Ayasofya'nın hatları:Gerçek bir hazineyle çalıştım
Ayasofya'nın içerisinde bulunan devasa hat levhalarını onaran restoratör Hatice Karagöz, onarım sürecini Gerçek Hayat için yazdı.
2009 Aralık ayında, Ayasofya’da bulunan hat levhalarının onarımı için ‘danışman olur musun’ diye teklif geldi. Çok sevindim ve kabul ettim. Benden önce biri yabancı iki Türk, onarımı almış fakat çeşitli sebeplerden dolayı yapamayacaklarını belirtip işi bırakmışlar. Kazasker Mustafa İzzet hat levhalarına dokunabilmek, onları sağlığına kavuşturup, ömürlerini uzatmak bana nasip olmuştu. Devletin resmî danışmanı olarak işe başladım. Görevim gereği haftada bir uğrayıp işin gidişatını kontrol edecek, kullanılan malzemeyi reçete edip rapor tutacaktım. Ama tabi ki öyle olmadı... Müteahhitle konuşarak “Ben de çalışacağım” dedim.
Müteahhit çok sevindi, hatta şaşırdı. Her akşam 17:00’de Mekteb-i Süleymaniye’den çıkıp direkt Ayasofya’ya gidiyor, iskeleye tırmanıyordum. En az 150 merdiven çıkıyordum. Ne yorgunluk hissediyordum ne başka bir şey...
Karşımda benim için gerçek bir hazine duruyordu, nasıl yorgun olabilirdim ki? Düşünsenize, Kazaskerin hat levhalarını onaracaktım. Ölçüsü ve yazıldığı taşıyıcı malzemesi bir şehir efsanesi haline gelen hatlar işte tam karşımda duruyordu. Onarılan levhalardan en büyüğünün çapı 7,5 metre, harf kalınlığı ise 35 santim. Taşıyıcı teksti, yelken bezi malzemedendi. Çalıştığım dönemde, ilmî olarak yararlanılacak en doğru yayın olan Talip Mert’in makalelerinden faydalandım.
Yeni Bir Eser Keşfetti
Tepeden bir seyir var ki şahane... Yabancıların, dindarların, sanatseverlerin, uzun saçlı uç tarikatçıların hepsi aynı anda bu şaheserin içinde ibadetlerini yapıyor. Yukarıdan bakarken dikkatimi çeken diğer şey de, buraya gelen herkesin kendi dininde dua edip af dilemesiydi. Müslümanlar ellerini açarak, yabancılar ellerini duvara sürerek yakarıyorlardı.
Haftanın her günü mesiden sonra iskeledeydim dedim ya, iş o kadar heyecan vericiydi ki yorgunluk nedir bilmiyordum. Bir de beni tanıyan bilir, bilgiyi saklamam. Levhaların malzemesi ve kamış hareketi, taşıyıcı kumaşın cinsi, varak altının ayarı, ahşabın cinsi, kime ne malzeme lazımsa herkese bilgi verdim. Bu yüzden yönetimle (Haluk Dursun) mahkemelik oluyordum. Yıllar yıllı biz bu eserlere gökteki yıldız gibi hep uzaktan baktık. Bunları kim yazmış, niye yazmış, nereye yazmış; kâğıda mı, ahşaba mı, demire mi bunların hiçbirinin cevabını bilmiyorduk. Ve hiçbir yerde yazmayan, bilinmeyen bir başka eseri bulmak da bu fakire nasip oldu. Sultan 2. Mustafa hattının arkasını boydan boya kaplayan, Ayasofya hatibi, Hatip Mehmed Efendi tarafından yapılan ve hangi saatte yaptığına dair imzası da bulunan devasa hatip ebrusunu buldum. Belli ki bu eserler oraya asıldıktan sonra bir daha hiç onarım görmemiş. Onarılsaydı muhakkak bu ebrudan da haberimiz olurdu.
- Cumhuriyet döneminde kazasker Mustafa İzzettin levhaları iptidai de olsa bir onarım görmüştü. (1950-60 yıllarında) Mihrabın üzerindeki levhalardan birinin demir olduğu çok az kişi tarafından biliniyordu. Talip Mert’in makalelerinde yazsa da, okuyanı fazla olmadığı için pek bilinmiyordu. Sahada çalışan bizler doğru bilgi vermezsek bu iş şehir efsaneleri yazanlara kalıyor. Onlar da öyle bir destan yazıyorlar ki, âdeta hat levhalar gece müze kapandıktan sonra birbirlerine oturmaya gidiyor... Talip Mert’e verdiği ilmî bilgiler için buradan teşekkür ediyorum.
Yalan Okutmuşlar
Padişah hatları bildiğim kadarıyla hiç onarım görmemiş. Bu da beni daha çok heyecanlandırdı. O yıllarda sanat eserlerinde kullanılan malzemelerin ne olduğunu birinci elden görmeyi Allah bana nasip etmişti. Boyu yetmeyen kâğıtları hiç anlaşılmayacak kadar profesyonel teknikle yapıştırma, boyalar, mürekkepler, varak altınlar... Bunların hepsi büyük bir emeğin ve özverinin eseri. Oysa biz, Osmanlı padişahlarını uzun yıllar sanattan anlamayan, yobaz, kibirli insanlar olarak okuduk ve okuttular.
Sultan 2. Mustafa, hat levhasına imzasını şöyle yazmış “Sevvedehu el-Fakir derviş Mustafa Osmanî...” Yani “Bunu karalayan değersiz kişi...” diyor.
Hani nerede kibir? Bugün 3 yıllık hattatların yanına kibirden yaklaşılmıyor, selam bile vermiyorlar.
Veliyyüddin Efendi, Osmanlı şeyhülislamı ve hattatı... Özellikle bu levhayı onarırken aklıma Veliefendi çayırı geldi. Hani atların koşturulduğu çayır var ya... Yani devletin kumarhanesi. Sen çayırı devlete bağış yap, o da kumarhane yapsın. Neyse bunlar beni aşar...
- Ayasofya’da bulunan hatların ebatları ve hattatları şu şekilde:
- ● 4,80 x 4,20 - Sultan 2. Mahmud
- ● 3,34 x 094 - Sultan 2. Mahmud
- ● 2,70 x 086 - Sultan 3. Ahmed
- ● 2, 65 x 1,51 - Sultan 2. Mustafa
- ● 3,38 x 0,63 - Sultan 2. Mustafa
- ● 1,71 x 0,96 - Hattat Veliyyüddin Efendi
- ● 2,43 x 1,21 - Muhammed Esad Yesarî