Ütopyasını zihninde taşıyan protagonist Samim

MEHMET DORUK KANDEMİR
Abone Ol

Samim tıpkı Peyami Safa’nın modernist tarzdaki bir diğer romanı Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nun protagonisti Ferit gibi, maddeci ve olgucu dünya görüşünün doğurduğu değer boşluğuna karşı direniş gösteren, kendini içinde yaşadığı toplumla ve dünyayla bütünleştiren bir tip olarak karşımıza çıkar.

Protagonist

Protagonist modernist roman özelinde kullanılan bir kavramdır, modernist romanın başkişisi anlamına gelir. Modernist romanın temel konularından bir tanesi bireye dayatılmış olan toplumun norm ve değerlerinden bireyin aşamalar hâlinde kopma durumudur. Bireyin toplumdan kopmasına sebep olan durumlar kişisel yaşamı, insan ilişkilerindeki tutumu, dünyayı algılayış tarzı olabilir.

Modernist romanın temel konularından bir tanesi bireye dayatılmış olan toplumun norm ve değerlerinden bireyin aşamalar hâlinde kopma durumudur.

Kendisine biçilen toplumsal rolle uyuşmayan veya o rolün gereklerini yapma konusunda sıkıntılar yaşayan birey, yabancılaşma sürecine girer ve somut gerçekliği, toplumsal kuralları sorgulamaya başlar. Örneğin Aylak Adam romanındaki Bay C. romanda kendisine birkaç yerde “aylak”der ve bu kısımlar genelde Bay C.’nin iktisadi koşullar ile uyuşmadığını ortaya koyan kısımlardır. Modernist roman özelinde “birey” olma süreci bundan sonra başlar. Bu kişiler aynı zamanda zaman zaman entelektüel kimlikleriyle zaman zaman ise yaratıcılıklarıyla, beğenileriyle kendilerine özel bir yaşam alanı yaratırlar.

Kendisine biçilen toplumsal rolle uyuşmayan birey yabancılaşmaya başlar

Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fahim Bey ve Biz (1948) romanındaki Fahim Bey yabancılaşma serüveninin doruk noktasını kurduğu hayali bir işte ve tabir-i caizse o işin fildişi kulesi olan bürosunda yaşar. O artık kendine özgü bir iktisadi dünya kurmuştur. Modern dünya veyahut modern kent sistemi belirli özgürlükleri savunsa da insanı birtakım tüketim ilişkilerine ve bunun doğurduğu naslara uymaya iter. Bu normlara uymayan insan bireyin zihninin daraltılmasına karşı bir pasif isyan girişiminde bulunur. Yabancılaşmanın farklı yönlerinden birisi de budur.

Yansıtmacı roman anlayışına göre roman kahramanları toplumsal normların ve kuralların içinde kalır ve kimi zaman “aydın” kimliğiyle topluma yön verir, insanların bazı gerçeklerle yüz yüze gelmesi için uğraşır. Bazen ise bireyliğinin çeperlerini genişletmek isteyen insan, toplumla ters düşüp toplumdan uzaklaşabilir. Bu ise özel yabancılaşmayı doğurur.

Hayata, benliğine ve topluma karşı yabancılaşma yaşayan kişinin karşısında bazı seçenekler vardır: Ya toplumun değerlerini, normlarını kabul etmekle birlikte onlara karşı bir pasif direnişe geçecek ya da kendi benliğine ve kendi içinde oluşturduğu dünyaya çekilecektir. İşte protagonist, hayata ve benliğine karşı yabancılaşmış bireyin modernist romandaki temsilidir.

Materyalist şiddet yahut kendine akarak boğulmak üzerine
Cins

Protagonisti alışıldığı üzere romandaki kahraman olarak tanımlamak mümkün değildir. O kahraman değil, silik kişidir. Silik kişi nitelendirmesi kavramın zeminine uyması bakımından daha kullanılabilirdir. Bu kavramı daraltmak gerekirse sadece modernist romanın başkişisi olarak kabul etmek daha uygundur. Yansıtmacı romanın olumsuz durumlarla savaşarak veya çatışarak bu durumlarla başa çıkan başkahramanı ile modernist romandaki başkişiyi ayırma ihtiyacı protagonist kavramının doğmasına ortam hazırlamıştır.

Yabancılaşmanın aykırı yüzü Simerna'ya doğru

Samim tıpkı Peyami Safa’nın modernist tarzdaki bir diğer romanı Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nun protagonisti Ferit gibi, maddeci ve olgucu dünya görüşünün doğurduğu değer boşluğuna karşı direniş gösteren, kendini içinde yaşadığı toplumla ve dünyayla bütünleştiren bir tip olarak karşımıza çıkar.

  • Fakat Samim’in Ferit’ten farkı, var olan dünyanın yozlaşmış değerlerine karşı “Simeranya” olarak kurguladığı ütopik bir dünyanın alternatif düzenini benimsemesidir. Elbette bunun altında yatan sebep, her sanatkârda olduğu gibi Peyami Safa’nın gerçek dünyanın katı realitesine yabancılaşmasıdır.

Dante’nin cehennemi, Camus’daki veba olgusu, Sartre’ın bulantısı veya Nietszche’nin Zerdüşt vurgusu reel dünyanın kalıplarına karşı bir başkaldırıdır. Gerçek dünyanın kalıplarına karşı bu tarz bir kafkaesk yabancılaşma elbette idealini de doğurmaktadır.

Aylak Adam romanındaki Bay C. romanda kendisine birkaç yerde “aylak”der

Platon’un ideal devlet, More’un ütopyası veya Doğu geleneğinin içinden söylemek gerekirse Farabi’nin “Medinet’ül Fazıla”sı, Galip’in “Diyar-ı Aşk”ı söz konusu ideal değerlerin tarihsel koşullardan ve dönemin yaygın kanaatlerden sıyrılması için Samim karakterinin düşlediği “Simeranya” gibi dayanıklı soyut bir zemine yaslandırılmıştır. Bu bağlamda Samim, yozlaşmış dünyanın farkında olan ve o dünyaya gittikçe yabancılaşan bir karakterdir. Samim için farkındalık Simeranya ile çözüm noktasına taşınmak istense de; o Kafka’ya göre söylemek gerekirse, güce karşı tiksinti duymaktadır. Burada Michel Foucault’un kavramsallaştırdığı “iktidara karşı” söylem fikrinin üzerinde durmak gerekir.

  • Güce karşı tiksinti duyma aynı zamanda iktidara karşı tiksinti duymaktır. İktidar dediğimiz ise sadece siyasal iktidar değildir. Foulcault’un kastettiği modern dünya normlarının insanı çevreleyen her nesne üzerinde kurduğu iktidardır mesele.

Peyami Safa’nın bir diğer romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda, varlığı ile bütün maddi ilkeleri lehine çeviren Doktor Ragıp’ın Hasta Çocuk’ta uyandırdığı tiksintisi de güce karşı duyulan bir tiksintidir. Başka bir açıdan bu güç, Peyami Safa’nın romanlarında özellikle Yalnızız’da yer alan kadın tiplerin Batılı erkeği tercih edişiyle de ilişkilendirilebilir.

Ezra Pound başıboş bir belge
Cins

Ahlâk ve cinselliğin çarpıştığı bu zıtlıkta, Doğulu erkeğin ruha ve duyguya seslenişi, Batılı erkeğin ise cinsel arzulara hitap etmesi maddenin somut düzlemde hücum ettiği değer sahasını ortaya koyar. Samim’in kadın algısını şekillendiren bu çatışma ve sonucundaki yabancılaşma, romandaki bir konuşmada şöyle geçer: -O bir memleket, Simeranya, dünyada olmayan bir yer. Benim icadım. Sıkıldım mı, kendimi oraya atarım -Ne hoşsun, beni de oraya götür. -Simeranya’da yalan yoktur. -Kadın yok mu? -İnsanlar gölgelerdir. Konuşmadan anlaşırlar. Birbirlerinden hiçbir şey saklamazlar. Seni görür görmez Simeranya kadınına benzettim. Elbisenin içinde yalnız ruhun var. Yüzün bir örümcek ağı. Gözlerinde sen dolusun. Gurur ve yalan yok. Seni sevmek istiyorum. Bu bir hayal. Simeranya gibi sen de yoksun.

Ahlâk ve cinselliğin çarpıştığı bu zıtlıkta, Doğulu erkeğin ruha ve duyguya seslenişi, Batılı erkeğin ise cinsel arzulara hitap etmesi maddenin somut düzlemde hücum ettiği değer sahasını ortaya koyar.

Görüldüğü gibi Samim’in tasavvur ettiği dünyadaki kadın maddi vasıflarından sıyrılmıştır. Ahlâki anlamda kendini tanımlamak istemez. Medeniyetin bir tarafı olarak ele alınır. Denilebilir ki Yalnızız’da ruh-madde çatışmasının ortasında konumlanmış kadın karakterler Selmin- Necile- Meral, Peyami Safa’nın romanlarında tercih yapmak zorunda bıraktığı kadınlardan farksız değillerdir. Fakat Samim, başta Doğulu erkeği temsil etse de onun da kendi adına yaşadığı ahlâki zafiyet ve aşk açmazları, onu daha ziyade Doğu-Batı zıtlığında muğlak bir karakter haline getirir. Ama şunu da unutmamak gerekir ki o kendi şartlarının gerçekliğinin ürünüdür. Ve her ne olursa olsun çelişkili düşünsel serüveniyle insanı temsil eder.

Yine romanda ideal değer ve karşı değer bakımından üzerinde durulması gereken bir diğer mesele Samim ve Besim kardeşlerin ruha olan yakınlıklarıdır. Buna göre Samim’in aynı evi paylaştığı kardeşi Besim, hayatı Samim’e göre daha kolay yorumlayan ve yaşayan bir karakterdir.

Samim’in kadın algısını şekillendiren bu çatışma ve sonucundaki yabancılaşma, romandaki bir konuşmada şöyle geçer: -O bir memleket, Simeranya, dünyada olmayan bir yer. Benim icadım. Sıkıldım mı, kendimi oraya atarım.

Besim’in romanda Samim’le ideolojik anlamda bir çatışmaya girdiği görülmez; ama Besim tamamen farklı karakterde biridir. Bu karşılaştırmayı psikolojik olarak ele aldığımızda romanda Besim’in ön plana çıkan yanı yemek yemeye çok düşkün oluşu ve en dramatik durumlarda bile yeme isteğini dizginleyemez oluşudur. Bu simgesel anlamda çok yüksek fikirlerin ve telakkilerin mideye yani bir dünyevi zevke tercih edilişidir. Yani Besim, midesi için yaşayan yüksek fikirleri içselleştiremeyen bir karakterdir. Samim’e gelecek olursak, aile bireylerine de yabancılaşan bir protagonistle karşılaşırız. Samim ailesinin ve Besim’in aksine toplumsal ve ruhi anlamda bedeninin ötesine ulaşmaya çalışan karakterdir.

Daima başka meselelerle meşgul zihnin, maddi bedenini ruhi olarak itmesi entelektüel ve felsefi bir tepkidir. Başka bir deyişle, dünyaya karşı olan bu sorgulama ve idrak şekli, insanı daha büyük gizlerle karşı karşıya bırakıp metafizik yolculuğu zorunlu kılmaktadır. Samim zaman zaman çıkmaza sürüklenen olaylar karşısında, kız kardeşi Mefharet gibi vehim ve şüphe hayaletinin maddileştirdiği açmazlar içinde sürüklenmez; bizatihi ruh ve akıl perspektifinde tanzim ettiği bir beyin ve vücut dengesiyle güçlükleri karşılar. Bu da Samim’in maddi dünyanın hevesleri ve arzularına ontik farkındalığını teslim etmediğini göstermektedir.