Ayasofya hasretimiz bitmeli

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

Papalık, Anglikan kilisesi, Rum Patriği yani tüm Hristiyan dünyası bir olmuş; Ayasofya’nın cami kimliğinden çıkarılıp kiliseye çevirilmesi için çağrı üstüne çağrı yapıyor, işgal orduları mâbedin tepesine haç dikmek için fırsat kolluyordu. Ancak Ayasofya’yı koruyan Türk askerinin kararlı duruşu yüzünden bir çatışmayı göze alamıyorlardı. Nitekim İngiliz işgal komutanlığının 31 Mart 1920 tarihli raporunda General Milne, yapılacak bir askeri harekâtın Ayasofya’nın tahribine neden olabileceğini, bu konuda herhangi bir mesuliyetinin bulunmadığını Londra’ya bildirmek zorunda kalmıştı. İngiliz askerinin içeri girmeyi başaramadığı Ayasofya’ya tamir bahanesiyle Bizans hayranı Thomas Whittemore girecek ve cami ibadete kapatılacaktı.

  • Efendiler!
  • ...
  • Yunan orduları İzmir rıhtımını kana boyadı... En güzel mâmûrelerimizi tahribe başladı. Kadın ve çocuklarımız, namus ve iffetimiz ve pek çok meabit, âsar ve âbidatımız dâhil olduğu halde Türk nâmı altındaki her şeye tecavüz edildi. Her gün Ayasofya’ya haç asmak tehdidiyle ince hislerimiz rencide edildi.
  • Mustafa Kemal - 13 Ağustos 1923 tarihli meclis konuşması

Kurtuluş savaşının zaferini Ayasofya'da sevinçle karşılayan cemaat. 23 Eylül 1922 tarihli L’Illustration

Evet, yanlış duymadınız. Ayasofya'ya haç takma tehdidi gerçekten gündeme gelmişti. İstanbul Mondros ateşkesi sonrası işgal edildiğinde Ayasofya’nın kiliseye çevrileceğine dair söylentiler üzerine şehir teyakkuza geçmiş, 30. Alaydan askerler avluda nöbet tutmaya başlamışlardı.

Sayıları 200 civarında olan bu askerlerin elinde 4 makineli tüfek bulunuyordu.

Papalık, Anglikan kilisesi, Rum Patriği yani tüm Hristiyan dünyası bir olmuş; Ayasofya’nın cami kimliğinden çıkarılıp kiliseye çevirilmesi için çağrı üstüne çağrı yapıyor, işgal orduları mâbedin tepesine haç dikmek için fırsat kolluyordu. Ancak Ayasofya’yı koruyan Türk askerinin kararlı duruşu yüzünden bir çatışmayı göze alamıyorlardı. Nitekim İngiliz işgal komutanlığının 31 Mart 1920 tarihli raporunda General Milne, yapılacak bir askeri harekâtın Ayasofya’nın tahribine neden olabileceğini, bu konuda herhangi bir mesuliyetinin bulunmadığını Londra’ya bildirmek zorunda kalmıştı.

Mustafa Kemal Thomas Whittemore ile

İngiliz’in işgal yıllarında askeri gücüyle içeri girmeyi başaramadığı Ayasofya'ya tamir bahanesiyle Bizans hayranı Amerikalı Thomas Whittemore girecekti. Bizans mozayiklerini ortaya çıkarma faaliyetiyle birlikte cami 1931 yılında ibadete kapatılacak, Hristiyan âlemine verilen söz gereği Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla müzeye çevirilecekti. Müzenin halka açılması ise 1 Şubat 1935 tarihinde gerçekleşecekti.

Sadece Alman İtiraz Etti

1934 yılı ortalarında Whittemore Ayasofya’nın içinde keyfe keder çalışıyorken Maarif Vekâletine Abidin Özmen getirildi. İstanbul’a gelen Özmen teftiş esnasında Ayasofya’nın vaziyetini gördü, daha sonra bir akşam yemeğinde meseleyi Mustafa Kemal’e açtı. Buradan müze kararı çıktı ve bir komisyon kuruldu.

Komisyonda İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Müdürü Aziz Ogan başkanlığında Evkaf Müdürü Niyazi Bey, Eski Eserleri Koruma Encümeninde Efdaleddin Tekinel, Mimar Kemal Altan, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz ve Alman Profesör Eckhard Unger bulunuyordu. Bakanlığın Müzeler Müdürü Ferit Bey'in de İstanbul' da bulunduğu günlerde komisyon çalışmalarına katılması uygun görülmüştü.

Komisyonun Türk üyeleri içinden muhalefet sesi yükselmedi. Sadece Alman Eckhard Unger, Ayasofya’nın cami olarak kalmasının daha yerinde olduğunu belirtti. Ancak karar değişmedi ve komisyon ilk toplantısını İstanbul Asar-ı Atika Müzesi'nde 27 Ağustos 1934 günü yaparak işe koyuldu.

Minareleri Bile Gözden Çıkarmışlardı

Komisyon üyeleri arasında zaman zaman fikir ayrılıkları ortaya çıksa da faaliyetler aynı minvalde yürüdü. Mesela mimar Kemal Altan, Türk-İslam Eserleri Müzesi ile Çinili Köşk’ten bazı Türk çinilerinin Ayasofya'da sergilenmesi konusuna itiraz etti.

"Çinili Köşk'de eşyaların yerlerinden kaldırılarak çeşitli müzelere gönderilmesi doğru değildir. Ayasofya'nın nartekslerine, mabet kısmına birtakım lıeykeller, lahit ve sütun başlıkları doldurmak, yerleştirmek iki işi birden bozmak demektir."

Mimar Kemal Altan'ın diğer itirazı da Küçük Ayasofya Camii’nin minaresi yıkıldıktan sonra Ayasofya minarelerinin hedef alınmasına oldu.

Bu konuda ilk etapta ne yapacağını kestiremedi. Üzüntü içerisinde dostu İbrahim Hakkı Konyalı’nın yanına giderek vaziyetten dert yandı. Birlikte oturup bir rapor kaleme aldılar. “Minareler, ana kubbenin dayandığı son payandalardır. Eğer minareler yıkılacak olursa kubbe tamamıyla yere serilecektir. Ve tetikte bekleyen Hristiyanlık alemi de Türkler Ayasofya’yı yıktılar diye feryadı basacaktır” cümlelerinin yer aldığı rapor sayesinde Ayasofya minareleri yıkımdan kurtuldu. Bu hadiseyi İbrahim Hakkı Konyalı, Yeni İstiklal Gazetesi’nin 13 Nisan 1966 tarihli nüshasında “Ayasofya Minarelerini Nasıl Kurtardım” başlığıyla daha sonra ifşa edecekti.

Malumatfuruşluğa Lüzum Yok

İbrahim Hakkı Konyalı'nın Yeni Asya Gazetesi'ndeki 1 Ekim 1974 tarihli yazısı

İbrahim Hakkı Konyalı merhumun ifşa ettiği hâdiseye yıllar sonra itiraz eden bazı malumatfuruşlar, o dönemde yaşananları bir bütün halinde göremedikleri / görmek istemedikleri için itiraza yeltenmişler. 11 Haziran tarihli yazılarında şöyle diyorlar:

“Ayasofya’nın minarelerinin yıkılmasına ilişkin Atatürk’ün şifahi emir verdiği iddiasının kaynağı İbrahim Hakkı Konyalı’nın “Ayasofya’nın minareleri şifahi bir emirle yıkılacaktı” başlıklı köşe yazısıdır. Ayasofya’nın minarelerinin yıkılmasına yönelik Atatürk tarafından talimat verildiğine yönelik İbrahim Hakkı Konyalı’nın köşe yazılarında aktardığı iddialar dışında bir delil ya da atfa rastlayamadık. Bu noktada, “şifahi” bir emir bulunduğunu iddia eden “köşe yazısı”nın delil olarak addedilemeyeceğini belirtmekte fayda var.”

İsmail Hakkı Konyalı’nın Yeni Asya Gazetesi’ndeki 14 Ekim 1974 tarihli “Hurafeyle İslamiyet’in ilgisi yoktur” başlıklı yazısında zikrettiği “1934 yıllarında” ifadesini de kendi iddialarına zemin yapma gayretindeler. Küçük Ayasofya minaresi 1936 yılında yıktırılmış, dolayısıyla İbrahim Hakkı Konyalı’nın anlattıklarına itibar etme gereği de yokmuş.

Bulgaristan'a Evrak Satışı Meselesi

Thomas Whittemore Yunan papazlarıyla

Malumatfuruş tayfanın meseleye eskilerin tabiriyle “etrafını cami” bakma sıkıntısı olduğu aşikâr. Bulgaristan’a evrak satışı hadisesi tam da bu noktaya cuk düşüyor. 1931 yılında meydana gelen hadise hakkında en iyi kaynaklardan biri, Osman Nuri Ergin’in 1937 yılında kaleme aldığı “M. Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi” adlı eser. Peki, Osman Nuri kim? Türkiye’de gerçek mânâda belediyecilik çalışmalarını başlatan, şehir tarihçiliğinde öncü bir isim.

Osman Nuri merhumun anlattığına göre, İstanbul Belediyesi’ndeki odasında gazeteci dostlarıyla oturmaktadır. Mevzu, İstanbul Defterdarlığı’nın Maliye evrak hazinesinin okkası üç kuruş on paradan Bulgaristan’a satılmasına gelir. Hadisenin gereği gibi basında yer almadığı söylenince Son Posta gazetesi yazarı, tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı bizzat yerinde şahitlik yapar ve 4 Mayıs 1931 günü bir yazı kaleme alıp şöyle der:

  • “Burada lâlettayin aldığım kâğıtların içinde altın yaldızlı mecmua parçaları, Silistre, Varna, Tuna vilayetlerine ait kalelerin tamirine zeamet, tımar vesikalarına, ulufenamelere, mutbak masraflarına, vakıflara ait birçok tarihî mülknameler vardı. Bunlar değersiz kâğıt parçaları değil, onbinlerce kuruş ve lira sarfiyle bile yerlerine konması mümkün olmayan vesikalardı.”

Bu yazı büyük yankı uyandırır, böylece bu vahim hatadan dönülerek daha fazla arşiv zayiatı engellenir. İşin ehli bilir, İbrahim Hakkı Konyalı Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nin bugünlere gelmesinde en çok emeği geçenlerden biridir. İnsanlar hakkında yargıda bulunurken önce tanımak gerekir.

Biz hazırsak Ayasofya açılır
Gerçek Hayat

Diğer yandan, mevuzuyu kitabının 112. sayfasında dile getiren Osman Nuri merhum da bir tarih hatası yapmış ve Son Posta’daki yazının tarihini 4 Haziran olarak vermiş. Peki, şimdi ne yapalım? Aynı zihniyetten hareket edip bir tarih, belki de bir dizgi hatasından yola çıkarak bütün bu hadiseleri hiç yaşanmamış olarak mı farz edelim?

Medreseyi Kim Yıktırdı?

Küçük Ayasofya

Küçük Ayasofya minaresinin yıkımı ortadayken başka delile hacet kalmasa da, aynı tarihlerde Ayasofya medresesinin aynı şekilde dümdüz edilerek ortadan kaldırılması yine malumatfuruş tayfa haricinde herkesin bildiği mesele. 1924 yılına değin “Darü’l Hilafeti’l Aliyye Medresesi” olarak hizmet veren ecdad yadigarı yapı, Ayasofya’nın müzeye tebdili sonrası 1936 yılında yıktırılıyor. Yıktırılma sebebine gelince... Asar-ı Atika Müzeleri Müdürü Aziz Ogan’ın Maarif Vekaleti’ne gönderdiği 24.03.1935 tarih ve 20213/353 sayılı yazıda aynen şöyle denilmiş:

  • “Büyük abidenin şerefini giderecek vaziyette olduğundan...”

Oraya ilk medreseyi yaptıran Fatih Sultan Mehmed, sonradan ihya eden Sultan Abdülmecid demek ki Ayasofya’nın şerefini iki paralık etmişler. Bu şerefi ihya da devletlu, necâbetlu zât-ı âlilerine kalmış.

Yıldız Sarayı Kumarhane Yapıldı

1927’de çıkan bir gazetede Yıldız Sarayı’nda oynanan ruleti gösteren temsilî resim

Hem mesele bunlardan ibaret de değil. Bu zihniyet daha nelere cür’et etti, bir bilseniz. 1926 yılında Mimar Kemalettin taş koymasaydı, Sultanahmet Camii’nin kubbesi delinerek resim galerisine dönüşmesine ramak kalmıştı. Ayrıca Yıldız Sarayı kumarhane olarak İtalyan bir iş adamına kiralanmıştı.

27 Ağustos 1924’te çıkarılan ve altında bütün kabinenin imzası bulunan kararname ile “Memleket ekonomisinin kalkınmasını sağlayacak yabancı turistlerin rağbetlerini sağlayabilmek maksadıyla, içerisinde her türlü medenî ihtiyacı karşılayacak oyun ve dans salonları bulunan gazino ve müesseseler vücuda getirilmesi için” Yıldız, Feriye ve o günlerde harabe hâlinde bulunan Çırağan Sarayları yabancı şirketlere kiralanabilsin diye İstanbul Belediyesi’ne yetki verilmişti.

  • Nitekim 26 Eylül 1926 akşamı dönemin İçişleri Bakanı Cemil Bey ve İstanbul Belediye Reisi Muhiddin Bey’in iştirakiyle büyük bir tören yapıldı. İtalyan işadamı Mario Serra ile imzalanan sözleşme gereği Şale Köşkü’nde Yıldız Kumarhanesi açıldı. Üstelik sadece Yıldız değil, Feriye ile Çırağan Sarayları da aynı sözleşme kapsamındaydı. Bereket versin, henüz restorasyon işleri devam ediyordu.

Şale Köşkü kumarhane olurken Yıldız’ın diğer mekânları dans salonu, restoran ve bar olarak tanzim edilmişti. Kumarhanenin ilk müşterisi, açılış töreninde hazır bulunan Belediye Reisi Muhiddin Bey olmuş, siftahı bizzat o yapmıştı.

Tartışmalar Gereksiz

5 Şubat 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesi

Ayasofya’nın müzeye tebdili hususunda “İmza sahteydi” türünden tartışmalara girmeyi abes buluyor ve sadece iki mühim vesikayı nakille iktifa ediyoruz. Başbakan İsmet İnönü, 5 Şubat 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şu cümleyi kuruyor:

“Atatürk’ün Ayasofya’yı Bizans âsârına ait bir müze haline ifrağ hususundaki kararı da gösteriyor ki o, bu gibi işlerde son derece geniş bir düşünce ile hareket etmektedir.”

Bu tarihten üç gün sonra, 8 Şubat 1937’de ise bu kez Ulus gazetesine şöyle yazıyor:

“Ayasofya’nın Bizans eserleri için müze haline konulması bilmem ki, tefsire muhtaç mıdır? Atatürk'ün geniş ve yüksek fikrini... toleransını, hakikat arayıcılığını... ve memleketin içtimai ve ilmi bünyesinde vücude getirdiği hayırlı istihalenin derin izlerini, hiçbir şey bu sade misal kadar belirtemez.”

Kariye Kararı Emsal Alınmalı

8 Şubat 1937 tarihli Ulus gazetesi

Gelelim ifade-i merama...

Ayasofya bahsinde geçen yıl Kariye Camii’ne ilişkin verilen Danıştay kararı emsal alınmalı. 1945’te Bakanlar Kurulu tarafından müzeye çevrilerek ibadete kapatılan caminin, müze olarak vakıf gayesi dışında kullanılmasının hukuka aykırı olduğunu belirten karar şöyle diyordu:

“Bu vakıfların devletin koruması altında olması, devletin istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez. Devlet sadece vakıf mallarının amacı doğrultusunda kullanılmasını teminen, kendisine emanet edildiği varlık konumundadır. Bir düzenlemeyle bile hayrat vakıfların, başka bir amaca özgülenmesi hukuka aykırı olacaktır.”

Nefesler tutulmuş, herkes 2 Temmuz’da çıkacak kararı bekliyor.

Ayasofya hasretimiz artık bitmeli!