Yumrukları memleket kadar büyük Uzun Çarşı'nın ulu şehri: Gaziantep
Ariflerin sözleri ve şehirlerin gözleri birbirine benzer derler, görür görmez hemen bir bakışta tanıdım Antep’i. Beyaz bulutların arasından süzülerek sıcak toprağına ayak basıncaya dek, aklıma çakılı bütün o imgelerden bağımsız ve bütün o imgelerin hepsine denk. Gaziantep.
- “Antepliler silâhşor olur,
- uçan turnayı gözünden
- kaçan tavşanı ard ayağından vururlar
- ve arap kısrağının üstünde
- taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar”
- Nazım Hikmet
Sınanmış bir cesaretin resmini görmeyi denemek! O halde İstanbul-Gaziantep uçağında geçirilen o 1,5 saatin çağları aşan yorgunluğuna, sırtına kendi tarihini yüklemiş yalınkılıç bir şehrin hikâyesi de dâhil olacaktı. Omuzlarından taşan gururlarıyla yüzüme bakan; ne delişmen, ne savaşçı, ne yaman şehirler gördüm bugüne kadar, dört kıta, beş mevsim, yedi iklim şahittir. Dağlarına ferman yazılmış, meydanlarına mezar kazılmış ve hürriyetlerine hüküm kesilmiş nice yiğit şehirler, kentler ve ülkeler gördüm. Hepsi de asaletleriyle namlıydılar. Onlardan birine değil ama onların hatrına talip, oldukça tanıdık bir belde’ye gittiğimizin farkındaydım. Gözü kara, cengâver, ceng düşüren ve gözbebeklerinden alev taşıran bir hatır! Ariflerin sözleri ve şehirlerin gözleri birbirine benzer derler, görür görmez hemen bir bakışta tanıdım Antep’i. Beyaz bulutların arasından süzülerek sıcak toprağına ayak basıncaya dek, aklıma çakılı bütün o imgelerden bağımsız ve bütün o imgelerin hepsine denk. Gaziantep.
Uzun Çarşı’nın kalemli müdafaasıyla, Elmalı Köprüsü’nün mavzerle tutulması aynı kapıya doğru açılan derin bir iç anlamın tasviridir.
Dokuz çocuklu Halepli bir aile. Dokuz yetim dağlanmış Antep’in kalbine. Dokuz emanetine sahip çıkarken bile, öylece ve sessizce. Halep ve Antep Ortadoğu’nun ikizleri. Zekeriya ve İbrahim de Halep’in ikizleri. Acıları, kaderleri ve yaşları aynı. Utanç değil asla gözlerindeki, kızgınlık da değil, kırgınlık belki. Adları dokuz peygambere bağlı bu dokuz emanetin ‘yükü’ dünyaya gözlerini ilk açanın sırtında. İnsan babası olmadığında en yalnızdır aslında, yetimliğin ‘acısı’ biraz da burda. Abi olmanın sırrına vakıf 16’lık Abdullah. Gözlerinde umut, kalbinde Halep, dilinde duru bir Türkçe. Sorularımız içimize doğru, sen böyle duru Türkçenle karşımızda dururken, biz tek kelime Arapça bilmiyoruz neden? Bu ayıbı kime yazalım? Öyle ya, başka bir ülkenin dilini öğrenmeye mecbur kaldığında anlamlı olacaktır o nedenler ve nasıllar. ‘Mecbur kalsaydınız iki ayda öğrenirdiniz abi’ cümlesiyle kapanıyor bir ikindi vakti Halep’in bütün kapıları üzerimize. Halep’e dönmeye yemin ediyoruz hep birlikte ve Zekeriya’nın gözlerini kalbimize mühürlüyoruz.
Fransız General Gouraud, Antep’in sükûtunu görmeyi istiyordu. Sükût isyandır, esaret kurt boğazı. El uzatanı çok olur, ama zaferi olmaz asla. Antep’in sükûtu ‘namus günü’dür. Pınarın doruğuna doğru da artık her şey eşkıya uykusu. Arapça ‘parlak pınar’ anlamına gelir Ayıntab. Mitralyözlere karşı çakmaklı tüfekleriyle, modern ordulara karşı kadim namlarıyla Şahin Bey, Şehit Kamil ve Karayılan’dır bizim türkümüz. Ve her biri ayrı bir şehreminidir, şehir her daim onların ruhuna emanet.
Antep’in sıcak toprağına yatıp uzanmış 6 bin şehit ve o cesaret ki, göğsünün çeperine hiç durmadan çarpan bir asalet gibi ‘namus günü’ne yazılmıştır. Öyle bir savunulur ki Antep, Gırnata, Plevne, Kartaca, Truva ve Roma’nın duvarları görmemiştir böylesini. Kan ve üryan, sine püryan, koca bir şehir al kan. Kızılca kıyametin ortasında Fransız aksanıyla gelir bu kez zulüm. Her dilde aynıdır ama ölümüne Türkçedir İstiklal. Vurmuştu Antepliler, namus günüydü ve Nisan 1920 - Şubat 1921 tarihleri arasında milis halk kuvvetleriyle gösterdikleri o kanlı, namlı ve şanlı direnişleriyle, Fransızlara ‘nereye’ geldiklerini ayniyle anlatmışlardı.
Büyük Cihan Harbi sonrasında bir mızrak dayanır Antep’in kalbine, önce İngiliz ardından da Fransız süngülerinin gölgeleri düşer mübarek sıcak toprağına. Annesinin peçesini açmaya çalışan silahlı Fransız askerlerine karşı elindeki taşlarla annesini yani vatanını müdafaa eden 14’lük Mehmet Kamil’in (Şehit Kamil) sırtına defalarca saplanan süngülerde, Elmalı Köprüsü’nü bedenine siper ederek son kurşununa kadar teslim olmayı ve geri çekilmeyi reddeden Şahin Bey’in delik deşik olmuş aziz gömleğinde, Karabıyıklı’da düşmana ilk darbeyi indiren ve Fransız kuşatmasını yararak Antep’e giren beyaz elbisesi, kamçısı ve gümüş saplı kamasıyla her daim fişek soylu Karayılan’ın Şıhın Dağı’ndaki kanlı bedeninde, hep aynı yemin yazılıdır: "Ben Antepliyim Şahin’im ağam / mavzer omuzuma yük / ben yumruklarımla dövüşeceğim / yumruklarım memleket kadar büyük"
Gaziantep’e, ‘dev bir gastronomik tapınak’ yakıştırması yapılır. Ama şehrin fena halde hakkı var buna. Zengin mutfağı ve eşsiz damak zevki, rafine bir yemek kültürünü yansıtır. Binlerce yıllık tarihi, medeniyetlerin bıraktığı kültürel izlerle birleşerek toplamda 250 civarında bir yemek çeşitliliğini oluşturmuş durumda. Bu sebeple bu şehre gidip-gelen birine ‘yediğin içtiğin senin olsun, ne gördün anlat bakalım’ demek, muhabbetin lezzeti açısından sağlıklı bir sonuç vermeyebilir. Hatta şehrin girişine ‘tok karnına geziniz’ şeklinde bir uyarı tabelası asılsa yeridir. Yemek başkenti Antep’te, sabah öğünü zengin, makbul tercih olarak koyun eti baskın ve tatlılar hafiften ağırdır. Kahvaltıda katmer ve zeytinyağı-zahter ikilisi; öğlen beyran ve yuvalama çorbaları; akşama da simit kebabı, soğan kebabı ve küşleme tercih sebebidir. Tahmis Kahvesi’nde oturmak lazım bir akşam ve elbette fıstıklı baklava. Direniş günlerinin yokluğunda, zehirli acı zerdalinin ‘zehirlene zehirlene alışırız’ diyerek yenildiğini unutmadan oturulmalı elbette bu şanlı Antep sofrasına.
Antep’i, meşhur Bakırcılar Çarşısı’ndan hiza alarak adımlamaya başladığınızda tarihin olanca güzelliğiyle aktığı bir zaman tüneline girmiş gibi oluyorsunuz. Şahin Bey’in Elmalı Köprüsü’nü neden tuttuğunu anlamak için birkaç ipucu olmalı mutlaka buralarda.
Bakırcı, baharatçı, teşbihçi, peynirci ve kilimcilerin arasından klasik Antep mimarisine, oradan da, hanlara, camilere ve konaklara uzanan kalp ferahlatıcı, ruh onarıcı bir yol var, yürümesini bilene. Bakırcılar Çarşı'sından başlayıp Kale'ye kadar devam eden bu bölge Uzun Çarşı olarak adlandırılıyor. Aynı isimle farklı illerde onlarca benzerine rastlamanın mümkün olduğu uzunca bir bedesten. Uzun Çarşı. Ama uzun çarşıların en güzeli Antep’tedir el-hak.
Mitat Enç’in şaheseri “Uzun Çarşının Uluları” kitabında yer alan anlatı, içtimai hayatın kalbinin attığı bir çarşının, ahiliğin, neşenin, sırrın, birlikteliğin, huzurun, ahlakın ve beşeri ilişkilerin malzemesi olarak insaniyetin tam merkezinde hayat bulan bir çarşının, kadim nihayet yolu Uzun Çarşı’nın muhteşem güzellikteki bir tasviridir. Çarşı’nın ve ulularının da elbette. ‘Şehir ve Hikâye’ başlığında ders olarak okutulabilecek bu nefis kitapta, esnafların, sırlı adamların, zanaatkârların ve yoksulların hikâyesine, yani Türkiye fotoğrafı üzerinden Gaziantep’in ruhuna doğru uçurur bizi Mitat Enç. Yalınkılıç Antep’in 22 pare top atışıyla. Sıradan insanı başrole çıkaran Uzun Çarşı’nın; Aktar Musa Efendi, İmam Baba, Bilader Ağa, Berber Hüseyin, Köse Hafız, Deli Bekir, Arzuhalci Hacı, Kuyucu Kör Hafız, Bodur, Eşşek Kasabı Ali Bayram, Kız Ali, Ahraz, Hacı Arap, Gelin Emine, Hapoba, Kara Bey, Fotinli Mehmet Efendi, Hacivatçı Vakkas ve Asiye Teyze gibi nice uluları, Gaziantep’i ‘görmek’ isteyen herkese, bu kitabın okumaya doyulmayan o bitimsiz satırları kadar yakındır.
Benim Gaziantep derken anladığım şu: Şahin Bey ile Mitat Enç aynı şeyi anlatıp, aynı şey uğruna savaşmışlar aslında. Uzun Çarşı’nın kalemli müdafaasıyla, Elmalı Köprüsü’nün mavzerle tutulması aynı kapıya doğru açılan derin bir iç anlamın tasviridir. Şen olasın Antep şehri!
Not: Tarihi vesika malum. Antep teslim olduğunda, Fransızlar bu anlaşma karşılığında kaledeki Türk Bayrağının yanına beyaz bir bayrak çekilmesini isterler ama halktan hiç kimse böyle bir şey için evinden beyaz bir bez parçası vermek istemez. Sonra hastaneden alınan beyaz bir kefen çekilir kaledeki al bayrağın yanına, tarih boyunca karşımıza çıkan iki zorunlu seçeneğin tasviri gibi.