Üç güzeller
TARIK BUĞRA
Şiir büyük toplumların, üstün kültür ve medeniyetlerin sanatıdır.
Hem de iki yönden; yani hem şairler, hem şiire karşı duyulan ilgi yönünden. Belki her insan bir “şi’riyet”le doğar. Ama onun gelişmesi? İşte odur üstünlük isteyen, üstünlüğe bağlı olan... Ellerin Aragon’u, Rimbaud’su, Mayakovski’si, Yevtuçenko’su falanı filânı vardır. Buna karşılık size -bir medeniyete ulaşamamış veya medeniyetinizden kopmuşsanız- onların dümen suyuna takılıp giden taklitçiler kalır. Nazım Hikmet’e, Orhan Veli’ye karşı çıkacak gücüm yok; onların şair olmadıklarını, birer büyük istidattan ve teknisyenden başka bir şey olmadıklarını söyleyemem; çünkü tartışmayı dürüstçe kabul edecek ve hakikî şiir üzerinde el kitaplarına el açmamış araştırıcılarım, eleştiricilerim yok... Büyük örneklere bakmak daima aydınlatıcıdır: Yunus Emre’yi inceleyiniz, Müslüman - Türk’e aykırı bir tek mısra bulamayacaksınız ve her mısraında Müslüman - Türk’ü bulacaksınız. Asırları aşabilişinin sırrı ve asıl büyüklüğü, asırlarca birleştirici, yüceltici oluşunun kuvveti buradadır. Biz onu da unuttuk. Bana öyle gelir ki, lise diploması, edebiyatta başka hiçbir şey vermese de, yalnız Yunus Emre’yi anlatabilse Türkiye değişecek, Türkiye olacaktır.
TURGUT CANSEVER
Yakın tarihimizde bize ışık tutmuş bir metin, Füsusu’l-Hikem’dir.
O, peygamberlerin hikmetlerinin son peygamber olan Cenab-ı Ahmed’e (sav) göre değerlendirilmesidir. Bütün peygamberlerin hikmetlerini anlamlı bir bütün içinde ele almak suretiyle, bütün bir tarihî oluşumun, bir kültür oluşumunun, bir idrak oluşumunun, en sonda da hepsine nasıl bakılması lazım geldiğinin ve bunların hepsine ne ilave edilmesi lazım geldiğinin veciz bir ifadesidir Füsus. Bu eser kanaatimce çok önemlidir ve maalesef 20. asır Türkiye’si bu kurucu esere sırtını çevirmiştir. Eserin son faslında, “Hz. Peygamber’in bütün evvelki hikmetlere ilave ettiği şey, iki tanedir” deniyor: kadın sevgisi ve güzellik sevgisi. Kadın sevgisinin anlatımı nakledemeyeceğim kadar karmaşık bir yapıyı ihtiva eder ve çok önemlidir. Ama güzellik sevgisi, insan tekâmülünün zirvesidir. İnsan için bundan daha öte bir tekâmül yoktur, deniyor. Varoluşun bütün yönlerine muttali olmak, onların hepsini bir bütünlük olarak görmek gerekiyor. İşte Osmanlı dünyası böyle idi. Üzülerek ifade etmem gerekir ki, doğrusu bugün böyle bir idrakten epeyce uzakta olduğumuz kanaati bende mevcut.
SEZAİ KARAKOÇ
Hz. İbrahim putları devirdi ve ateşe atıldı. Ateşten geçti.
Oğlunu, aldığı buyruğa uyarak Allah’a kurban etme yoluna düştü ve işte o en kritik anda şeytan gözüktü, İbrahim’i yoldan çevirmeye çalıştı. İşte o vakit Hz. İbrahim şeytana taş attı ve şeytanı yendi. Hz. Peygamber de Bedir’de düşmanın gözüne toprak saçtı. Sonra Kâbe’yi ziyaretinde o taşı attı ve şeytanı yendi. Fakat sen hangi ateşten geçtin? Hangi manevi ve maddi silahınla vuruştun İslam’ı yıkmaya çalışan akımlarla? İki yüzyıllık bir savaşta neyini kurtardın Batı’nın elinden? İşte dostum, Hac yolcusu olsan da, olmasan da bütün bunları düşün ve ruhunun en derin noktalarını yokla ve orada çelikten sert bir taş bulabilirsen, dedelerimizden miras bir inanç kayası kalmışsa onu fırlat şeytanın arkasından. Her türlü şeytanın arkasından… Kitapların, yazmaların, sahafların içinden… Müzelerden, saray, kümbet, türbe ve çeşme kalıntılarının aralığından, hicret takviminin ortasından, kendi saatinin tiktaklarından, dedenin kavuğundan, serhat türkülerinden, mehter seslerinden taşlar fırlat karanlığın üstüne.