Siyonizminin desteğini almadan o tahtta oturamayacağını gayet iyi biliyordu. Önemli olan şahsi hırslar ve çıkarlardı.
- Oysa Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamid, Siyonistlere karşı göğsünü siper etmiş, Filistin’i canı pahasına savunmuştu. Filistin savunması ona belki tahtını kaybettirdi ancak kıyamet gününe dek anılacak bir şeref bahşetti. Biz Arapların onu niçin bu denli sevip takdir ettiğini buradan anlayabilirsiniz.
O gittikten sonra Siyonistler her türlü entrika ve komployu sergileyip önce Filistin’i, sonra da diğer Arap ve İslam devletlerini teker teker kontrollerine aldılar. Dâvâsına inanan doğru Müslümanlar karşısında başarılı olamayacaklarını gayet iyi biliyorlardı. O yüzden hâinleri ve nefsine yenik düşen zayıf karakterli liderleri başımıza musallat ettiler. Ve maalesef bu işte başarılı oldular.