Türkçenin en baharlı bahçesi: Refik Halid Karay
1
Yüksek bir bürokratın oğlu olarak 1888 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. İstanbul’da yani Beylerbeyi’nde... Neresinden baksanız güzel bir başlangıç. Bir yazar biyografisinde alışık olmadığımız kadar güzel bir başlangıç. Güzel ve keyifli bir çocukluk... Galatasaray Lisesi’den sonra Hukuk Fakültesi’ne giriyor. Ama bitmiyor, naif ve bohem ruhu taşıyamıyor hukukun koridorlarını. Serde muharrirlik aşkı var. On iki yaşında damarlarına sızmış bu tutku, yakasını bırakmıyor. Onda da bırakma hevesi yok zaten
2
Hikâyesine şiirle başlayıp da olmamasına karşın ısrar eden memleket yazarlarının aksine, aynı serüvenin şiirle başlayan ve fakat çabuk nesre kaçıp kurtulan en açık simasıydı Karay. Şöyle diyecekti daha sonraları: “Tam doğrusunu söylemek lazım gelirse, bende muharrirlik istidadı pek çocukken, henüz on iki yaşlarında kendini gösterdi, hem de çoğu kimsede olduğu gibi, başlangıçta şiir şeklinde. İlk manzumem, hiç unutmam, çiçek, kelebek, böcek, ipek hatta inek kafiyeli bir bahar tasviri idi. Bu sıkıntılı şairlik devrem bereket uzun sürmedi. Hemen nesre atıldım ve bir rahat nefes aldım.”
3
Parasız yatılı değildi, gayet paralı yatılıydı. Ama muhaliflik de en az yazarlık tutkusu kadar erken belirmişti ruhunda. Galatasaray’dayken okul müdürüyle tartışma… Zengin çocuğu olduğu için değil, ‘tam bir muhaliflik’ ruhunda yer ettiği için. Belki bu sebepledir, babasının bir zamanlar baş veznedar olduğu Maliye’den de ayrıldı, tıpkı hukuk fakültesinden ayrıldığı gibi. Sonra beklendiği gibi Servet-i Fünun’a girdi, beş kuruş almadan çalıştı. İlk hikâyesi “Ayşe’nin Talii” de burada yayınlanmıştı. Yıl: 1909. Epey de çevirmenlik yaptı orada. Şimdi acaba neredeler onlar...
4
Aslında yakın tarihin tam ortasında, her devri görerek yaşamış bir ömür Refik Halid. 31 Mart Hadisesi’nden sonra Tercüman-ı Hakikat’e geçmişti. Muharrirliği bir müddet burada sürdürdükten sonra, bilenler bilir bulaşınca vazgeçilemez bir şeydir gazetecilik, Refik Halid de kendi ilk gazetesini kurdu: Son Havadis. 15 sayı çıkarabildi. Sonra bir iki yerde daha başyazar olarak çalıştı. Ekmeği çıkıyor, derdini anlatıyordu. Sonraki yıllarda bütün kaderini, kedere çevirecek ama bir o kadar da kendisine katkı sağlayacak olan Kirpi müstearıyla Kale Dergisi ve Şehrah Gazetelerinde yazılar yazdı.
5
Bütün bir memleketin Refik Halid ismiyle tanışmasını sağlayan işte o Kirpi oldu. Bu yazılarıyla büyük bir üne kavuşan Karay, kaleminin başına açacağı dertleri de elbette kestiriyordu. Yaşamı yoğun bir tutkuyla seven yazarın, kaleminin özgürlüğünü yaşamdan daha çok sevdiğini bile söylemek mümkün. Devir karışık devirdir, iktidarda İtilaf ve Hürriyet Fırkası varken, belediye dairesinde başkâtiplik yapmaktadır. 7 ay sürer kâtipliği çünkü bu sırada Kirpi yazıları, Kirpinin Dedikleri adıyla kitaplaşır. Önce tehditler tabi. Sonra İttihat Terakki iktidarı ve sürgün yolları görünür Karay’a.
Mahmut Şevket Paşa Cinayeti sebebiyle, bahane budur, önce Sinop’a sürgün edilir. Yıl: 1913. Sonra peşisıra başka iller de izler sürgünü: Çorum, Ankara, Bilecik. Ta 1918’e kadar. Biraz da Ziya Gökalp’ın vesilesiyle ancak İstanbul’a dönebilir, 1918’de. Öğretmenlik yapar, arada yine gazetelerde yazılar. Mütareke dönemidir ve yazar, Hürriyet ve İtilaf’a üye olur. Postahane’de görev alır: 1919. 1922’de ise bir efsaneyi doğurur. Gerçek bir efsaneyi: Aydede. Büyük ün yaptığı bu gazetede, herkese muhalif, her yere muhaliftir. Mustafa Kemal de yumruklardan nasibini alır elbette.
7
Yanlış ata oynamanın sancısı değil elbette. Belirtmesek de olurdu ama değinmek zorundayız. Neden? Çünkü: Milli Mücadele. Sivas Kongresi toplandığında, arkasına yaslanıp ‘o işler öyle olmaz’ tadında yazılar da yazar büyük Türkçecimiz, üzgünüm. Sonuç haliyle bellidir. 150’liklere dâhil edilir. Ve sürgün ikinci kez karşısında belirir. Bu kez daha zorlu yıllar bekler onu. 9 Kasım 1922. Gemiyle Beyrut’a gider. İlk sürgününde evlendiği eşi, bu sürgüne çok dayanamaz, çocuğunu da alıp terk eder yazarı. Halep’te yayınlanan Doğru Yol’a makale vererek geçimini sağlamaya çalışır. Ne geçim ama.
8
Uzun sürer bu gurbet. 1938’de ancak 150’likler affedilince yurda geri dönebilir. Özlediği İstanbul’a elbette. Milli Mücadele dedik ama şunu da eklemeden geçmeyelim; Vahdet Gazetesi’ndeki yazılarıyla Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması hususunda azımsanamayacak katkıları olmuştur yazarımızın. İstanbul’a dönünce dergicilik yakasını yine bırakmaz, çünkü o bir lanettir, 1948’de efsane Aydede’yi ikinci kez çıkarır. 1965’te girdiği bir ameliyattan çıkamaz ne yazık ki. Ve Türkçe bu büyük sihirbazını kaybeder. Beylerbeyi’nde başlayan hikâye, Zincirlikuyu’da sona erer.
Buraya kadar olan sadece kuru biyografisiydi Türkçenin bu en renkli yazarının. Her yerde var zaten. Biraz da sivrilte sivrilte başına dertler açacak kalemine değinmek gerekir. Kalem derken, gördüklerinizle kıyaslamayın zinhar. Yazı yazmaz, şarkı yapardı Karay. O kadar! Kalbine yazmak tutkusu düşen genç arkadaşlara kesinlikle hatırlatalım; Refik Halid olmadan, onu okumadan olmaz düşündüğünüz her neyse. ‘En güzel kullananlardan biri’ değil. Türkçeyi en güzel kullanan yazardan söz ediyoruz burada. İstanbul Türkçesi kadar, sokak Türkçesine de sahip bir yazar. Sadece kelimelere değil, hecelere bile ışık yaktıran bir Türkçenin sahibi.
10
Refik Halid Karay’ın Türk edebiyatına en büyük katkısı neydi biliyor musunuz? Sadece türkülerde ve halk hikâyelerinde gördüğümüz insanı, edebiyatın içine getirebildi. Müzikli bir Türkçeyle yaptı bunu. Zengin çocukluk, bohem hayat, hayatın lezzetini duymak isteyen ruh inceliği falan… Tüm bunlara rağmen kaleminin de arkasında durmuş bir yazar. Muhaliftir ki, kendi ifadesiyle “tam bir muhalif.” İktidara gelmek için muhalif değildi yani. İflah olmaz bir muhaliflik onunkisi. Büyük kalemini gazeteciliğe bulaştırmış da değil, doğrudan batırmış bir yazardı. O tutkusu hiç geçmedi.
11
İki sürgün yaşadı demiştik büyük yazarımız. Bu iki sürgünden geriye iki büyük eser kalır. İlk sürgününden geriye Memleket Hikâyeleri, ikincisinden Gurbet Hikâyeleri. İkisi de müthiştir, ikisi de insana bir kalbi ve bir vatanı olduğunu hatırlatır. Memleketin hikâyesini, memleketten koyduğumuz adamımız yazdı yani. Edebiyatın hemen her türünde eser vermiş zengin bir adam Karay. Anı, gezi, hikâye, roman, deneme, mizah, günlük, oyun ve sair… Yemek yazıları bile yemekten çok, Türkçenin tadını verir.
12
İnkılap Yayınları, bu büyük Türkçeyi yeniden bütün bir külliyat halinde, sansürsüz tam metinlerle okuyucuyla buluşturmaya başladı birkaç yıldır. Olmayan kütüphanenin eksikliği bir yana mizah ve üslubun berrak bir Türkçede buluştuğu bu büyük yazarımızın yeniden Türk irfanına sunulması son yılların en büyük kültür olayıdır tartışmasız. Ne yaptığını bilen Türkçeciydi, Türkçeydi Refik Halid. Şöyle diyordu: “Lisan bahsinde esas derdim tad ve âhenktir. Zira şu kanaatteyim ki Türkçemizin öbür Türkçelere ve birçok ecnebi lisanlara üstün vasfı asırlardan beri elimizde armonize edilmiş, lezzetli hale gelmiş olmasıdır. Bizim Türkçemiz hem tatlı hem âhenklidir.”