Zühd; o kadim perhiz
Hadisleri ilk defa tedvin eden âlim tabiî İbn Şihâb ez-Zührî’nin yanında zahid kimsenin halini vasfederler bir gün. Zührî şu tarifi verir: “Zâhid, haram sabrına, helal şükrüne galip gelmeyen kişidir.”
Abdullah b. Mübarek buna gizlilik kaydını ekler: “Zühdün en faziletlisi, en saklı olanıdır.”
Burada havf ve reca arasındaki dengenin, aslî ifadesiyle haşyetullahın Ziyad Abdu Ayyâş b. Ebu Rabîa’nın dilindeki ifadesi: “Duadan engellenmem, benim için duamın kabulünden engellenmekten daha korkunçtur.”
Bu korkuyla ilgili olarak Ömer b. Abdulaziz Medineli aynı abdâl zahide “Ey Ziyad! Yaşadığım durumdan dolayı Allah’tan korkuyorum” diye yakınmıştır. Ziyâd’ın cevabı şöyledir: “Bense korkmandan korkmuyorum. Senin hakkında tek korkum, korkmaman olur.”
Hulefâ-i raşidîn bakiyyesi Ömer b. Abdulaziz’in bir hutbesi okura bir şeye sahip olmanın ancak onu elden çıkarabilmekle anlaşılacağını anlatıyor. Üstelik yerine verilen sabırsa… Muhammed b. Amr b. Alkame anlatıyor:
- “Ömer b. Abdulaziz’i insanlara şöyle hutbe verirken işittim: Allah nimet verdiği bir kulun elinden o nimeti aldığında, onun bedeli olarak kendisine sabır lütfederse, bu bedel, Allah’ın o kuldan aldığı şeyden daha değerlidir.” Müminlerin halifesi ardından şu ayeti okudu: “Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer, 39/10)
Sabır, numune halifenin dedesi el-Faruk’un şükürle birlikte tereddütte kaldığı cevheri haslettir. Ebu Abdulhamid Hz. Ömer’in şu sözünden daha ilginç bir söz duymadığını söyler: “Eğer sabır ve şükür iki deve olsaydı, hangisine bineceğimi bilemezdim.”
Hakkın nazarındaki menzilemizin halktaki itibarımızla uyumlu olması ne garip! Hz. Ömer’in Sad b. Ebu Vakkas’a yazdığı mektubu okuyoruz: “Ey Sa’d! Allah bir kulu sevdiği zaman, onu mahlûkatına sevdirir. O halde Allah katındaki dereceni insanlar katındaki değerinle ölç ve şunu da bil: Allah katında itibarın, Allah’ın senin katındaki itibarının aynısıdır.”
Bir ibadet ehlinin nasihatidir: “Yanında sana olan iyiliğini unutan kişiyle arkadaşlık et.”
“Nasılsanız, öyle idare olunursunuz” kelam-ı kibarının bir tezahürü… Emevî halifesi Abdulmelik b. Mervân bir gün minberde şunu söyler: “Bize insaf etmez misiniz ey cemaat! Bizden Ebubekir ve Ömer’inki gibi hal ve hareket istiyorsunuz; fakat siz ne kendinize ne bize karşı Ebubekir ve Ömer’in halkı gibi hareket etmiyorsunuz.”
Hikmetli sözün, hilmli lisanın ehemmiyeti sadedinde hikâye olunur: Ziyad’ın azadlı kölesi Süleym, Hz. Muaviye’nin yanında Ziyad’la övünmüştür. Muaviye “Sus” der kendisine; “Vallahi arkadaşının kılıçla elde ettiklerinin daha fazlasını ben dilimle elde ettim.”
Fuzuli kelamın fuzuli nazarla irtibatı var. Rivayet odur ki bir genç rüya tabiriyle meşhur fakih ve muhaddis İbn Sîrîn’in evine geldiğinde tuğla döşemesindeki orantısızlık dikkatini çeker ve “Neden şu tuğla diğerinden daha yüksekte?” diye sorar. Ebu Hureyre, Zeyd b. Sabit ve Hüzeyfe b. Yemân (r.anhüm) gibi sahabe-i güzînin talebesi olan tabiî der ki: “Yeğenim! Fuzuli yere bakmak, fuzuli konuşmaya davetiye çıkarır.”
İbrahim Aleyhisselam ateşe atıldığında Cibril Aleyhisselam “Ey halîlullah! Bir ihtiyacın, isteğin var mı?” diye sormuştur. Hz. İbrahim’in cevabı: “Senden yok.”
İsa b. Meryem aleyhisselamı yakıştıramadıkları kimselerin yanından çıkarken gördüklerinde “Ey rûhullah! Onun yanında ne yapıyorsun?” diye serzenirler. Buyurur ki: “Ancak tabip hastaya gelir.”
Yine halkın ona sayıp sövdüğü bir an. Kim ne şer demişse nebî-i zîşan hayrla karşılık verir. Havarilerden biri hayret ve sitem etmektedir: “İnsanlar sana şerri artırdıklarında hayr diyorsun. Bu şekilde onları seni kınamaya teşvik ediyorsun.” Canlı mucize resulün cevabı şu olur: “Her insan, kendinde bulunanı verir.” (Ayrıca bkz. Uyûnü’l-Ahbâr, 2/370)
Ebu Hâzim el-A’rec; nam-ı diğer Seleme b. Dînar. Hicrî ikinci asır Medine’sinin sika muhaddisi, sahabe şakirdi zahid… Mervânoğullarından bir melik kendisine “Ey Hâzim! İçinde bulunduğumuz durumdan çıkış nasıl olacak?” diye sorduğunda, “Elinde bulunana dikkat edecek ve onu hakkı uğruna harcayacaksın.
Elinde olmayanı da ancak hakkıyla alacaksın” cevabını verir. Melik bu kez “Peki, senin ne malın var?” dediğinde, “İki mal” der hazret; “Allah katında olana güvenmek ve insanların elindekinden umut kesmek.”
Mervanî idareci son olarak “İhtiyaçlarını bize aç” dediğinde, Ebu Hâzim’in tavrı aynıdır: “Heyhât! Ben onları katında hacetlerin kesip atılmadığı zata açtım. Bana onlardan bir şey bahşederse kabul ederim. Bahşetmediğinde razı olurum.”
Ebubekir Sıddık Halid b. Velid’i (r.anhüma) bir sefere yönlendirdiğinde şöyle demiştir: “Ölüme istek duy ki sana hayat bağışlansın.”
“Dünyanın” der Hasan el-Basrî; “Senden sonra nasıl olacağını görmek istiyorsan, başka birinden sonra nasıl olduğuna bak.”
Hz. Ömer başta olmak üzere birçok sahabenin duasını alan tabiînin öncüsünden dil-şikaf bir tespit daha: “Bir kimseye ne zaman dünyadan bir şey verilse, kendisine şöyle denir: Al onu ve bir o kadar hırsı.”
Medine’nin âlim, hatip ve zahid ulu çınarı yürekleri serinletmeye devam ediyor: “Ey âdemoğlu! Eğer dünyalıktan sana yetecek olan miktar seni dünyaya karşı ihtiyaçsız ve tok gözlü kılacak olsaydı, en asgari dünyalık dahi seni tok gözlü kılardı. Yok, eğer sana yeterli dünyalık, dünyadan seni ihtiyaçsız kılmayacaksa, daha da seni ihtiyaçsız ve tok gözlü kılacak hiçbir şey yoktur.”
Hitâmuhû misk kabilinden dua ile sonlandıralım. İlk kelam âlimlerinden ve Hasan el-Basrî’nin talebesi ve Süfyân b. Uyeyne, Yahyâ b. Saîd el-Kattân gibi hadis hafızlarının hocası Amr b. Ubeyd vefat edeceği sırada yanında bulunanlara “Ölüm gelip çattı ve onun için hazırlanamadım” der. Ardından şu niyaz dökülür ağzından:
- “Allahım! Şüphesiz sen bilirsin ki birinde senin rızan, diğerinde benim hevesim olan iki durum ne zaman karşıma çıksa, senin rızanı kendi hevesime tercih ettim. Beni affeyle!”
İşbu Ebu Osman el-Câhız ile bir akşam gezintisiydi; el-Beyân ve’t-Tebyîn, Kitâbü’z-Zühd, 3/125.