Yıldırım’ın ütopyasını tarihe gömen mağlubiyet
HABER MASASI
Yıldırım Kosova'da Sırpları dize getirip, Haçlı Ordusu'nu Niğbolu'da yenerek Macaristan'ı da imparatorluk topraklarına katmıştı. İstanbul'u yeniden kuşatmışken, karşısına bu defa dindaşı Timur çıkmıştı. Yıldırım'ın Ankara yenilgisi ütopyası olan Türk birliği bozulmuş Osmanlı'nın Avrupa'da ilerleyişini yarım asırlık bir duraklamaya uğratmıştı.
Timurlenk Anadolu'ya ayak basmadan önce Halep, Şam ve Bağdat'ı talan edip ateşe vermiş, oradan gelip Sivas'ı ele geçirmişti. Şimdi sıra 'İslam'ın kılıcı' olduğunu iddia eden Yıldırım Bayezid'e gelmişti. Ama ordusu yorgundu; biraz oyalanmak için Osmanlı elçilerini çağırdı. Onlara “Duydum ki efendiniz kâfirlerle savaş ediyormuş, bu yüzden ordumuzla durduk. Müslüman bir ülkeyi batırmak ancak kâfirlerin işine yarar" diyerek yalancı bir diplomasi başlattı. Timur yıllardan beri elinden kaçmayı başaran ve nihayet Yıldırım'a iltica eden iki ezeli düşmanını, Bağdatlı Sultan Ahmed ile asi Türkmenbaşı Kara Yusuf'u kendisine teslim etmesini istiyordu. Kemah kalesinin eski sahibine iadesini de şart koşmuştu. Öte yandan ittifak arayışına girmiş, Bizans İmparatoru II. Manuel'le, Osmanlı tebaasından Tatarlarla, Türkmen beyleriyle, Ceneviz ve Fransız elçileriyle gizli görüşmeler yapıyordu.
O güne kadar Avrupa'nın tüm kâfirlerine diz çöktürmüş, doğuda ve batıda karşısına çıkan herkesi yenerek 'Yıldırım' unvanını hak etmiş, iktidarını İslam'ın gazilik tacıyla süslemiş Sultan Bayezid'in taviz vermesi söz konusu olamazdı. Anlaşma sağlanamayınca savaş kaçınılmaz hale gelmişti.
28 Temmuz 1402 sabahı iki ordu Çubuk Ovası'nda karşı karşıyaydı. Timur'un şehzadesi Şahruh ve torunları Halil Sultan ile Sultan Hüseyin sol kanada komuta ediyordu. Üçüncü oğlu Şehzade Miranşah ile torunu Ebu Bekir ise sağ kanadın başına geçmişlerdi. Merkez kuvvetlerin başında bir başka torunu Muhammed Sultan vardı. Bunların da önünde 1398'de Delhi'nin yağmalanmasında ele geçirilmiş 30 fil homurdanıyordu.
Yıldırım da maaile savaş meydanındaydı. Oğulları Musa, İsa ve Mustafa'yla beraber 5 bin yeniçeriden oluşan merkez kuvvetlerine bizzat komuta ediyordu. Sağ kanadın başında kayınbiraderi Sırp Lazaroviç, sol kanadın başındaysa diğer oğlu Süleyman Çelebi vardı.
Savaş meydanı bir çiçek bahçesiydi sanki; her tabur kendi renkleri içinde ışıl ışıl parlıyordu. Yeşil, mor, kızıl, parlak sarı, gök mavisi, beyaz renkli giysileri ve türlü renklerde kalkanları, kopuzları, sadakları, koşum takımları ve al sancaklarıyla askerler savaşa değil de düğüne gelmiş gibiydiler.
İki tarafa da tam bir sessizlik hâkimdi. Piyadeler mızraklarını doğrultmuş, kılıçlarını kınlarından çekmişlerdi. Süvariler, huysuzlanan atlarını zor zapt ediyorlardı. Derken savaşın başladığını haber veren nekkarelerin gümbürtüsü, zillerin çınlaması ve borazanların zort zortları sessizliği yırttı. Ok ve mızrak yağmuru gökyüzünü kara bir bulut gibi kaplamıştı. Çubuk Ovası, nal şakırtısına ve köslerin uğultusuna karışan vahşi naralarla inliyordu.
Timur'un askerleri, onların babaları ve oğulları, buraya gelinceye dek Doğunun görkemli kentlerini birer birer fethetmişlerdi. Antakya ve Halep'ten, Belh ve Bağdat'tan, Şam ve Delhi'den, Herat, Kabil, Şiraz ve İsfahan'dan geriye sadece harabeler kalmıştı. Bu adamlar koca Asya'yı bir baştan bir başa yakarak, yıkarak kat etmişlerdi. Her savaş alanında kestikleri insanların başlarından piramitler dikmişlerdi.
Yıldırım kafese konuldu mu?
Yıldırım'ın orduları ise 1389'da Kosova'da Sırpları, 1393'te Bulgarları dize getirip tebaası kıldıktan sonra Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'i kuşatmıştı. Şehir tam düşecekken ortaya çıkan Haçlı Ordusu'nu 1396'da Tuna üzerindeki Niğbolu'da yenerek Macaristan'ı da imparatorluk topraklarına katmıştı. 6 yıl sonra İstanbul'u yeniden kuşatmışken, karşısına bu defa dindaşı Timur dikiliyordu.
Ankara Savaşı'nın başlarında, Yıldırım'ın Sırp süvarileri ve sağ kanat ordusu, düşmanın sol kanadına yüklenerek geriletti. Timur bunun üzerine sağ kanadı yardıma sevk ederek saldırıyı püskürttü.
Tam bu esnada Yıldırım'ın Tatar askerleri saf değiştirdi. Timur aylar öncesinden Tatarları yüklü ganimet vaadiyle tarafına çekmişti. Bu, Osmanlı ordusunun kaderini tayin eden an oldu. Sol kanat komutanı Süleyman Çelebi bozguna uğramış ve Bursa'ya doğru kaçmaya başlamıştı.
Yıldırım'ın elinde o an itibarıyla bozguna uğramayan güç olarak sadece yeniçeriler kalmıştı. Savaşın bu anında Timur'un merkez ordusu önüne filleri katarak hücuma geçti. Sabahın alacasından hava kararıncaya kadar devam etti. Bir avuç yeniçeri Yıldırım'ı kahramanca korumaya aldı. “Gelgelelim bunlar tozu tarakla süpürmeye veya denizi kalburla boşaltmaya veya dağları gramla tartmaya çalışan bir adam gibiydiler". Nihayet Yıldırım Bayezid yakalanarak zincire vuruldu ve “kuş misali kafese tıkıldı".
Sonuçta Ankara Savaşı ve Sultan Bayezid'in saltanatı sona ermişti.
“Yıldırım'ın zincire vurulup kafeslendiği" konusunda tarihçiler hemfikir değil. Çünkü Ankara Savaşı'nın canlı tanığı olan iki tarihçiden biri olan Şerafeddin Ali Yezdi, Timur'un esir Sultana karşı son derece centilmence davrandığını yazıyor. Diğeri Suriyeli Ahmed ibn Arabşah ise tam tersini söylüyor. Bu yağcılığın ve nefretin arkasında kişisel bir menfaat ve husumet saklı. Ali Yezdi, aslında Timur'un resmî vakanüvisiydi; Arabşah ise Timur'dan ölümüne nefret eden biri...
Timur'un 1401'de Şam'ı yağmalaması sırasında, Arabşah henüz 8-9 yaşındayken annesi ve kardeşleriyle Semerkand'a götürülüp köle pazarında satılmış. Şanslıymış, çünkü ondaki cevheri fark eden sahibi Arabşah'ı iyi yetiştirip okutmuş. Farsça, Türkçe, Moğolca öğrenmesini sağlamış. Sonra İran'ın, Suriye'nin, Anadolu'nun meşhur medreselerinde öğrenci olmuş. Tesadüf eseri tanıştığı Yıldırım'ın oğlu Şehzade Mehmed'in maiyetine girmiş. Bu görevdeyken Yıldırım'ın ordusuyla Ankara Savaşı'na katılarak, Şam'dan sonra bir de Ankara'da Timur'un vahşetine tanık olmuş. Bu yüzden kaleme aldığı hatıratında ona olan öfkesini saklayamıyor.
Arabşah'a göre Timur, Ankara galibiyetinin ardından verdiği kutlama ziyafetine kafes içinde Yıldırım'ı da getirtmiş: “Osmanoğlu Bayezid, sakilerin kendi yoldaşları olduğunu gördü; hemen hepsi karıları ve cariyeleriydi. O an dünyası karardı, bağrı yandı, yüreği daraldı, ciğeri söküldü, içinin derinliklerinden iniltiler yükseldi, ölüm acısının bundan tatlı olacağını düşündü. İnsafsız kasap (Timur) yeniden açılmış yaralarına tuz basıyordu."
Kafes değik de tahtırevan mı?
Ali Yezdi'ye göre ise 'Muzaffer hükümdar Timur', Bayezid'e kısa bir nutuk çekerek haksız olduğunu, kendi eliyle kendi sonunu hazırladığını, aslında kendisiyle savaşmak istemediğini söyledi:
“Çünkü biliyordum ki sen kâfirlere karşı savaşıyordun. Seni yumuşak sözlerle yola getirmeye çalıştım. Öğütlerime kulak verseydin niyetim, din uğruna çarpışan ordunu güçlü silahlarla donatmak, sana hem para, hem de asker sağlamaktı." Ardından Timur sözlerine şöyle devam etti:
Doğrusu Yıldırım'ın akıbeti konusunda ne Arabşah'a, ne de Timur'un oğlu Şahruh'un özel kaleminde vakanüvis olan Ali Yezdi'ye güvenebiliriz. Ancak Timur'un mağlup ettiği hükümdarları aşağılamak yerine onları vergilendirerek yerlerinde tuttuğu biliniyor. Nitekim Bayezid'in oğullarına da aynen bunu yaptı. Süleyman Çelebi'ye babasının Avrupa'daki topraklarını ve başkent Edirne'yi vermişti. Şehzade Süleyman Timur'a yazdığı mektupta şükranlarını sunuyor ve “babasına gösterdiği saygın muameleden" ötürü minnettarlığını ifade ediyordu.
“Yıldırım'ın zincire vurulup kuş misali kafeslendiği" meselesine gelince, Arapşah'ın bu iddiası doğru olmayabilir. Zira 'kafes' kelimesi o zamanlarda 'tahtırevan' anlamına da geliyordu. Bu nedenle Bayezid, Timur'un huzuruna tahtırevanla da getirilmiş olabilir.
Hıristiyanlığın son kalesi İzmir'e doğru
Timur'un ordusu Ankara'nın ganimetini aldıktan sonra sanki bir gül bahçesindeymiş gibi elini kollunu sallayarak Bursa'ya gitti; kenti yağmaladı, yıktı yaktı. Oradan güneye yöneldi. O zaman İzmir, Hıristiyanlığın Anadolu'daki son kalesiydi ve burada 11. yüzyılda Kudüs'te kurulan dinî ve askerî tarikat mensubu St. Jean Şövalyeleri hüküm sürüyordu. Ancak şövalyeler Timur'a karşı fazla direnemediler.
O zaman Avrupa'nın güçsüz, hepsi birbiriyle kavgalı ve eli sıkı krallarında şafak attı. Yıldırım'a karşı destekledikleri Timur ya İzmir'le yetinmeyip daha da batıya yönelirse? Muhtemelen böyle bir saldırının önünü almak için İngiltere Kralı IV. Henry, Fransa Kralı VI. Charles ve İspanya Kralı III. Enriquez, “en şanlı, en yüce, en kahraman Timur"a tebrik ve iyi niyetlerini ifade eden hediyeler ve dalkavukça mektuplar göndermeye başladılar. Bir yandan Bayezid'i yenen kişiye minnet duyuyor, diğer yandan Asya'nın karanlıklarından ansızın peyda olan bu gizemli zorbanın Ege'yi geçip daha batıya gelmesinden korkuyorlardı.
Ama korkuları yersiz çıktı. Timur'un batıya gitmeye hiç niyeti yoktu. O zaten amacına ulaşmıştı. Yıllar yılı kendisini 'Topal sultan' diye hor gören Kahire, Şam, Bağdat ve Osmanlı sultanlarına galip gelmişti. Şimdi sıra, ömrünün son hayali olan Çin seferine gelmişti. Kışı ordusuyla Azerbaycan-Karabağ'da geçirdikten sonra 1404 baharında Çin'le savaşı başlattı. Fakat yarı yolda, 1405'te seferdeyken çadırında öldü.
Timur karmakarışık bir Anadolu bırakmıştı. Yıldırım'ın ütopyası olan Türk birliği bozulmuş, Anadolu toprakları yeniden beyliklere bölünmüştü. Yıldırım'ın çocukları aralarında taht kavgasına tutuştular. Biri Edirne'yi, diğeri Bursa'yı başkent ilan ederken, diğerleri dağa çıktılar.
Yine bu mağlubiyet yüzünden Osmanlı'nın Avrupa'da ilerleyişi yarım asırlık bir duraklamaya uğradı. Rumeli'de kazanılmış birçok kent Bizans'ın ve İtalyan şehir devletlerinin eline geçti. Dolayısıyla yıkılmak üzere olan Bizans'ın ömrü biraz daha uzamış oldu.
O güne kadar Avrupa'nın tüm kâfirlerine diz çöktürmüş, doğuda ve batıda karşısına çıkan herkesi yenerek 'Yıldırım' unvanını hak etmiş, iktidarını İslam'ın gazilik tacıyla süslemiş Sultan Bayezid'in taviz vermesi söz konusu olamazdı. Anlaşma sağlanamayınca savaş kaçınılmaz hale gelmişti.
28 Temmuz 1402 sabahı iki ordu Çubuk Ovası'nda karşı karşıyaydı. Timur'un şehzadesi Şahruh ve torunları Halil Sultan ile Sultan Hüseyin sol kanada komuta ediyordu. Üçüncü oğlu Şehzade Miranşah ile torunu Ebu Bekir ise sağ kanadın başına geçmişlerdi. Merkez kuvvetlerin başında bir başka torunu Muhammed Sultan vardı. Bunların da önünde 1398'de Delhi'nin yağmalanmasında ele geçirilmiş 30 fil homurdanıyordu.
Yıldırım da maaile savaş meydanındaydı. Oğulları Musa, İsa ve Mustafa'yla beraber 5 bin yeniçeriden oluşan merkez kuvvetlerine bizzat komuta ediyordu. Sağ kanadın başında kayınbiraderi Sırp Lazaroviç, sol kanadın başındaysa diğer oğlu Süleyman Çelebi vardı.
Savaş meydanı bir çiçek bahçesiydi sanki; her tabur kendi renkleri içinde ışıl ışıl parlıyordu. Yeşil, mor, kızıl, parlak sarı, gök mavisi, beyaz renkli giysileri ve türlü renklerde kalkanları, kopuzları, sadakları, koşum takımları ve al sancaklarıyla askerler savaşa değil de düğüne gelmiş gibiydiler.
İki tarafa da tam bir sessizlik hâkimdi. Piyadeler mızraklarını doğrultmuş, kılıçlarını kınlarından çekmişlerdi. Süvariler, huysuzlanan atlarını zor zapt ediyorlardı. Derken savaşın başladığını haber veren nekkarelerin gümbürtüsü, zillerin çınlaması ve borazanların zort zortları sessizliği yırttı. Ok ve mızrak yağmuru gökyüzünü kara bir bulut gibi kaplamıştı. Çubuk Ovası, nal şakırtısına ve köslerin uğultusuna karışan vahşi naralarla inliyordu.
Timur'un askerleri, onların babaları ve oğulları, buraya gelinceye dek Doğunun görkemli kentlerini birer birer fethetmişlerdi. Antakya ve Halep'ten, Belh ve Bağdat'tan, Şam ve Delhi'den, Herat, Kabil, Şiraz ve İsfahan'dan geriye sadece harabeler kalmıştı. Bu adamlar koca Asya'yı bir baştan bir başa yakarak, yıkarak kat etmişlerdi. Her savaş alanında kestikleri insanların başlarından piramitler dikmişlerdi.
Yıldırım kafese konuldu mu?
Yıldırım'ın orduları ise 1389'da Kosova'da Sırpları, 1393'te Bulgarları dize getirip tebaası kıldıktan sonra Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'i kuşatmıştı. Şehir tam düşecekken ortaya çıkan Haçlı Ordusu'nu 1396'da Tuna üzerindeki Niğbolu'da yenerek Macaristan'ı da imparatorluk topraklarına katmıştı. 6 yıl sonra İstanbul'u yeniden kuşatmışken, karşısına bu defa dindaşı Timur dikiliyordu.
Ankara Savaşı'nın başlarında, Yıldırım'ın Sırp süvarileri ve sağ kanat ordusu, düşmanın sol kanadına yüklenerek geriletti. Timur bunun üzerine sağ kanadı yardıma sevk ederek saldırıyı püskürttü.
Tam bu esnada Yıldırım'ın Tatar askerleri saf değiştirdi. Timur aylar öncesinden Tatarları yüklü ganimet vaadiyle tarafına çekmişti. Bu, Osmanlı ordusunun kaderini tayin eden an oldu. Sol kanat komutanı Süleyman Çelebi bozguna uğramış ve Bursa'ya doğru kaçmaya başlamıştı.
Yıldırım'ın elinde o an itibarıyla bozguna uğramayan güç olarak sadece yeniçeriler kalmıştı. Savaşın bu anında Timur'un merkez ordusu önüne filleri katarak hücuma geçti. Sabahın alacasından hava kararıncaya kadar devam etti. Bir avuç yeniçeri Yıldırım'ı kahramanca korumaya aldı. “Gelgelelim bunlar tozu tarakla süpürmeye veya denizi kalburla boşaltmaya veya dağları gramla tartmaya çalışan bir adam gibiydiler". Nihayet Yıldırım Bayezid yakalanarak zincire vuruldu ve “kuş misali kafese tıkıldı".
Sonuçta Ankara Savaşı ve Sultan Bayezid'in saltanatı sona ermişti.
“Yıldırım'ın zincire vurulup kafeslendiği" konusunda tarihçiler hemfikir değil. Çünkü Ankara Savaşı'nın canlı tanığı olan iki tarihçiden biri olan Şerafeddin Ali Yezdi, Timur'un esir Sultana karşı son derece centilmence davrandığını yazıyor. Diğeri Suriyeli Ahmed ibn Arabşah ise tam tersini söylüyor. Bu yağcılığın ve nefretin arkasında kişisel bir menfaat ve husumet saklı. Ali Yezdi, aslında Timur'un resmî vakanüvisiydi; Arabşah ise Timur'dan ölümüne nefret eden biri...
Timur'un 1401'de Şam'ı yağmalaması sırasında, Arabşah henüz 8-9 yaşındayken annesi ve kardeşleriyle Semerkand'a götürülüp köle pazarında satılmış. Şanslıymış, çünkü ondaki cevheri fark eden sahibi Arabşah'ı iyi yetiştirip okutmuş. Farsça, Türkçe, Moğolca öğrenmesini sağlamış. Sonra İran'ın, Suriye'nin, Anadolu'nun meşhur medreselerinde öğrenci olmuş. Tesadüf eseri tanıştığı Yıldırım'ın oğlu Şehzade Mehmed'in maiyetine girmiş. Bu görevdeyken Yıldırım'ın ordusuyla Ankara Savaşı'na katılarak, Şam'dan sonra bir de Ankara'da Timur'un vahşetine tanık olmuş. Bu yüzden kaleme aldığı hatıratında ona olan öfkesini saklayamıyor.
Arabşah'a göre Timur, Ankara galibiyetinin ardından verdiği kutlama ziyafetine kafes içinde Yıldırım'ı da getirtmiş: “Osmanoğlu Bayezid, sakilerin kendi yoldaşları olduğunu gördü; hemen hepsi karıları ve cariyeleriydi. O an dünyası karardı, bağrı yandı, yüreği daraldı, ciğeri söküldü, içinin derinliklerinden iniltiler yükseldi, ölüm acısının bundan tatlı olacağını düşündü. İnsafsız kasap (Timur) yeniden açılmış yaralarına tuz basıyordu."
Kafes değik de tahtırevan mı?
Ali Yezdi'ye göre ise 'Muzaffer hükümdar Timur', Bayezid'e kısa bir nutuk çekerek haksız olduğunu, kendi eliyle kendi sonunu hazırladığını, aslında kendisiyle savaşmak istemediğini söyledi:
“Çünkü biliyordum ki sen kâfirlere karşı savaşıyordun. Seni yumuşak sözlerle yola getirmeye çalıştım. Öğütlerime kulak verseydin niyetim, din uğruna çarpışan ordunu güçlü silahlarla donatmak, sana hem para, hem de asker sağlamaktı." Ardından Timur sözlerine şöyle devam etti:
Ali Yezdi, Yıldırım'ın 'misafir' gibi ağırlandığına okuru ikna eder. Hatta Sultan esaret altındayken 1403'te öldüğünde, Timur'un gözyaşlarına hâkim olamayarak ağladığını bile yazar.“Savaşta talih benden yanaydı, Allah'a şükran borcum var; bu yüzden sana ve maiyetindekilere fena davranmayacağımdan emin olabilirsin."
Doğrusu Yıldırım'ın akıbeti konusunda ne Arabşah'a, ne de Timur'un oğlu Şahruh'un özel kaleminde vakanüvis olan Ali Yezdi'ye güvenebiliriz. Ancak Timur'un mağlup ettiği hükümdarları aşağılamak yerine onları vergilendirerek yerlerinde tuttuğu biliniyor. Nitekim Bayezid'in oğullarına da aynen bunu yaptı. Süleyman Çelebi'ye babasının Avrupa'daki topraklarını ve başkent Edirne'yi vermişti. Şehzade Süleyman Timur'a yazdığı mektupta şükranlarını sunuyor ve “babasına gösterdiği saygın muameleden" ötürü minnettarlığını ifade ediyordu.
“Yıldırım'ın zincire vurulup kuş misali kafeslendiği" meselesine gelince, Arapşah'ın bu iddiası doğru olmayabilir. Zira 'kafes' kelimesi o zamanlarda 'tahtırevan' anlamına da geliyordu. Bu nedenle Bayezid, Timur'un huzuruna tahtırevanla da getirilmiş olabilir.
Hıristiyanlığın son kalesi İzmir'e doğru
Timur'un ordusu Ankara'nın ganimetini aldıktan sonra sanki bir gül bahçesindeymiş gibi elini kollunu sallayarak Bursa'ya gitti; kenti yağmaladı, yıktı yaktı. Oradan güneye yöneldi. O zaman İzmir, Hıristiyanlığın Anadolu'daki son kalesiydi ve burada 11. yüzyılda Kudüs'te kurulan dinî ve askerî tarikat mensubu St. Jean Şövalyeleri hüküm sürüyordu. Ancak şövalyeler Timur'a karşı fazla direnemediler.
O zaman Avrupa'nın güçsüz, hepsi birbiriyle kavgalı ve eli sıkı krallarında şafak attı. Yıldırım'a karşı destekledikleri Timur ya İzmir'le yetinmeyip daha da batıya yönelirse? Muhtemelen böyle bir saldırının önünü almak için İngiltere Kralı IV. Henry, Fransa Kralı VI. Charles ve İspanya Kralı III. Enriquez, “en şanlı, en yüce, en kahraman Timur"a tebrik ve iyi niyetlerini ifade eden hediyeler ve dalkavukça mektuplar göndermeye başladılar. Bir yandan Bayezid'i yenen kişiye minnet duyuyor, diğer yandan Asya'nın karanlıklarından ansızın peyda olan bu gizemli zorbanın Ege'yi geçip daha batıya gelmesinden korkuyorlardı.
Ama korkuları yersiz çıktı. Timur'un batıya gitmeye hiç niyeti yoktu. O zaten amacına ulaşmıştı. Yıllar yılı kendisini 'Topal sultan' diye hor gören Kahire, Şam, Bağdat ve Osmanlı sultanlarına galip gelmişti. Şimdi sıra, ömrünün son hayali olan Çin seferine gelmişti. Kışı ordusuyla Azerbaycan-Karabağ'da geçirdikten sonra 1404 baharında Çin'le savaşı başlattı. Fakat yarı yolda, 1405'te seferdeyken çadırında öldü.
Timur karmakarışık bir Anadolu bırakmıştı. Yıldırım'ın ütopyası olan Türk birliği bozulmuş, Anadolu toprakları yeniden beyliklere bölünmüştü. Yıldırım'ın çocukları aralarında taht kavgasına tutuştular. Biri Edirne'yi, diğeri Bursa'yı başkent ilan ederken, diğerleri dağa çıktılar.
Yine bu mağlubiyet yüzünden Osmanlı'nın Avrupa'da ilerleyişi yarım asırlık bir duraklamaya uğradı. Rumeli'de kazanılmış birçok kent Bizans'ın ve İtalyan şehir devletlerinin eline geçti. Dolayısıyla yıkılmak üzere olan Bizans'ın ömrü biraz daha uzamış oldu.