Türk düşüncesinde soylu bir derinlik Erol Güngör

HABER MASASI
Abone Ol

1-

Bu hikâyede de Fethi Gemuhluoğlu var elbette. Fethi Bey günün birinde, sonradan hukuk talebesi olduğunu öğreneceği genç bir talebenin ailesine mektup yazdığını görür bir kahvehanede. İlgisini çeker durum. İlgisini çeken şey, genç talebenin mektubu Osmanlı alfabesiyle yazıyor olmasıdır. Tanışır ve o sıralar gerçek bir talebe gözleyen İstanbul Üniversitesi’ndeki ‘mümtaz’ hoca, Mümtaz Turhan’ın yanına gönderir. O talebe de hukuktan ayrılıp İstanbul Felsefe’ye kaydolur. Odur işte Erol Güngör.

2-

1938’in büyük doğumlarından birisi o. Derin bir anlamı omuzlamış pırıl pırıl bir alın. Genç yaşta tarihe büyük notlar bırakmayı bilecek ama yıllar süren bir yanlış anlaşılmanın da içinde kalacaktı. 38’de Kırşehir’de dünyaya gelen bu çocuk, Türk-İslam haritasına bir şehir kuracak, kurduğu şehirde İslam’a düşen gönüllerin esaslarını anlatacaktı. Bunu yaptı da. Şehrinde sabırla seyyahları bekledi. Gelen olmasa da yüksek bir tepeye çıkmadı. Durmadan şunu hatırlattı: Türklük ve Müslümanlık birbirinden ayrı düşünülemez.

3-

50’lere kadar Pozitivizmin getirdiklerini bir din ya da inanç gibi gören Türk aydını dinin gerileyen, giderek kurum bağlayacak olan bir kurum olduğu düşüncesine sahipti ve bu yüzden de İslam - Sosyoloji ilişkisi çalışmalardan kaçıyordu. Çünkü yapılacak bir çalışma ‘din’i ön plana çıkaracak ve Türkiye’de onun yoğun olarak konuşulmasını sağlayacaktı. Ziya Gökalp ve birkaç istisna dışında araştırılmayan bu ilişki Erol Güngör’ün gelişiyle beraber gündeme taşındı. Güngör, hiçbir zaman kaçak güreşmedi, her şeyi naylon olan aydınlardan olmadı, mütefekkir kaldı.

4-

Bir ‘Türk-İslam Sentezi’ değil bu sevgili okuyucu. Türklerin, İslam’la tanışmasalardı, köşe bucak dağılan kavimler halinde tarih sahnesinde bir var bin yok olacaklarını söylüyordu. Çünkü İslamlığı kabul eden milletler arasında hiçbiri, kendi milli kimliğini eriterek İslam ümmeti içinde Türklerden daha ileri gitmemişti. Bu ileri gitmenin oluşturduğu ‘Türk’ ü arıyor ve şöyle diyordu: “İslamiyet Türk Milletine cihanşümul bir vazife yükledi ve onu bu vazife için gerekli şeylerle teçhiz etti.”

İslamın Bugünkü Meseleleri kitabı.

5-

Erol Güngör İslam üzerine yazdığı iki kitabında (İslam’ın Bugünkü Meseleleri ve İslam Tasavvufunun Meseleleri), İslam’ın yükselişini, bunun ardında yatanları ve İslam dininin sahip olduğu potansiyeli anlatmaya çalışıyordu. İslam dünyasının tüm uzuvlarına sinmiş pasif direnişi yoğun bir şekilde eleştiren Güngör; İslam’ın, Batı’nın ve onun tekelindeki modernitenin yumruklarına karşılık verebilecek dirayete ve kabiliyete sahip olduğunu ve yeniden tarih sahnesinde bir aktör olarak boy gösterebileceğini ısrarla söylüyordu.

6-

Onun ‘medeniyet’ tanımı kravat takmıyor, basına röportaj vermiyor, belirli gün ve haftalara inanmıyordu. Onun medeniyeti gündeme ayarlı bir saat gibi çalışmıyor ve ‘yapacak çok işimiz var’ demeyi biliyordu. Bir de onunla beraber medeniyetin arkeolojik kazısına geleceklere birer de ipucu bırakıyordu, bunlar ne miydi: “Medeniyeti politikacılar yaratmaz. Medeniyet, âlimlerle sanatkârların işidir.”

7-

Yanlış anlayanlar ve yok sayanlar arasında sürdürdü kısa ömrünü Erol Güngör. Arkasında devasa kitaplar bırakıp 1983 yılında henüz 45 yaşındayken ahirete intikal ettiğinde, sadece sosyal psikoloji alanında bile dünya çapında bir düşünürdü. Ama itinayla yok sayıldı. Türkiye’de kültür değişmeleri, modernleşme ve batılılaşma gibi başlıklarda olağanüstü katkıları olmasına karşın burada da görülmedi. Sahiciliğiydi yok sayılmasına sebep olan şey. Ama bugün hala yaşıyor olmasına sebep olan şey de bizzat o sahicilikti.

8-

Yerliliği, milliliği ve İslam’ı doğru kavrayıştı onun ayırıcı vasfı. İslam ile Hıristiyanlık arasındaki farklara da değiniyor, iki dini toplumdaki karşılıklarıyla inceliyordu. Güngör, İslam’ın hem maddi hem de manevi tarafıyla insanın varlığı bütün olarak ele aldığını ancak Hıristiyanlıkta “İsa’nın hakkı İsa’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” ilkesi gereğince din ve dünya hayatının birbirinden ayrı olarak konumlandırıldığını söylüyordu. Din hayatı ayrı, dünya hayatı ayrı düşüncesinin, hem ‘din’in doğasıyla çatıştığını hem de toplumsal hayatı düzenlemekten yoksun olduğunu dile getiriyordu.

9-

Ne ırkçılığa varan bir milliyetçilik yaptı, ne de milleti yok sayan bir enternasyonalizme savruldu. Yobaz bir Batılı da olmadı, yobaz bir muhafazakâr da… Ezberlerle, sloganlarla, kalıp yargılarla konuşan bir papağan olmadı hiç. Her hamlesi anlamaya, her hamlesi kavramaya, her hamlesi yorumlaya yönelik parlak huruçlardı. Batı’yı da Doğu’yu da derinlemesine bilen gerçek ve ciddi bir ilim adamıydı.

10-

“Yunus ki sütdişleriyle Türkçenin / Ne güzel biçmişti gök ekinini” diyen Cemal Süreya’nın da dediğini söyledi. Dilin ve dile dair inceliklerin kaybolmasının bir toplumu birbirinden kopardığını, bireylerin arasına bir duvar öreceğini söyledi. 82 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Rektörlüğüne getirilmesinden bir sene sonra ölüm onu bulmasaydı, daha neler söylerdi? “İslamiyet’e geçiş Türk tarihi içinde büyük bir dönüm noktasıdır; fakat bu değişmenin büyüklüğü bizi daha önceki Türk kültürüne karşı körleştirmemelidir. Her şeyden önce, milli varlığımızın temel taşlarından biri olan dilimiz bize eski kültürümüzden intikal etmiştir.”