Yazar olmayı değil, yazmayı tercih eden münzevi: Salinger
Bir başyapıt yazdı ve 40 yıl boyunca telefonlara çıkmadı.
I. New York değildi.
1 Ocak 1919’da New York’ta doğdu ama. Buna rağmen New York değildi. Kafasında finans yoktu, satış rakamları umurunda bile değildi. Orta sınıfa ait bir aileden geliyordu ve 29 buhranından karlı çıkan bir babası vardı. Okul gazetesinde yazılar yazan ve edebiyatı seven herhangi biriydi işte. Babasının isteğiyle askeri liseye gitti. Savaşa hazırlıktı orada öğrendiği. Yazmayla uğraşmasını istemeyen babasına karşın, destek gördüğü bir anne. Columbia Üniversitesi’nde ilk hocası Whit Burnett’le tanıştı. Öykünün içine girmesi bu yıllarda. Efsane Holden Caulfield karakteri ilk kez Avrupa’da yazdığı bir kısa öyküde ortaya çıktı. Hocası Burnett, bu karaktere çalışmasını ve daha uzun öyküler yazmasını istedi. Holden Caulfield karakteri üzerine çalışırken Çavdar Tarlasında Çocuklar kafasında şekillendi.
II. Virginia’ydı.
Savaşın yaralarını en çok o hissetmişti. 1941’de Amerika, II. Dünya Savaşı’na girince, Salinger de savaşa girmiş sayıldı. İsteyerek orduya katıldı. Önce almadılar, sonra ikinci başvuru ve elinde silah. Yine öyküler yazmaya devam etti. İlk yayım girişimleri editörler tarafından reddedildi. 1941’de nihayet ilk öyküsü Gençler, yayınlandı. Oona O’neil ile tanıştı. Şu filmlere bakan kız. Kız gerçekten güzeldi ama başka bir dünyaya ilgi duyuyordu. Olmadı. Sonra gidip -komik diye- Charlie Chaplin’le evlendi. Chaplin’den de kızdan da bu yüzden hep nefret etti. Normandiya Çıkarması’nda karşı istihbarat çavuşu olarak çalıştı. Ancak savaş, aşkla yazıldığı orduda umduğunu bulduğu yer olmadı. Sonra ölene kadar kapanmayacak derin yaralarla ordudaki görevini bitirdi ve eve doğru yola koyuldu.
III. Mississippi’ydi.
Farklı gerekçelerle başka bir dindarlık da olsa, dindar birisiydi. Savaştan sonra 1946’da doğduğu şehre geri döndü. Savaşta aldığı yaraları ‘Tanrı’nın tekliğini savunan’ bir Hindu öğretisi olan Vedanta ile sarmaya çalıştı. Yoğun mesai harcadı buna. Sonraki yıllarda kameralardan kaçmasının sebebi de buydu muhtemelen. Savaşta gördüklerini unutmak istiyordu, hepsi bu. Ama yıllar sonra ihtiyar bir adamken itiraf edecekti. Kapanmıyor savaşın açtığı yaralar insan zihninde.
IV. New Hampshire’di.
En ‘kenarda’ kalmış ama en etkili isimlerinden biriydi çağının. 1948’te “Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün”ü yayınladı ve kitap büyük yankı uyandırdı. Yayınlandığı dergide son on yılın en iyi öyküsü seçildi. Sonra Gülen Adam’ı yayınladı. En çok sevilen öykülerinden bir seçkiyi ‘Dokuz Öykü’ adıyla 1953’te yayımladı. Franny and Zooey peşinden geldi. Yükseltin Tavan Kirişini, Ustalar ve Seymour: Bir Giriş (1963) son kitabı oldu. Ama arada, 1951’de tüm dünyada ses getirecek bir başyapıt kaleme aldı: Çavdar Tarlasında Çocuklar. Türkçeye önce berbat bir adla çevrildi. Ama sonra aynı İngiliz köylü türküsündeki gibi aslına taşınabildi: Çavdar Tarlasında Çocuklar.
V. Teksas değildi.
İstediğinde Amerika’dan ayrılabilecek bir gücü yoktu. Yaralı ve pişman bir Amerikalıydı. Çok erken yaşta, başkalarının bir ömür peşinde koştuğu olağanüstü bir şöhrete sahip oldu. Karşılığında ne yaptı? Televizyonlara çıkmadı, gazetelere söyleşi vermedi, fotoğraf çekilmesine hiçbir zaman razı gelmedi, evine kapandı. İlgiden kaçmak için New Hapshire’de büyük bir çiftlik arazisi satın alıp orada yaşadı. Tüm dünyada yankı uyandıran bir başyapıt yazdı. Sonraki 40 yıl boyunca telefonlarını açmadı. 1965’te son çalışmasını yayınladı. Son söyleşisini ise 1980 yılında verdi. Pek çok soruyu atlayarak, cevaplamayarak. Dedilerki inzivadayken de yazdı ve 2015’te yayınlanacak bunlar. Şimdilik bekliyoruz. Yeni büyük eserlerle karşılaşmak için ümitle.
VI. Ohio’ydu.
Herkesin bayrağı dörtgenken o başka bir şey denedi. Yazmaya ilişkin alışılmışın dışında sıradışı bir kurgu geliştirdi. Başardı da. Kâğıdın dışında da buna uydu. Karakterlerinin önüne geçmemek için kendini geride tuttu. İlgiden uzak ama tartışmalar onu buldu. 1951’de yayınlanan büyük eseri Çavdar Tarlasında Çocuklar, 1980’de büyük bir trajedinin ortasında kaldı. Mark David Chapman, 1980’de Beatles üyesi John Lennon’u kaldığı otelin önünde öldürdükten sonra, sakince kaldırımın kenarına oturmuş ve cebinden çıkardığı Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı okumaya başlamıştı. [Bir başyapıt yazdı ve 40 yıl boyunca telefonlara çıkmadı] Yazar olmayı değil, yazmayı tercih eden münzevi:
VII. Kaliforniya değildi.
Bir Hollywood’u yoktu, göstermek hayatının amacı değildi yani. Yazmak yetiyordu ona. Yalın ve sade anlattı hikâyesini. Sinemaya karşı mesafeliydi. Eserlerinin telif hakkını bu sebeple satmadı. Bunun tek istisnası ‘Dokuz Öykü’deki “Sarsak Dayı”ydı. Sinemaya uyarlanan tek eseri. 1948’de yayınlanan ilk öyküsünü Casablanca’nın Oscar’lı senaristlerine teslim ettiğinde ortaya çıkan filmi izlediğinde dehşete kapılacağını bilmiyordu. Salinger’i ağlak bir aşk hikâyesine çevirmişlerdi. O gün tövbe etti sinemaya. Bizim ünlü Adanalımız Elia Kazan’ın oğlu, yıllar sonra Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın telifini isteyecek ama Salinger’in cevabı değişmeyecekti: Hayır.
VIII. Kansas değildi.
Süpermen çıkarıp da dünyaya pazarlayacak bir ikiyüzlülüğe asla tahammül etmedi. “Rekabetten korktuğum yok. Rekabet edeceğimden korkuyorum ben. Beni asıl korkutan bu” dedi ama estetik bir incelikle başarıyı reddetme konusunda başarılı karakterler ortaya çıkardı. 1965’te ‘dünyanızda yokum’ diyerek inzivaya çekildiği şehri gibiydi. 1965’ten 2010’a kadar orada, fotoğraf vermeyerek, kitap yayınlamayarak, kimseyle görüşmeyerek yaşadı ve öldü. Yani yazar olmayı değil, yazmayı seçti. Alkışlar ve hayranların dışında ve uzağında. “Hayat tabii ki bir oyundur, evladım. Hayat, kurallara göre oynanması gereken bir oyundur” demişti. Elindeki işi iyi yaptı ve sonra hepimizin gideceği yere gitti.