Ya sen, rüyasız kız: Bu ne hız!

ABDÜLHAMİT GÜLER
Abone Ol

Balık’tan Nokta’ya, Devir’den Rüya’ya, hayalden hayata,gerçekten hakikatin izine uzanan kısacık yolumuzu uzatanduraklar olarak rüyalarımıza giren kentimizi, kendimizeyabancılaştırdığımızı hatırlatıyor Zaim... Minyatür, gölgeoyunu, hat gibi geleneksel sanatları sinemasında yolharitası olarak kullanan Derviş Zaim, insanoğlunun şahsive kitlesel arayışına kalıcı eserler bırakıyor.

Rüyasına güvenen adamlara ihtiyacımız var. Neomodern riyakâr döneme karşı direncin anahtarı rüyamız... Bir gün herkesin rüyasına girebilme rüyamızı, her gün herkesin rüyasında hapsolma ihtimaline feda ettiğimiz hayallerimizle rüyalarımızı yarıştırma hatamız...

F/ilim dünyasının kalbe kapı açan anahtarları
Cins

Sen; hayalini reelpolitiğe kaptıran hayalperest! Reel denen şeyin hakikatin izini lekelediğini idrak ettiğinde çok geç olabilir. Genç olman geç kalmanın etkisini hafifletmez. Genç kalabilmenin yegâne seçeneği de geç kaldığını geç de olsa anlamaktır. Haliyle, halsizliğinin müsebbibi geçiştirdiğin rüyalarındır. Yaşının konuyla alakası yoktur. Ki, yasının konuyu şekillendirdiği de yadsınamaz bir gerçek.

Ve sen; rüyasını riyasına eşya yapan uykusuz! Huysuzluğunun teşhisi kendinde. Zinde tut suyun rengini. Zengini bilir misin, cengini insanların üzerine basarak yapar. Tapar insana. İhsana uzaktır. Tuzaktır varlığı. Yarlığı ise yararsızdır... Rüyana sadakatini, salanın hikmetini bilmelisin...

Zaim dedik, evet. Deneyen sinemacıların en Kıbrıslısı. Dokuzuncu filminde yine gelenekten, yine gelecekten besleniyor.

Ya sen, rüyasız kız! Yediuyur’un rüyasında ne işin var? 300 sene sürer bazı uykular. Tabiat ile insan arasındaki mücadelenin dingin yüzeyi olan mimarlıkta muradın ne? Şunu bil ki; Derviş Zaim’in sinemasında uyuklaman zamanı durdurmaz.

Zaim dedik, evet. Deneyen sinemacıların en Kıbrıslısı. Dokuzuncu filminde yine gelenekten, yine gelecekten besleniyor. Ölmek üzere olan kentin sinesinde, ölmemeye ant içen insanoğlunun cengâveri olarak mimarlık yapan Sine ile çıktığımız serüven, soruların delirmeSine, arayışın belirmeSine, yolun bitmemeSine uyandırıyor uykularımızı.

Rüyasında, Yediuyurlar Menkıbesi’ndeki uyuyanların yanına uyanan Sine, modern dehlizlerde içine düştüğü zulüm cenderesini rüyasında aşar. Ve her uyandığında Sine, başkası olur. Sadece ruhen değil, fiziksel olarak da değişir. Ve ne sen bunun farkında olursun ne de polis... Haliyle, hayali bir belirsizliğin içinde rüyamıza sımsıkı sarılmamız gerektiğini anlatan bir hikâyede buluruz kendimizi.

Rüya’sında Zaim’in, sorulara gark olmuyor değiliz. Fekat o oyuncular yok mu? Ah şu sinemanın oyun kısmı!

Doğru ya, kendimizi kaybettik. Birbirimize yaklaştıkça, evlerimiz arasındaki mesafe azaldıkça, mahalle ölüp site büyüdükçe kaybettik yakınlığımızı.

Anladığımızdan değil ya, alınganlığımızı da kibrimize bağladık. Ne sağladık böylece? Az mı ağladık birlikte? Evet, galiba çok az... Ve hatta hiç olmadı bu. En son ne zaman birlikte ağladınız? Birlikle... Bir ilkle devam edecek olursak; kendimiz için ağlasak mı biraz? Anlar mıyız öyle olsa. Zorla değil elbet, soruyla...

Rüya’sında Zaim’in, sorulara gark olmuyor değiliz. Fekat o oyuncular yok mu? Ah şu sinemanın oyun kısmı! Oyunlu hayatın sanatı da oyunlu olunca kendimizi oyun içinde buluyoruz. Oyunculuk, sinemada olunca ölmesi gereken bir olgu.

  • Soyunanından uyuyanına, oyun dediğimiz şeyi film dilinin içinde eritmeyince, filmin sahiciliğine suikast mesabesinde cenderede buluyoruz kendimizi. Kentin soğuğunu filmde soğukluk olarak vurgulama tercihinin dışında bir şey bu.

Balık’tan Nokta’ya, Devir’den Rüya’ya, hayalden hayata, gerçekten hakikatin izine uzanan kısacık yolumuzu uzatan duraklar olarak rüyalarımıza giren kentimizi, kendimize yabancılaştırdığımızı hatırlatıyor Zaim... Minyatür, gölge oyunu, hat gibi geleneksel sanatları sinemasında yol haritası olarak kullanan Derviş Zaim, insanoğlunun şahsi ve kitlesel arayışına kalıcı eserler bırakıyor.

Geleneğin, geçmişle değil gelecekle doğrudan bağlantılı olduğunun bilincine varanların yolcusu Zaim...

Bütün sanat türlerini tek tek eleğinden geçirmeden, arayışından vazgeçmeyecek Zaim...

Kendi de böyle mi düşünür bilemem ama müzik, tiyatro ve özellikle de şiirle ilgili filmler de çekmeli... Mimarinin hayatımızın tam ortasında yer aldığı ve esasında bütün yaşantımızı şekillendirdiği ortamda bu konuyla ilgili film çekmesi ne denli önemliyse, şiiri temele alan filminin aksinin de o denli belirgin olacağı kanaatindeyim...

Ve neticede...

Rüyasına güvenen adamlara ihtiyacımız var... Sürekli deneyen. Yanlış yapan, eksik yapan, fazla yapan fekat yine yapan, yine yapan ve soruları tükenmedikçe de yapmaya devam eden rüya kahramanlarına ihtiyacımız var.

Birinci’nin olmadığı bir "En İyi Türk Filmleri Listesi"
Cins

Riya kâhyalarının keyfine tereyağı sürmeyen ve rahatsız sıfatını göğüsleyen, bizi rahatsız etmeye gelenlere ihtiyacımız var...

Yani bizim; rüyanın, hayatımızın göbeğinde yer aldığını ifşa edecek sinema erlerine ihtiyacımız var...

Âmin...