Avrupa’da tehlike çanları: Aşırı sağ tırmanışa geçti

ÖZNUR KÜÇÜKER SİRENE
Abone Ol

Avrupa küçük bir kıta olmasına rağmen, yüzyıllar boyunca dünyaya yön verdi. Bir “fikir laboratuvarı” olan Avrupa’da ortaya çıkan düşünceler kısa sürede bütün dünyayı etkisi altına alıyor. İnsan hakları ve demokrasi konularında kendilerini bir “model” olarak sunan Avrupa ülkelerinin özellikle İsrail-Hamas savaşının ardından Filistin destekçisi vatandaşlarına karşı aldıkları tedbirler “demokrasi maskelerini” çoktan düşürdü. Göçmen ve İslam düşmanlığının arttığı, Avrupalı halkların dünyada yaşanan kaostan uzakta kendi konfor alanlarında kabuğuna çekilmeyi hayal ettikleri bir ortamda aşırı sağcı partiler de tarihi zaferler kazanıyorlar. İtalya’da iktidarı ele geçiren aşırı sağ, son olarak Hollanda’da da büyük bir başarı elde etti. Avrupa ülkelerini hatta Avrupa Parlamentosunu bile etkisi altına alan aşırı sağcı fikirler Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen kökenli vatandaşların ve genel olarak Müslümanların geleceklerini tehdit ediyor.

Hepimiz onu platin sarısı saçları, birbirinden agresif ve provokatif söylemleriyle tanıdık. Geert Wilders, birçoğu tarafından “Hollanda’nın Trump’ı” olarak anılsa da aslında kendisi 20 yıldır parlamentoda görev alan, Trump’tan da eski bir siyasi figür. Ve Wilders bunca yıllık siyasi kariyerinde ilk defa bu kadar büyük bir zafere imza attı. Ülkede 22 Kasım'da düzenlenen erken genel seçimlerde, Geert Wilders liderliğindeki aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) parlamentodaki 150 sandalyeden 37'sini kazanarak seçimi açık farkla önde tamamladı. Böylece PVV, 2021 seçimlerine göre sandalye sayısını neredeyse iki katına çıkarmış oldu.

Aşırı sağcı liderin başbakanlık koltuğuna oturabilmesi için üç partili koalisyon kurması gerekiyor.

Hollanda'da koalisyon ortakları, göç politikası ve savaş ve çatışma bölgelerinden gelen mültecilerin savaş sona erince ülkelerine gönderilmesini öngören yeni “iltica planı” konusunda anlaşamayınca temmuz ayında hükümet düşmüş, Başbakan Mark Rutte de istifa etmişti. Hollanda'da göçmenlerle alâkalı siyasi bir krizin meydana gelmiş olmasının temel sebebi, 2022 yılında ülkeye sığınma başvurusu yapanların oranının bir önceki yıla göre yüzde 35 artmış olması ve bu durumun göç politikası konusundaki tartışmaları alevlendirmiş olmasıydı.

İşte Wilders tam da böyle bir ortamda tarihi zaferini elde etti. Ancak aşırı sağcı liderin başbakanlık koltuğuna oturabilmesi için üç partili koalisyon kurması gerekiyor.

Wilders’ın seçimlerdeki beklenmedik performansı ülkede yaşayan göçmen kökenli vatandaşlar kadar Türkiye için de olumsuz bir gelişme. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ağır eleştirilerde bulunan, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olan Wilders ayrıca tam bir İslam düşmanı.

Aşırı sağcı fikirler Avrupa'da kangren gibi yayılıyor

Avrupa’da aşırı sağın yükselişi Hollanda ile sınırlı değil. Aslında kıtada aşırı sağın ilk büyük zaferi geçtiğimiz yılın eylül ayında İtalya’da yaşandı. Ülkede düzenlenen erken seçimlerin ardından aşırı sağcı İtalya'nın Kardeşleri Partisi (FdI) lideri Giorgia Meloni, ülkenin ilk kadın ve 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana yönetime gelen ilk aşırı sağcı başbakanı oldu.

Hollanda ve İtalya örneklerinin haricinde, 2015 göç krizinden oldukça etkilenen Doğu ve Orta Avrupa ülkelerindeki aşırı sağ partilerinin güçlendiğini ve gerçekleştirilen anketlerde belirgin bir artış eğilimi kaydettiğini gözlemliyoruz. Artan göç hareketlerinin de etkisiyle Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde milliyetçi veya muhafazakâr partiler iktidara geldi. Polonya'da 8 yıl boyunca iktidarda kalan aşırı sağcı Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) Ekim ayında düzenlenen seçimlerde oyların yüzde 36,8'ini alarak mecliste çoğunluğu sağlayamadı. Macaristan'da ise geçtiğimiz yılın Nisan ayında düzenlenen genel seçimlerde 12 yıldır kesintisiz iktidarda olan Başbakan Viktor Orban yine büyük bir zafer kazandı.

Aşırı sağ, Avrupa’da son kırk yıldır bir şekilde ilerleme kaydediyor.

İsveç ve Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde aşırı sağcı partiler hükümet koalisyonlarında yer alırken, hükümette yer alamadıkları Fransa, Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde ise güçlü muhalefet partilerini temsil ediyorlar. Gerçekleştirilen anketlerde, Fransa’daki Ulusal Birlik Partisi (RN), Avusturya'daki Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) veya Almanya’daki Almanya için Alternatif (AfD) partilerinin kamuoyu nezdinde gün geçtikçe popülaritelerini arttırdıkları sonucu ortaya çıkıyor. Öyle ki Elabe araştırma şirketinin Fransız kanalı BFMTV için Eylül ayında gerçekleştirdiği ankete göre Fransızların yüzde 61'i aşırı sağcı Marine Le Pen'in 2027 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanabileceğini düşünüyor.

Aşırı sağ, Avrupa’da son kırk yıldır bir şekilde ilerleme kaydediyor. Ancak Avrupa genelindeki yeni eğilim, söz konusu partilerin iktidarı ele geçirme arzusu.

Ekonomik, sosyal ve siyasi krizler halkı uçlara itiyor

Tabii ki aşırı sağ fenomeninin birçok farklı sebebi var. Bunların en az gündeme getirilen fakat en çok etki yapanlarından bir tanesi de Kovid salgını sonrası Avrupa’yı sarsan sosyal ve ekonomik kriz. Kovid sürecinde aşılar ve kapanma süreçlerine maruz kalan Avrupalı halkların siyasetçilere güveni sarsıldı.

Aynı zamanda sanayi sektörü zayıflamış birçok Avrupa ülkesinin ekonomik anlamda ne derece dışa bağımlı olduğu, hastanelerde yatak sayısının yetmediği sağlık sisteminin zafiyeti, şirketlerin birer birer iflasa sürüklendiği kapitalist sistemin kırılganlıkları gün yüzüne çıktı. İşte tam da böyle bir dönemde aşırı sağcı partiler, hükümete tepki duyan, alım gücü düşmüş, geleceği için endişe duyan ve memnuniyetsizliğini ifade etmek için “protesto oyu” kullanan kitlelerin sözcüsü haline geldi.

Aşırı sağ, göçmen ve İslam düşmanlığından besleniyor

Aşırı sağcı siyasetçiler, bu eğilimin beyaz Avrupalı halkların gelecekte kendi ülkelerinde azınlık konumuna düşmelerine yol açacağı ve Avrupa’nın “İslamlaşacağı” tezini savunuyorlar.

Tabii ki aşırı sağın güçlenmesine yol açmış bir diğer sebep de uluslararası jeopolitik konjonktüre bağlı olarak artan göç hareketlerine karşı Avrupalı halkların duyduğu büyük endişe ve tedirginlik ortamı. 2015 mülteci krizinden Avrupa’da meydana gelmiş terör saldırılarına kadar birçok faktör Avrupa ülkelerinde kimlik ve güvenlikle alâkalı tartışmaları ana gündeme taşıdı. Bu bağlamda, büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşan göçmenlere karşı duyulan tepki topyekûn İslam düşmanlığına dönüştü.

Kamuoyu nezdinde göçmen ve genel olarak Müslümanlara karşı oluşan tepki aslında ekonomik, siyasi ve sosyal krizleri aşmakta yetersiz kalan hükümetlerin de işine geldi. Göçmen meselesi, temel sorunları örtmek için siyasi bir malzeme olarak kullanılmaya başlandı. Bir başka deyişle göçmenler, popülist siyasetçilerin günah keçisi haline geldiler.

Aşırı sağın komplo teorisi: Büyük yer değiştirme

Avrupa’daki aşırı sağcıların en çok dile getirdikleri -ve defalarca istatistik verileriyle yalanlanmış- “Büyük Yer Değiştirme” (Grand Remplacement) teorisine göre göçmenler yüksek doğum oranlarıyla hızla çoğalırken, beyaz Avrupalı nüfus ise düşük doğum oranlarının da etkisiyle her geçen gün azalıyor. Aşırı sağcı siyasetçiler, bu eğilimin beyaz Avrupalı halkların gelecekte kendi ülkelerinde azınlık konumuna düşmelerine yol açacağı ve Avrupa’nın “İslamlaşacağı” tezini savunuyorlar.

Benzer şekilde Fransa’da aşırı sağcı ana muhalefet lideri Marine Le Pen, “asayiş suçlarının yüzde 95’i göçmenler veya göçmen kökenli kişiler tarafından işleniyor” tarzındaki yanlış ifadeleriyle göçmenler ülkede güvenlik problemi teşkil ediyormuş algısı oluşturdu.

AP’de da aşırı sağcı partiler yükselişte

Aşırı sağcı partilerin büyük çoğunluğu göçmen karşıtlığı, İslam düşmanlığı ve buna bağlı olarak kimlik ve güvenlik meseleleri noktasında benzer özelliklere sahip olsalar da aralarında bazı konularda farklılıklar da mevcut. Her ne kadar Ukrayna-Rusya Savaşı tutumlarını belli ölçüde değiştirmiş olsa da Marine Le Pen, Salvini, Wilders, Avusturya'da FPÖ veya Almanya'da AFD geleneksel olarak Rusya yanlısı bir tutuma sahipler. Öyle ki bazı yorumculara göre Rusya, Avrupa’yı karıştırmak için aşırı sağcı partilere destek sağlıyor.

Aşırı sağcı partilere dair en çelişkili durum ise Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde de pozisyonlarını güçlendirmeleri.

Fransa 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağcı Marine Le Pen’in seçim kampanyasını finanse etmek için Rusya’dan kredi aldığı bile iddia edildi. Ancak İtalya Başbakanı’na dönüp baktığımızda, Meloni’nin genellikle Atlantikçi hatta Rusya karşıtı bir tutum sergilediğini görüyoruz.

Aşırı sağcı partilerin bir diğer ayrım noktası ise Avrupa Birliği’ne karşı olan tutumları. Büyük çoğunluğu Avrupa Birliği’ni üye ülkelerin egemenlik haklarını ihlâl eden bir oluşum olarak görüyor ve “Uluslar Avrupası” (Europe des Nations) fikrini savunuyor. Ancak Geert Wilders gibi bir siyasetçi Nexit (Hollanda’nın AB’den çıkması) fikriyle tanınırken, 2022 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olmuş Marine Le Pen’in AB konusundaki sert tutumunu zaman içinde yumuşattığını gözlemliyoruz. Le Pen, “AB'den çıkmak gibi bir niyetimiz yok” dese de AB’nin değişikliğe gitmesi gerektiğini düşünüyor.

Netice olarak dünyadaki ekonomik, siyasi ve sosyal gelişmelere de bağlı olarak aşırı sağcı partiler Avrupa Birliği’nin altını oymaya devam ediyor.

Aşırı sağcı partilere dair en çelişkili durum ise Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde de pozisyonlarını güçlendirmeleri. 2019 yılının mayıs ayında düzenlenen son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yeşiller ve aşırı sağ yükselişe geçerken, merkez partilerin oylarında düşüş yaşanmıştı.

6-9 Haziran 2024 tarihlerinde düzenlenmesi planlanan AP seçimlerinde de söz konusu yükselişin devam edeceği düşünülüyor. Örneğin Almanya'da gerçekleştirilen bir ankete göre Almanya için Alternatif (AfD) partisi yaklaşık beş puanlık bir artışla yüzde 23,5 oranında destek bulacak.

Netice olarak dünyadaki ekonomik, siyasi ve sosyal gelişmelere de bağlı olarak aşırı sağcı partiler Avrupa Birliği’nin altını oymaya devam ediyor. Brexit’ten sonra Wilders’ın öncülüğünde Hollanda da gemiyi terk ederse karşımıza bambaşka bir Avrupa çıkabilir. Avrupa Birliği 27 ülkeden 35 ülkeye genişlemeyi hayal ederken yok olma tehlikesiyle hiç bu kadar karşı karşıya kalmamıştı. Böylece Türkiye’nin 64 yıl önce başlamış Avrupa serüveni de bambaşka bir hâl alabilir. Yakın gelecekte Türkiye’yi birliklerinde istemeyen AB ülkeleri bu sefer de kendileri Türkiye’nin kapısını çalabilir.

  • Fransa'daki yeni göç yasağı
  • Hollanda’daki seçimler Avrupa’da soğuk duş etkisi yaratırken, Fransa’da da göçmenlere ve göçmen kökenli vatandaşlara karşı çıkan kararlar aşırı sağı aratmıyor. Ülkedeki yeni Göç Yasası Senato’dan “sertleştirilerek” geçti.
  • Yeni düzenlemeye göre bir göçmen 6 ay değil ancak 5 yıl ikamet ettikten sonra Fransız devletinden konut ve aile yardımı talep edebilecek.
  • Benzer şekilde “aile birleşimi” hükümleri zorlaştırılırken belgesiz göçmenlere ücretsiz sağlık hizmeti de kaldırıldı.
  • Ayrıca “tehlikeli” olarak sınıflandırılan yabancıların sınır dışı işlemleri de basitleştirildi.
  • Dış siyasette oldukça İsrail yanlısı bir tavır sergileyen Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron İsrail’e “sivilleri bombalamayı durdurma” çağrısı yapınca İsrail’in büyük tepkisini çekmiş ve bunun üzerine sözlerini yumuşatarak Tel Aviv’in meşru müdafaa hakkının olduğunu söylemişti. Ancak Fransa, Gazze’deki yaralılara tıbbi yardım sağlamak amacıyla iki hastane gemisi gönderdi.