Peki ama kim bu dünya?

HABER MASASI
Abone Ol

Dünya. Peki dünya ne kadar bizim? Hiçbirimiz buranın yerlisi değiliz, haliyle sahibi de değiliz. Üstelik Dünya’nın yaşına bakılırsa buralara daha dün geldik sayılır. Peki ama Dünya kim?

Ev dediğimiz neresi?

Ev dediğimiz neresi? Artık pek çoğumuz dünya vatandaşlığından, tek bir yere bağlı kalmamaktan söz ediyoruz. Kimilerimiz için ev bize ayak uydurabilen bir karavan, kimilerimiz için sadece bir çanta. Oysaki bundan yalnızca 5-10 sene önce ev dört duvarsız ve çatısız olmazdı, değil mi? Nereye gidersek gidelim, şekli ne kadar değişirse değişsin… Uzaklaşamadığımız, vazgeçemediğimiz bir evimiz var; Dünya. Peki Dünya ne kadar bizim? Hiçbirimiz buranın yerlisi değiliz, haliyle sahibi de değiliz. Üstelik Dünya’nın yaşına bakılırsa buralara daha dün geldik sayılır. Peki ama Dünya kim? Bizden önce neler yaptı? Başına neler geldi? Hatta nerelerdeydi? Ne oldu da bize ev oldu? Evrenin başlangıcı denilince kulaklarımızda yankılanan ses bize şöyle diyor; “Başlangıçta her şey bir gaz ve toz bulutuydu." Büyük Patlama’dan doğan bu toz bulutu uzun bir yolculuğun sonunda koca bir evren oldu. 13.7 milyar yıllık bir yolculuk bu. Bu başlangıçtan yaklaşık 8 milyar yıl sonra adına Güneş dediğimiz bir yıldızın kendine çektiği toz bulutunun arasında bir şey belirdi. Dünya… Daha doğrusu bir gün Dünya olacak toz parçacıkları.

  • Hadean dönemi olarak adlandırılan bu zamanda Büyük Patlama’nın ortaya çıkardığı toz tanecikleri kütleçekim kuvveti ile birbirlerine tutunuyor, tutundukça büyüyor, büyüdükçe etraftaki diğer cisimleri de kendine daha kuvvetle çekiyordu.

Üst üste yığılan, giderek büyüyen bu gök cismi radyoaktif maddeler ve çarpışmadan açığa çıkan enerji ile sıvı bir ateş topu haline geldi.

Dünya bir meteor bombardımanına tutuluyor, kendine pek çok cisim çekiyordu. Çarpışmalar büyük enerji patlamalarına neden oluyordu. Ama bütün bu çarpışmaların arasından biri Dünya’nın kaderini belirledi. Theia isimli gök cismi (gök cismi dediğime bakmayın Mars büyüklüğünde koca bir gezegenden söz ediyoruz aslında) Dünya’ya çarptı. Ama öyle basit bir çarpışma değil bu, “açılı” bir çarpma. Theia ile Dünya’nın çarpışması Dünya’yı baştan sona değiştirdi. İki cisimden etrafa saçılan parçalar zamanla yeniden bir araya geldiler. Dünya’dan ayrılan parçaların bir kısmı ise yeni bir uydu meydana getirdi; Ay. Üstelik Dünya’nın yanına kâr kalan sadece Ay da olmadı. Bu “açılı” çarpışma Dünya’nın eksen eğikliğini yani mevsimleri ve Dünya’da yaşamı mümkün kılan şartları da doğurdu. Arkeen döneminde (4 – 2.5 milyar yıl önce) zamanla bu gaz bulutu soğudu ve katılaştı. Demir, nikel ve diğer ağır elementler kütleçekim kuvveti ile merkeze doğru batıyordu. Merkezde toplanmaya başlayan bu sıcak sıvı zamanla çekirdeği oluşturdu. Gezegenin yüzeyinde ise sıcak sıvı ile soğuk hava karşı karşıya geliyor, bir kabuk oluşuyordu. İşte bu kabuk bir gün bize ev olacaktı. Meydana çıkmaya başlayan tektonik levhalar bir gün Dünya’nın uzaydan bile görünen yüzü olacaktı.

Bu soğuma beraberinde okyanusları, kıtaları ve bu ortamda yaşayacak ilk canlıları getirdi. Günümüzde keşfedilebilen en eski fosiller bu döneme ait mikroorganizma fosilleri. Ama yüzeyde yaşam hâlâ imkansızdı.

  • Dünya çok hızlı dönüyor, kendi etrafındaki turunu 6 saatte tamamlıyordu. Ay ise ilk zamanlar Dünya’ya çok yakındı. Bu hızlı gece gündüz dönüşümü ve yüzeye etki eden şiddetli gel-git, Dünya yüzeyinde büyük fırtınalara neden oldu.

Uzaklaşamadığımız, vazgeçemediğimiz bir evimiz var; Dünya. Peki Dünya ne kadar bizim?

Paleoproterozoyik zamanda fotosentez yapabilen bakteriler olan siyanobakteriler ortaya çıktı. Siyanobakterilerin fotosentez yaparak açığa çıkardığı oksijen, mikroorganizmalar açısından büyük bir yok oluşa sebep olsa da bugün bildiğimiz anlamdaki hayatın da müjdecisiydi. Tek hücreli bu miniminicik canlılar atmosferdeki oksijen oranını yükselterek biz çok hücreli canlılara yaşanabilir bir ekosistem oluşturdu.

Bütün bu deniz ve kara oluşumları, mevsimlerin meydana gelişi, oksijenin elverişli bir atmosfer oluşturuşu Dünya’nın başına başka pek çok şey getirdi tabii. Yeşil bitkiler, Kambriyen Patlaması adı verilen canlı çeşitliliğindeki olağanüstü artış… Bütün bunların arasında Kartopu Dünya olarak adlandırılan ilk buz çağını bile yaşadı Dünya.

Dünya üzerindeki yaşam gelişiyor ve değişiyordu. Ta ki… Büyük Yok Oluş’a kadar. Bilim adamları nedenini kesin olarak bilemese de Dünya tarihinin en büyük yıkımı Büyük Yok Oluş’la sudaki yaşamın %96’sı, karasal yaşamın da %70’i son buldu. Dünya'daki canlıların bir artıp bir azaldığı bu dönemde hayvanlar ve bitkiler karasal hayatı ele geçirdi.

Mezozoik dönemde ise havada ve karada sürüngenler devri başladı. Bu dönem, başı dinozorlar çekiyordu. Hikayenin sonu hepimizin bildiği gibi Chicxulub adındaki meteorun Meksika kıyılarına çarpmasıyla Dünya tarihinin bir devri daha kapandı. Meteorun çarpmasıyla suya karışan ve atmosfere yükselen sülfür, iklimin yeniden soğumasına sebep olmuştu. Bilim adamları bu soğumanın 25 derecelik bir sıcaklık düşüşüne neden olduğunu, hava sıcaklıklarının en az 15 yıl boyunca donma noktasının altında seyretmiş olabileceğini savunuyor.

  • Pangea ve Panthalassa, büyük kara ve büyük okyanus. Dünya’yı meydana getiren, birbirini sarıp sarmalayan iki dost. Ve onların altında gezip duran bazen saklanıp bazen şahlanan bir canavar; Magma.

Tektonik levhaları bir araya getiren de sonra birbirinden ayıran da Magma aslında. Bazen çatlaklardan sızıp kırılmalarla kıtaları birbirinden ayırıyor, bazen bir patlama noktasından volkanik adalar meydana getiriyor. Aralarda oluşan boşlukları ise Panthalassa doldurup bize okyanusları armağan ediyor. Bütün bunlar olurken kırılan, sıkışan, dönüşen Pangea yeni kıtalar, dağlar, ovalarla karşımıza çıkıyor.

Aslında Pangea tarihteki ilk süper kıta değil. Ama Dünya’ya nihai şeklini veren, bugün bildiğimiz kıtaları meydana getiren o. Pangea son süper kıta değil ama biz buralarda diğerlerini görecek kadar uzun kalacak mıyız o kısmı şüpheli. Dünya yavaş yavaş bugünkü dengesine yaklaşırken canlılar yeni bir şeye yönlendi; adaptasyon.

  • Günümüzdeki pek çok canlı ve bitki ile benzerlik içerisindeki canlılar bu değişimler sonrası hayatta kalabilmek için yeni ekolojik şartlara uyum sağladılar. İşte insanlık da tam bu tarihlerde Dünya sahnesine ayak bastı.

İnsanoğlu ise diğerlerinin aksine bütün bu değişim ve dönüşümün arasında hayatta kalabilmek için kendine bir müttefik buldu. Yerkürenin ta kendisi. Buzul çağında mağaralara sığınıp, sıcak iklimlerde kendine toprak altına sığınaklar yaptı. Dağlar, yer altı madenleri, taş, toprak, bitki… Doğanın sunduğu her şey kendini daha da Dünya’nın efendisi gibi hissetmesini sağladı. Ta ki bir gün dönüp Dünya’ya kim olduğunu sorana kadar.