II. Abdülhamid’e ittihatçı sansür
1909 cep takviminde hangi padişaha İttihatçı sansürü uygulanmış, hanedanın erkekleri arasında resmine dahi yer verilmemişti? Tabii Abdülhamid’e. Devrine ‘Osmanlı tarihinde misli görülemeyecek kadar korkunç’ diyen devrimci takvimi Prof. Dr. Hüsrev Hatemi Derin Tarih dergisinde mercek altına aldı.
Elimde Rumî 1325 senesine (1909) ait bir cep takvimi var. Musavver ve muhtıralı (resimli ve hatırlatıcı notlu). Hicrî-Kamerî takvime göre 1327 ve 1328 yıllarına ait. Hazırlayan ve yayınlayan: Hariciye (Dışişleri) memurlarından Mehmed Ali. İstanbul Vatan Matbaası’nda basılmış, takvim kısmı 70 sayfada bittikten sonra ayrıca kuşe kâğıdına basılmış 30 sayfalık “Hanedan-ı Âl-i Osman” bölümünde Osmanlı Hanedanının erkek üyelerinin resimleri var. Tam bir İttihatçı zihniyetiyle yaşayan bütün şehzadelerin adları ve doğum tarihleri babalarının adıyla verildiği halde Sultan Abdülhamid’in şehzadelerinin baba adı verilmemiş. Resimler arasında Abdülhamid de yok.
Takvimi hazırlayan Mehmet Ali Bey’in en fazla önem verdiği bölüm, “Tarihçemiz ve İnkılab-i âhir-i mübârekimiz” başlığını taşıyor. Diyor ki:
“Hiçbir devlet, terakkiyat-i zamanîyeye terdif-i â’mâl etmedikçe pâyidar olamaz. Tevakkuf (duraklama), mevt (ölüm) ile neticelenir bir hastalıktır. Devletleri ve milletleri bu mühlik (tehlikeli) marazdan kurtaran devâya “inkılab” ismi verilir. A’sârı-ı âhire (son yüzyıllar) tarihine bakılsa, tevakkufta sebat eden, inkılab ile yeni bir hayata mazhar olmayan devlet ve milletler istiklâllerini kayb etmişler, diğer devletlerin boyunduruğu altına düşmüşlerdir. Düşeceğini hissedenler intibah eyleyenler (uyananlar) inkılaba tevessül ile (başvurarak) bekalarını temine çalıştılar (hayatlarının sürmesine çalıştılar). Çin hükümeti gibi kudemaperestlikte (geleneklere ve atalara bağlılıkta) misal olan bir devlet kavid-i inkılabiyeyi (inkılabın kurallarını) kabule mecbur olmuştur. Bize gelince, inkılab-ı mübarekimizi hükümetimiz değil milletimiz meydana getirdi.
Devlet-i Osmaniye’nin kuruluşu bir inkılab idi. Şimdiki Osmanlı ülkesinin o vakitki sahibleri bir taraftan tevakkuf ve tedenniye (duraklama ve gerilemeye) diğer taraftan ahlâksızlığa mübtelâ olmuştu.
Bu sebeple namuslu, ahlâklı ve hâhişger-i terakki (ilerlemeye istekli) olan Osmanlılar, bir avuç kişi olmalarına rağmen cesim memleketleri, milyonlarca insanları taht-ı itaatlarına (yönetimlerine) aldılar.
Fütuhat (fetihler) devresinin daha ibtidâsında tanzim-i umur (işlerin düzenlenmesi) ve tesis-i kavanin (kanun koyuculuk) başladı.
Sultan Orhan zamanında Alaeddin Paşa marifetiyle yapılan kavanin (kanunlar) Devlet-i Osmaniye’yi vaktin en adil ve en muntazam devleti yaptığı gibi, kavanin-i askeriye (askerlik kanunları) dahi tarihin gösterdiği en şeci ve en muntazam askerlerden biri olan “Yeniçeri” ocağını meydana çıkardı.
Kanun-i tabîatta (doğa kanununda) tevakkuf (duraklama) yoktur. Sanki bir mûnâdi-i hâtifî, her dakikâ ekvâna (evrene), insana “ileri” narasıyla şehrâh-i terakkiyi gösterir (ilerleme anayolunu gösterir).
Zâten âlem dâima “Âdem” demek, tahavvülât (değişim-dönüşümler) istihalat-ı mütemâdiye (sürekli evrimler) demek değil midir?
Sultan Orhan zamanında yapılan kanunlar, torunu Sultan Süleyman-ı Kanuni zamanında tedvir-i umura (işleri çevirmeye) kâfi gelmemeğe başlamış idi. O zamanın ricâli, hele o büyük pâdişah bunu hissettiler. Kavanin tadil ve ikmal edildi (değiştirildi ve tamamlandı). Bu inkılab-i sulhperverâneden umulan netice çıkmadı. İnhitat devri başlamış idi. Çünkü insaniyetin başka bir terakki çığırı tuttuğunu müdelabirin-i umur (önlem almaları gerekenler) ve erbab-ı siyaset takdir edemiyorlardı. Avrupa’da “Rönesans” yani intibah başlamış, biz ise bunun haricinde kalmıştık. Pek acı tecrübeler, bizi îkaz edemedi. Metânet-i dîniye yerine taassub-i sûretperestâne (dini inanç sağlamlığı yerine şekilci bir tutuculuk), Fikr-i terakki (ilerleme düşüncesi) yerine inâd-ı tevakkufcûyane (duraklamayı isteyen bir inad), Şecaat (kahramanlık) yerine teâzum-i küstâhane (küstahça büyüklenme), meşhur Türk istikameti (doğruluğu) yerine hîle kaim olmuştu. İnhitat (gerileme ve çökmeye gidiş) sür’atle devâma başladı. Aldığımız memalîk-i vasîayı (geniş ülkeleri) birer birer kaptırmaya başladık. Pâdişah-i hamiyyetperver (yurtsever padişah) Selim-i Sâlis (III. Selim) esbab-ı inhitatı (gerileme sebeplerini) pek güzel keşfetmişti.
Ne çâre ki pek güzel düşünen o mübârek padişahta kudret-i idâre ve metânet-i icrâ nakıs, heyet-i müdîre ise câhil ve mutaassıp idi (Ne çâre ki güzel düşünceli ve kutlu olan o padişahta yönetim gücü ve kararlarını yürütme sağlamlığı eksik, devrin idârecileri ise cahil ve tutucu idi). O cevheri (III. Selim) kaba ve kanlı eller kırdılar.
Sultan Mahmud, Sultan Selim-i Şehîdin intikamını aldı. Fakat maatteessüf devr-i istibdadın en kerîh safhası (itici dönemi) başladı. Sultan Mahmud millet için değil kudret-i mutlaka-i hânedanını takviye için çalışmıştır.
Sultan Abdülmecid hayırhah bir padişah idi. Zaman pek değişmiş Avrupalılarla bizim aramızda ilm ü Kemâl (bilim ve gelişme) itibarıyla uzun mesafeler olmuştu. Bu devrin ricâli içinde güzel düşünür, hamiyetli terakkiperver adamlar var idi. Mukaddime-i inkılab (evrim girişimi) olmak üzere Gülhane Hattı-ı Hümâyunu neşr edildi. Heyhat ki istibdad (monarşi) esası üzerine medeni ve hâl-i hâzıra (çağdaş duruma) muvafık bir bina tesis olamayacağından bu Hatt’dan beklen fâide hâsıl olmadı. Bir Aralıdirilmiş gibi görünen vücud-i devlet (devletin varlığı) yine yuvarlandı. Sultan Abdülaziz zamanındaki yolsuzluklar, sahte terakkiler vücud-i devleti pek kansız bırakmış idi. Daha o vakit Midhat Paşa merhum’un taht-ı riyâsetinde (başkanlığında) bir “Jön Türk” hey’eti teşekkül etti. Sultan Murad merhumdan, millet teceddüd (yenilik) ve inkılabını bekliyordu.
Felek buna müsaade etmedi. Mübtela olduğu maraz sebebiyle hal’ edildi. Makam-ı Saltanata, gayet muhibbi-i istibdad olan (aşırı monarşi yanlısı) Sultan Abdülhamid getirildi.
İbtida-yi saltanatta (salnatanın başlangıcında) Meclis-i Millî (Parlamento) açıldı. Lâkin heyet-i istibdad, Jön Türklere galebe etti. Midhat Paşa mahvedildi, Meclis kapandı. Rusya ile muharebeyi ve birçok yerleri kaybetti. Bu dakikadan itibâren devr-i meşhur-i istibdad başladı. 30 sene devam etti. Bu devir, tarihinde misli görülemeyecek kadar hevlengiz (korkunç) oldu. Devlet bir sür’at-i berkıyye (yıldırım hızı) ile mahv ve inkıraza (mahvolup çökmeye) doğru koşuyordu. Millet hâb-i gaflete dalmış, ezilmiş bitmiş idi. İşte bu hengâmda şubban-i vatan (vatan gençliği) arasında faaliyet-i intibahkârane (uyanış etkinliği) başladı. Mekteb-i Tıbbiye, mehd-i hürriyet (özgürlük beşiği) oldu.
Sükûti, Cevdet, Hikmet, Rodoslu Süleyman, İbrahim Edhem, Reşid ve arkadaşları İttihad ve Terakki Cemiyetini tesis ettiler. Paris’e firar etmiş olan Ahmed Rıza Bey de onlara iltihak etti (katıldı). Mücadele-yi kalemiye başladı. Fikr-i vatanperverî bütün mekteplere sardı. Hükümet zulmünü hadd-i gayeye (son sınırına) götürdü. “Kurban” devresi ismi verilmek lâzım gelen bu devrede zindanlar, menfalar evlâd-ı vatan ile doldu.
Lâkin nâire-yi hürriyet (özgürlük ateşi) tûfan-ı i’tisaf (doğru yoldan sapma tufanı) ile söndürülemedi. Selanik İttihad ve Terakki Şubesine ve Üçüncü Ordumuzun Zabitan-ı hamiyyetmendine iltihak etti. Onlar vasıtasıyla askerlerimiz haris-i istibdad olmak şaibesinden kurtarıldı. Eyüp Sabri, Enver, Niyâzi ve rüfeka-yi muhteremesi gibi zevat-ı kiramın alem-i hürriyeti (özgürlük bayrağını) kaldırmaları üzerine 10 Temmuz 1324 senesi tarihinde meşrutiyet tekrar ilan olundu.
İnkılabı husule getirenler uluvv-i cenâbı ve itidali (yüce ruhlu ve ılımlı davranışı) tenkil ve şiddete (tepeleme ve şiddete) tercih etmişler ve gerek padişah-ı müstebidi ve gerek bir kısım erbab-ı istibdadı mevkilerinde bırakmışlardır.
Ahvalin müşkilât-i tabiiyesinden istifade bir kısım erbab-ı kalem ve bazı fırkalar, İttihad ve Terakki Cemiyetini şiddetle tenkide başlayarak, İstanbulca nüfûz-i cem’iyetin rahnedar olmasını müteakip Abdülhamid-i Sâni, büyük bir maharetle iade-i istibdada teşebbüs etti. Millet ve cemiyetin hamiyyet ve salâbetine itimad ettiği Avcı Taburları para ile iğfal edildi. Bu geçen Martın son günü, Dersaadet’te (İstanbul’da) mevcut olan asker, Meclis-i Mebusan karşısında toplanarak ilân-ı isyan ettiler. İstibdad avdet etti. Müdahale-yi ecnebîyeye (dış müdahaleye) yol açmak ve Meclisi lağv etmek üzere Hristiyanları katliam tertipleri yapıldı. İttihad ve Terakki Merkezlerinin Rumeli’de faaliyet ve nüfuzu 3. ve 2. Ordu’nun hamiyet ve namusu, vatan-ı muazzezimizi bir inkıraz-ı muhakkakdan (kesin çöküşten) bir kere daha kurtardı. 3. Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa kumandasında hareket eden ve asâkir-i Osmaniye ile hamiyetli akvam-ı Osmaniye-yi muhtelife gönüllülerinden (vatansever Osmanlı halkları gönüllülerinden) mürekkeb ve Hüsnü Paşa ve Eyüp Sabri, Enver ve Niyazi ve Muhiddin ve Remzi ve Muhtar Beyler gibi ümerâ ve dilâveran-ı hürriyet ile müzeyyen Hürriyet Ordusu, İstanbul’u derakab muhasara altına alarak, Nisanın 11. günü, üç koldan İstanbul’a dahil etti. Kışlalar birer birer muhasara ve asakir-i bağiyye (isyancı askerler) teslim-i silâha icbar edildi.
En sonu Yıldız (Sarayı) muhasaraya alınarak (kuşatılarak) şehr-i hâlin (aynı ayın) 14. Salı günü Feth olundu. O gün taraf-ı Meşihatten (Şeyhülislamlık makamından) verilen fetva ve Meclis-i Milli’nin kararı üzerine Abdülhamid-i Sani hal’ edilerek makam-ı muâlla-yi hilafet ve saltanata veliahd Reşad Efendi Hazretleri “Sultan Muhammed Hân-ı Hâmis (Beşinci Mehmed Han) unvanı ile cülüs ettirildi. Hamid-i Sâni ise berâ-yi ikamet Selanik’e i’zam olundu. Bugün devletimiz bir hükûmet-i meşrutadır. İrtica (geri dönüş) artık mümkün değildir. Bu inkılab-i sâni sayesinde hükümetimiz bir inkıraz-ı muhakkak-ı kat’iyyeden kurtulmuştur. Bundan sonra şehrah-i tealî ve terakkide (yükselme ve ileri gitme ana yolunda) sür’atle ilerlememiz ve harabezâra (viraneliğe) benzeyen vatanımızı tamire muvaffakiyetimiz eltâf-ı Huda’dan me’muldur (tamirdeki başarımızı, Allah’ın lütfundan dilemekteyiz).