Türk solunun aidiyeti
Türkiye’de solun yerli ve milli olup olmadığı heptartışmalı olmuştur, sol yabancı ama öteki düşünceler kendini yerli ve milli görerek merkez zannetti. İslamcılığın ya da ülkücülüğün özellikle 27 Mayıs sonrasında ne kadarının bu topraklarda kök saldığını sorgulayamazsınız, karşınıza statükonun bekçileri çıkar!
Türkiye’de ideolojiler menşei itibariyle bir odağa ya da farklı merkezlere mensubiyet kesbederek varlıklarını sürdürürler. “Kökü dışarıda” kavramı bu açıdan ideolojilerin meşruiyetlerini “aşağılamak” için kullanılan en beylik deyimdir; modern kapitalist dünya sistemi içinde püryerli bir hareket sanki varmış ya da olabilirmiş gibi…
Üstelik Türkiye gibi “nizam-ı alem” ve “ila’yı kelimetullah”ı milli görüşü haline getiren bir ülkede enternasyonal, küresel, dünya çapında bir söyleme sahip olmak zaten son derece normal. Anormal olan ise katı ulus devlet refleksleri göstermek. Sovyetik etkilerin güçlendiği yıllarda Türkiye’yi korumak bir açıdan ulusalcılık ile mümkün olabilir kanaatiyle sağlanmıştı. İslamcı-milliyetçi-ülkücü-muhafazakar kesim kökü dışarıdalığı komünizm karşıtlığı için temellendirmişti; ABD’nin dünya sisteminin başına geçmesi, Soğuk Savaş şartları içinde Amerikancılığın uç beyliğini “antikomünizm” ile göstermekten çekinmeyenler komünizmi kökü dışarıda görürken rahatlıkla ABD askeri olmayı marifet biliyordu.
Türkiye’de solun yerli ve milli olup olmadığı hep tartışmalı olmuştur, sol yabancı ama öteki düşünceler kendini yerli ve milli görerek merkez zannetti. İslamcılığın ya da ülkücülüğün özellikle 27 Mayıs sonrasında ne kadarının bu topraklarda kök saldığını sorgulayamazsınız, karşınıza statükonun bekçileri çıkar! Kapitalizm dışı bir ekonomi, ülkenin yerli kaynaklarını kullanma, bağımsız dış politika kavramları belki bugün dolaşımda… fakat bu tezler 60’larda Türk solunun dominant tezleriydi!
Onlar ülkücülüğü, muhafazakarlığı ve İslamcılığı kökü dışarıda görüyordu; kendilerini biraz Kemalizmle eşitleyerek ulusalcı-yerli, dahası milli olarak tanımlıyordu. Bu bir kazanım değil mi; solun kendini yerli ve milli görmesinin kime ne zararı olabilirdi ki… oldu. 27 Mayıs sonrasında güçlenen İslamcı bazı tarikat ve cemaatler, ülkücülük, Kemalist muhafazakarlıktan bir adım daha İslami olan muhafazakarlık devlet bürokrasisiyle solu marjinalizme, sahiden kökü dışarıdalığa iterek kapitalizmin bu ülkede mutlaklaştırılmasını sağladı… Nasıl mı?
OSMANLI SOSYALİZMİ: İSLAM EMREDİYOR!
Türkiye’de komünist-sosyalist hareketi başlatan ve yürütenlerin genel olarak Osmanlı umumi düşüncesi ve yaklaşımından ayrı durduğunu söylemek zor. Sosyalist tezler savunulurken “İslam da emrediyor… İyi bir Müslüman olmak için gerekli” yaklaşımları meşruiyet kazanmanın İslam ile mümkün olduğunun bir kanıtıydı. Haliyle bugünkü geçerli yerli – milli söylemine bakarak Osmanlı komünist hareketinin Türkiye’deki sol incelemecilerinin de belirttiği gibi enternasyonal sosyalizmle çok ilgisi olduğunu düşünemeyiz. Zaten sosyalist hareketin öncü isimlerine göz gezdirince hüdayinabit Marksistler karşımıza çıkmaz; genellikle Türkçülükten geçmiştir sosyalist liderler! Dönemi içinde sosyalizmi en iyi bilen isim olarak görülen Ethem Nejat Türkçülük üzerine yazıları hatta risalesi vardır. Alman Spartakist hareketinden geldiği için Marksist kavramlara ve tezlere en yatkın olanıdır. Mustafa Suphi Cavid Bey, yani Türkiye’de liberalizmin önemli ismi ile ilgili övücü yazıları vardır; Akçura, Gaspralı, Mehmet Emin Resulzade gibi Türkçülerle arkadaş.
İştirakçi Hilmi’nin ise zaten komünizmden anladığı klasik işçi-amele haklarını muhafaza etmek olan klasik bir Osmanlı’dır. Tabi buradaki ayrım yani sosyalizmin yerli ve milli olandan uzaklaşması ilkin Komintern’in kurulması ve Kemalizmin kendi sosyalistlerini ortaya çıkarmasıyla başladı. Bu bakımdan Türkiye’de yerli ve millilik biraz da konjonktürel manada devletin ve idarenin “kimleri tercih ettiği” ile ilgilidir. Komintern’de tabi Enver Paşa da vardır, Bolşeviklik ile İslam’ı sentezleyen yeni bir hareket geliştirmek ister, Mustafa Suphi ve Türkiye Komünist Partisi Bakü’de kurulduktan sonra Milli Mücadele’ye destek vermek için yola çıkar. Karadeniz’de Mustafa Suphi ile birlikte 15 kişi infaz edilir. TKP ve sol hareket 1921’den sonra İslam ile bağlarını atar, Kemalizmle iyi çalışma kararı alan Şefik Hüsnü ve Hakkı Behiç artık idarenin tasvip ettiği isim olurken İslam ile sosyalizmin bağını kesmiş olur. Haliyle yerli ve milli sol Kominterni gözeten Enver’in İslam ile Sovyet havzasındaki Türkleri birleştiren sosyalizmi mi yoksa Kemalizmi tercih edenlerin benimsediği Enver-komintern-İslam dışı bir sosyalizm midir? Bu ciddi sorun 27 Mayıs ile tekrar gündeme gelir. Fakat mesela Kadro dergisi ve hareketi yerli-milli sol kastımızın ne olduğunun cevabını da verebilir.
SOLUN AKREDİTASYONU
TKP ile yurtdışına kaçanlara karşı “içerde kalmayı tercih edenler” Kadro dergisini kurarlar. Kadrocular Kemalizme özgü devletçilik modelini temellendirerek hem Türkiye’de yaşamayı garanti altına aldılar hem hayatlarını kurtardılar. Osmanlı Avrupa gibi feodal ve burjuva değildir, hiç olmadı, yani bir sınıf çatışması da yaşanmaz. Kadrocular bu temel üzerinden şunu formülleştirdi; öncülük aydın-asker elitte yer aldığı için Kurtuluş Savaşı’nı verenlerin sınıflarının olmadığını düşünürsek devlet bir sınıfın eline geçmez böylece sosyalist mantık da Kemalist aydın öncülüğü de herkesi mutlu kılar. Bu eklektik düşünce sonraki yıllarda MDD-Milli Demokratik Devrim fikrinin alt yapısını oluşturur, aydın-asker ilerici kesimler idareyi ele alıp ülkeyi aydınlatırlar, Batılılaştırırlar özetle İslam’dan uzaklaştırırlar sonrasında da sosyalist devrim gerçekleşir.
Buna elbette itirazlar gelir… Mehmet Ali Aybar ve TİP sınıf çatışması, proletaryanın öncülüğü ve sosyalist devrim fikrinden vazgeçmezler, tek fark devrim antidemokratik ihtilalcilikle değil demokratik yoldan sağlanmalıdır. Bugün yerli-milli racon kesen Doğu Perinçek ve Aydınlıkçılar MDD tezlerine öncülüğü proletaryadan alıp köylülere, Çin Komünist Partisi’nin yöntemine verir. Yön dergisi ve Doğan Avcıoğlu kliği Kemalist darbeciliği karşılayan MDD metodunu savunmaya devam eder. Kemal Tahir Osmanlı’nın Kerim devlet olduğunu, feodal ve burjuva devrimleri gerçekleştirmediğini, bu ülkede ne olursa devlet eliyle hayata geçtiğini, “devlet eliyle kapitalizm” arayışının ülkeyi kalkındırmadığını, artık “devlet eliyle sosyalizm” zamanının geldiğini söyler.
Kemal Tahir yerli ama milli değildir çünkü toplumu ve devleti anlamaya çalışırken de reçete sunarken de hep İslam dışılığı, Asyatik devlet modelini esas alır. Üstelik Türk fikri onda bütünüyle “heterodoks”tur. Mihri Belli öncülük meselesinde ne işçi ne köylü tercihinde bulunur, “o ülkenin halkına dayanma” gibi flu ama belki de sahiden “yerli” bir yaklaşım getirir. Behice Boran ise Marksist zihinden uzaklaşmadan “yerli sosyalizm” ve dinamiklere dayanma fikrinin gereği olarak öncülük meselesinde eklektik bir sınıf icat eder: “sosyalist bilince varmış, zorlukları göğüsleyebilecek, yetenekli, mücadeleci, teşkilatlı” bir yapıdan bahseder. Doğan Avcıoğlu “zinde güçler”den, Attila İlhan ise Osmanlı-Selçuklu dinamiklerini gözetme ve Galiyev’den, 3. Dünya’ya özgü kalkınma modeli geliştirme fikrinden hiç vazgeçmedi.
Tam da burada esaslı bir yerli sosyalizm arayışından, Aybar’dan söz etmek gerekir… Proleter öncülükten, demokratik yoldan devrim fikrinden, sınıf çatışması düşüncesinden vazgeçmese bile Rusların Prag işgaline karşı çıkması, Komintern dışında durması, MDD’den farklılığı, darbeciliği tasvip etmemesi, tepeden inmeciliği reddetmesi yönüyle Mehmet Ali Aybar en yerli sosyalizme yaklaşmıştı. Onun Amerikancı, Çinci ve Sovyetçi politikaların dışında “bize özgü” bir dış politika tercihi içinde bulunduğumuz milli-yerli tezleri bütünüyle kapsar. Haliyle belki darbeci-tepeden inmeci yöntemi reddetmesiyle yerli ve milli olmayabilir, çünkü bizde esas yöntem Kemalizmin de benimsediği gibi darbeciliktir, yukarıdan icbar edici değişimdir. Fakat Aybar demokrasiyi önde tutar ve tabandan bir değişimi öne çeker.
Tabi Aybar gayri milli ve gayri yerli yaftasına boyanır ama Çin’i-Sovyetleri, silahlı mücadeleyi ve darbeciliği öne çekenler “akredite edilerek”, millileştirilir, tercih edilir. Marjinalizme kaydırarak tasfiye etmek belki takdir edilebilecek milli ve yerli tutum gibi görünebilir… O zaman kapitalizmi mutlaklaştırmanın, Amerikan dünya sistemini etkinleştirmenin yerli ve millilikle ilgisini de anlatmak icab eder. Hikmet Kıvılcımlı, “Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense, ölmek daha iyidir” der. Bu sol için önemli bir idiyet vurgusu olabilir. Fakat aynı Kıvılcımlı’nın 27 Mayıs’ı olumlu karşılaması sadece sınıfsal olarak eşrafın defterinin dürülmesi, ilerici güçlerin önünün açılması, sosyalizmin anayasal örgütlenme hakkı kazanması bakımından anlaşılabilir. Fakat Amerika’nın ve kapitalizmin Türkiye’deki etkinliğinin hesaplanmaması solun “kendi ideolojisine bile yabancı”laştığını, bu manada bile gayrımilli-gayriyerli kaldığını gösterir.
Bizde yerlilik ve millilik 1071 sonrasındaki büyük müesses nizam; İslam-Türk-ehli sünnet-gaza etrafında anlaşılmaz, sol da bütünüyle Kemalizmle birlikte bu ana omurgaya salvo yapar. “Arabın Şeriatını Anadolu Türklüğüne uygulamak isteyen İslamcı akımın kökü dışarıdadır.” diyen İlhan Selçuk Şeriat karşıtlığını Araplıkla birleştirdiği, Anadolu Türklüğünden kastının heterodoksi olduğu, Kemalizm dışındaki tüm yapıları kökü dışarıda tavsif ettiği için yerli ve milli olarak kabul edilir.
NEOLİBERAL SOL KIRILMASI
Türk solu aslında 1980 sonrasında gayrı yerli- milli oldu. İstiklal Harbi esnasında İslam ile arasına mesafe koyan sol-sosyalizm Kemalistleşirken evet belki akredite oldu, yerli-milli hale geldi… Aynı şekilde 1980 sonrasında da neoliberal tezleri benimseyen sosyalizm tamamıyla bu toprakların dışında yeni bir söyleme geçti. Neoliberal siyasallığın yönelimlerini çokkültürlülük, çoğulculuk, bir arada yaşama ile birlikte LBGT-İ, çevrecilik, feminizm, Kürtçülük, Ermenicilik, mezhepçilik tavırlarını savunanlar yeni bir sol-sosyalizm inşa etti. İslam yerine bilim-diyalektik-tarihi materyalizm-Aydınlanma ve modernite ilkelerini…Türk yerine öteki etnik ve gayrı müslim iddialarını… ehli sünnet yerine hetorodoksiyi…
Gaza yerine Sovyetik-Maoist ekolleri, enternasyonal eğilimleri ve batılılaşmayı ikame etmeye çalışan yeni sol, kendine sol ve sosyalist sıfatını kazandıran proleterya öncülüğü, sınıf çatışması, devrim, diyalektik materyalizm metodlarını hatta sosyal demokrasiyi, sosyal adaleti de terk etti. Bu manada Türkiye’nin kodlarıyla oynayacak yeni metodolojiler, görüşler ortaya koyan Türk solu 1980 öncesinde bu topraklara ait olmayan Marksist tezleri mihver alarak “Büyük Türkiye” amacını güdüyor, yerli ve milli tutum sergiliyordu ama devlet bu eğilimleri “akredite etmedi”. 1980 sonrasındaki neoliberal sol 80 önceki sosyalistlerden farklı olarak “milli davaları” sahiplenmedi, ağabeylerinin “Büyük Türkiye” hedeflerini terk ederek (Büyük) Ermeni, (Büyük) Kürt, Kıbrıs meselelerinde dünya sisteminin yanında yer aldılar. Sadece bu örnek bile sol-sosyalizmin nasıl merkezden çevreye doğru itildiğini göstermeye yeter de artar bile!..