Somali’yi kaybetme lüksümüz yok
BAE gibi parası olsa da emperyal hevesler için nefesi asla yeterli gelmeyecek cüce bir ülkenin Ortadoğu ve Afrika’daki hamlelerini iyi okumak gerek. İsrail başta olmak üzere Batı ülkeleri lehine tavrını net bir şekilde ortaya koyan BAE yönetimi, coğrafyaya sokulan bir Truva atı görünümünde. Dün sömürgeci Portekiz bizzat Somali’ye gelip dayandığında nasıl el ele verdiysek, BAE’nin ülkedeki varlığına karşı da el ele hareket etmek gerekiyor. Sudan örneği hemen önümüzde. Ömer Beşir’in elbette hataları vardı ama gidişi kime yaradı? Sudan bugün İsrail ile normalleşme manşetleriyle anılmıyor mu?
Türkiye ile Somali arasında özel bağlar var. Bugün Afrika kıtasını yağmalama peşindeki Avrupalı Beyaz Adam’ın aksine win-win formulünü geliştirip iki taraflı kazancı esas alan, dostluk ve kardeşlik temelinde bir paylaşımı teklif eden Türkiye, geçmişte de Batılı sömürgecilerin Afrika’daki ihtiraslarına karşı duran, Afrikalı kardeşleri ile ele ele, omuz omuza mücadele veren bir ülkeydi. Somali işte bu gerçeğin tarihteki en müşahhas örneklerinden birini sunuyor. Somali ile ilişkilerin, bilhassa 2011 yılında büyükelçiliğimizin açılmasından sonra gösterdiği muhteşem gelişmenin tesadüflere bağlı olmadığını, altında kocaman bir tarihin yattığını biliyor muyuz?
Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethi, insanlık tarihindeki en büyük dönüm noktalarından birini ifade eder. Zira Hindistan ile Çin üzerinden Avrupa’ya ulaşan baharat ve ipek yolu gibi eski zamanların en büyük iki ticaret kuşağının Avrupa’ya varmadan önce kesiştiği en büyük ticaret merkezi İstanbul’dur. İstanbul’u fetheden Fatih, Avrupa’nın âdetâ gırtlağını sıkmış, tık nefes bırakmıştır. Batılıların “Coğrafi Keşifler Çağı” olarak isimlendirip bugün maalesef bütün dünyaya yutturduğu “Talan ve Soykırımlar Çağı” İstanbul’un fethinin bir neticesidir.
Mekke ve Medine’nin kapısı
Hint ve Çin mallarını Avrupa’ya taşıyan en büyük lojistik merkezini Türklere kaptıran Avrupalılar, Müslümanlar tarafından kapatılan doğu rotası yerine yeni bir rota üzerinden bu ticareti tekrar insiyatiflerine alma mücadelesine girişir. Kolomb’un sürekli batıya giderek Hindistan’a ulaşma hayali onu Amerika kıtasına çıkarır. İspanyollar ilk başta Hindistan sandıkları Amerika kıtasını yağmalarken Portekizli denizciler de Afrika kıyılarını boydan boya katederek Ümit Burnu üzerinden Hindistan’a ulaşmayı başarır. Portekiz’in hedefinde sadece Hindistan yoktur. Doğu Afrika, Kızıldeniz ve Basra Körfezi üzerinde de hâkimiyet kurma emelleri besler.
İşte bu noktada karşısına Osmanlı İmparatorluğu çıkar. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinin arka planında yatan da işte bu mücadeledir. Zira Portekiz deniz gücü, Kızıldeniz üzerinden Mekke ve Medine’yi tehdit edecek duruma gelmiştir. Osmanlı, Portekizi sadece Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nden söküp atmakla kalmaz, Doğu Afrika kıyılarında Somali merkezli Müslüman Acuran İmparatorluğu ile omuz omuza verip sömürgeci beyaz adama sağlam bir tokat atar. Böylece mukaddes toprakları da emniyete almış olur.
Portekizi birlikte kovduk
Osmanlı’nın dostu ve müttefiği olan Acuran İmparatorluğu, Afrika’nın doğu sahillerine hükmeden zamanın en büyük devletiydi. Tristao de Cunha önderliğinde bölgeye gelen Portekizliler, güneydoğu sahillerinde bulunan Kilwa, Mombasa, Malindi, Pate ve Lamu şehirlerini yağmaladıktan sonra Acuran’a ait Barawa’ya gözlerini dikmişlerdi. Uzun bir çarpışma neticesinde şehri ele geçirip her yeri talan ettiler. Ancak gördükleri direniş gözlerini öyle bir yıldırmıştı ki, elde tutmayı başaramadılar. İç kesimlere kaçan halk sonradan şehri tekrar ele geçirip imar etti. Tristao’nun gözü bu kez Doğu Afrika sahillerinin en zengin şehri Mogadişu’ya dikildi. Fakat Mogadişu halkı Barawa’nın başına geleni duymuş, çoktan savaşa hazırlanmıştı. Ciddi kayıplar vereceğini anlayan Tristao, dümeni Mogadişu’dan Sokotra adasına doğru kırdı ve gözden kayboldu.
Başarısız teşebbüse rağmen Portekiz rahat durmadı. Türk-Somali işbirliği işte bu noktada gündeme geldi. 1580’li yıllarda Türk denizci Mir Ali Bey’in yardıma gelmesiyle Doğu Afrika sahillerindeki Portekiz üslerine bir sefer düzenlendi. Pate, Mombasa ve Kilwa gibi önemli şehirler Portekiz işgalinden kurtarıldı. Bunun üzerine Hindistan’daki Portekiz yönetiminden takviye gemiler geldi ve savaş iyice kızıştı. Hindistan’daki Goa limanını 1961 yılına dek elinde tutan Portekiz, Türk-Somali işbirliği sayesinde Mogadişu limanında hâkimiyet kurmayı bir türlü beceremedi ve geri püskürtüldü.
Somali ile Osmanlı ilişkileri yüzyıllar boyunca devam etti. Somali sultanları Osmanlı modelini kendilerine örnek almak suretiyle Portekiz’in varlığına meydan okudular. Yeni para bastırıp Portekiz’in Hint okyanusunda kurmuş olduğu ekonomik sisteme alternatif geliştirdiler. Osmanlı ürünü top ve tüfeklerin ülkeye girişiyle sömürgecilerin korkulu rüyası olmayı başardılar.
Yeniden büyük Somali için
Somali merkezli Acuran İmparatorluğu sadece Osmanlı ile değil Çin ile ticaret yapacak kadar gelişmiş bir ticaret ağına sahipti. 1301 doğumlu Mogadişulu Said Afrika’dan Çin’e gönderilen ilk elçiydi. Çince öğrenen Said, Hindistan topraklarını da ziyaret etmiş ve orada ünlü seyyah İbn Batuta ile karşılaşmıştı. Çin ile ilişkiler öyle bir seviyeye ulaşmıştı ki, ünlü Müslüman Çinli denizci Zheng He, tarihin gördüğü en büyük donanmalardan biriyle yaptığı gezilerde Mogadişu ve diğer Somali limanlarını ziyaret etmiş, Çin topraklarına zürafa ile daha birçok egzotik hayvanı, bitkiyi taşımıştı.
Daha 14. yüzyılda Çin ve Hindistan ile gelişmiş bir ticaret ağına sahip bir ülkenin çocukları, bugün ülkenin birliğini sağlama noktasında zorluklar yaşıyorsa bunun üzerine ciddi bir şekilde kafa yormak gerekiyor.
Görkemli tarihini ve Türkler ile son derece özel ilişkilerini naklettiğimiz Somali’nin bugünkü durumu maalesef iç açıcı olmaktan son derece uzak. Yeniden büyük Somali’nin inşası için Türkiye’nin yıllardır gösterdiği çaba her türlü övgüye değer olsa da, pusuda bekleyen yırtıcıların kol gezdiği puslu bir ortamın varlığı inkâr edilecek durumda değil. Şubat 2017’de seçilen Cumhurbaşkanı Farmaco’nun ülkeyi BAE’den arındırma noktasında gösterdiği büyük çabaya rağmen hâlen Bin Zayed tehlikesi demoklesin kılıcı gibi ülkenin tepesinde sallanıyor.
Sudan örneği önümüzde
Kabile merkezli bir siyasi sistemin dezavantajları, merkezi hükümetin ülke sathındaki güçsüz konumu, federal sistemi yanlış yorumlayıp başına buyruk hareket eden eyaletler, Etiyopya ve Kenya’nın Afrika Birliği Somali Misyonu (AMISOM) haricindeki askeri varlığı ve daha birçok sorun BAE gibi kötü niyetli devletlerin ekmeğine yağ sürüyor, kaygan zeminde fırsat avcılığı yapanlara imkân sunuyor.
BAE gibi parası olsa da emperyal hevesler için nefesi asla yeterli gelmeyecek cüce bir ülkenin Ortadoğu ve Afrika’daki hamlelerini iyi okumak gerek. İsrail başta olmak üzere Batı ülkeleri lehine tavrını net bir şekilde ortaya koyan BAE yönetimi, coğrafyaya sokulan bir Truva atı görünümünde. Dün Portekiz bizzat gelip kapıya dayandığında nasıl el ele verdiysek BAE’nin ülkedeki varlığına karşı da el ele hareket etmek gerekiyor. Sömürgeci beyaz adama nasıl karşı durmuşsak, sömürgeci beyaz adamın içimize soktuğu fitnecilere de aynı ferasetle karşı durmamız lazım. Sudan örneği hemen önümüzde. Ömer Beşir’in elbette hataları vardı, ama gidişi kime yaradı? Sudan bugün İsrail ile normalleşme manşetleriyle anılmıyor mu?
2021 Şubatında Somali’de cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Sudan’da BAE’ye kaptırılan hamle üstünlüğü Somali’de kesinkes kaptırılmamalı, ne gerekiyorsa yapılmalı. Somali’nin eski Başbakanı Abdiweli Gaas’ın şu açıklaması kulaklara küpe olmalı:
“Körfez ülkelerinden bazıları, Somali’de yapılacak seçimler için belli adayları destekliyor”