Tüm geç kalanlara karşı: Geldik sayılır
İbrahim Tenekeci, Geldik Sayılır’da topladığı gezi yazılarında tüm geç kalanlara yetişmek için koşuyor. Şehirli bir saati de yok kolunda… Doğayla bir şairin olması gerektiği gibi iç içe, şehirlerin Türkler için zindan oluşuna atıfla anlatıyor başından geçenleri; başından geçenlerin onda bıraktıklarını, bir dağa çıkmayı ve orada konaklamayı, ağaçları ve kuşları, tüm bunları da insana yüklediğimiz o tanımları kullanarak yapıyor.
“Alıç ve Ahlâtın yeri ayrıdır bizde
Gitmemişlerdir çünkü köyden kente…”
Bütün teknolojik gelişmeleri, birbirine eklemlenerek devam eden hayatlarımızı, zaman aşımına uğramayan hatıralarımızı, bize refakat eden haritaları, tarihin akışı içinde bazen kesintiye uğramak zorunda kalsa da o kadim kültürü yanımıza almamıza rağmen geç kaldık.
Geç kalmadık aslında. Tüm olay mahallerine erkenden gittiğimiz için geç kaldığımızı fark etmedik sadece. Çünkü bize geç kaldığımızı söyleyecek biri yoktu yanı başımızda, hepimiz bir kesinliğe kurduğumuz şehirli saatlerimizle beraber oradaydık. Her yerden görülen bir şeyken dünya sağa çekip hiçbir şeyi seyretmedik, bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı da öğrenmedik mesela.
İbrahim Tenekeci, Geldik Sayılır’da topladığı gezi yazılarında tüm geç kalanlara yetişmek için koşuyor. Şehirli bir saati de yok kolunda…
İlahi mesajların verildiği dağlarda hayatta olmalarına rağmen bunu söyleyebilecek dünyevi dirayete sahip sanırım. Dağın dediğidir: Daha sakin.
Doğayla bir şairin olması gerektiği gibi iç içe, şehirlerin Türkler için zindan oluşuna atıfla anlatıyor başından geçenleri; başından geçenlerin onda bıraktıklarını, bir dağa çıkmayı ve orada konaklamayı, ağaçları ve kuşları, tüm bunları da insana yüklediğimiz o tanımları kullanarak yapıyor.
“Köyden kente göç edenler keçilerine kadar, neredeyse her şeylerini yanlarında getirmişlerdir. Alıç ve ahlat ise şehirli olmamış; bozkırları, yaylaları, tarlaları, yani baba ocağımızı beklemeyi sürdürmüşler. Onlar, hudayinabittir, kendi gelendir. Ne mutlu ki ticari değere sahip değiller. Ahlat dertli bir ağaçtır ve yalnızlığı sever. Topluluk oluşturmaz. Alıç da öyledir. Mesafeyi korur. Kararlı ve azimlidir.” Sf. 54
Kitap tanıtım bülteninde “gezi yazıları” olarak lanse edilse de, gezi yazıları olmanın ötesinde bir anlam genişliğine sahip. Bu bağlamda kitap, şiir hakkında poetik metin yazmaktan bir süredir imtina eden Tenekeci’nin şiir görüşüne açılan bir kapı olma özelliği taşıyor. En azından Tenekeci’nin şiir dünyasına birkaç adım atmamıza müsaade ediyor desek, sanırım yanılmış olmayız.
“Şair, saf olanın peşindedir. Ve bilgi, çoğu kez tabiat üzerinden akar. Tabiat, insanın aslıdır. Şair, yaprağın neşesini görebilmeli, taşların sesini duyabilmeli, suyun akışını yazabilmelidir. ‘Şırıl şırıl’ derseniz, suyun akışını yazmış olmazsınız.” Sf. 14
Geldik Sayılır, temel dağcılık kavramları ve gezi başlıklarından meydana gelmiyor. Tırmanma ekipmanları için şunları önerebiliriz ya da şurada bir müddet konaklayabilirsiniz tarzında metinlerle karşılaşmıyorsunuz. “Tabiatı Duyguya Çevirmek” ve “Dağların Dilinden Anlamak” başlıklı yazılar karşılıyor bizi kitabın ilk sayfalarında. Dağların Dilinden Anlamak başlığı üzerinde bir müddet durmakta fayda var. Çünkü dinler tarihinde dağlar, ilahi mesajın verildiği yerler olması sebebiyle büyük anlam taşıyor. İbrahim Tenekeci sık sık mezar ziyaretlerinde bulunduğunu ve ölülerin yaşayanlara “daha sakin” dediğini söylemişti bir yazısında. İlahi mesajların verildiği dağlarda hayatta olmalarına rağmen bunu söyleyebilecek dünyevi dirayete sahip sanırım. Dağın dediğidir: Daha sakin.
- “Her şairin bir dağı mutlaka bulunur. Vakti gelince veya canı sıkılınca, içindeki o dağa çekilir. Şeref Bilsel, “dağlardan çalı çırpı toplayan sesimiz” derken, kim bilir neredeydi? Ben de, dışımdaki dağlardan birinde, en son şunu yazmıştım: “Başımda büyük kalmadı bana / Bembeyaz olan saçlardan başka.” Sf. 25
İnsan kendi kimliğini bulmak zorunda… Bunu da bize sadece insanların kendilerini şekillendirdikleri gibi görmeyi öğreten bilimsel kitapların, makalelerin, dünyevi dertlerin, piyasaların ve plastik hikâyelerin içinden uzaklaşarak, basit ve en temel anlamıyla “insanı” aramak için hareket ederek yapabilir.
Bu hareketin yönü ve alanı kişiden kişiye göre değişse de, en doğru olanı beşeri olanla en az temas eden yere gitmek, en az temas eden yere göz dikmek ve onun hakkında düşünmek olsa gerek. Bunlar Tenekeci’ye göre ağaçlar, kuşlar ve gökyüzü… Çünkü İbrahim Tenekeci’ye göre de haklıydı derken Ülkü Tamer, “kuşların bakışına göre değişir yeryüzü.”
“Kuş, benzetmelerin aksine, en hünerli canlılardan biridir. Sözgelimi, serçenin, insanlara bu kadar yakın olup da evcilleşmemesi, hünerli olduğunun en büyük ispatıdır.” Sf. 41
“Bazı ağaçlar da, tabiri caizse, tarihi şahsiyetler gibidir. Örneğin Domaniç ilçesindeki Mızık Çamı. Rivayet odur ki, Osman Gazi’nin bebekliğinde ninesi Hayme Ana, bu ağacın dalına salıncak kurup torununu avutmuştur” Sf. 47
Doğayı yıkmak isteyen zihniyet aynı zamanda doğayı koruma fikrini de ortaya çıkarmıştır. Çünkü ele geçirmek ancak sonunda koruma altına almakla olur. Aslında Geldik Sayılır ismini çoğu zaman tam da bu cümleye karşı bir kinaye olarak okuyorum. İsmet Özel’in Üç Zor Mesele’de söylediği şey ile İbrahim Tenekeci’nin kitabına bu ismi vermesi arasında kuvvetli bir bağ olabilir: “Tabiatı koruma ideolojisi korunacak tabiatın kalmadığı bir zamanda yaygınlaştırılmıştır.”
O vakit sonuna geldik sayılır, yine de sayılır, henüz varmış değiliz. Yine de şehirler, mevsimler ve kasabalar var. O ilk ana dönemesek de o ilk anı bize hatırlatacak metinlerimiz ve o ilk ana giderken yanımıza yoldaş olacak arkadaşlarımız var. İbrahim Tenekeci kitabında Geyve’den, Bursa’dan, Konya’dan, Sivas’tan ve İstanbul’dan ve bu yerlerin tarihinden sıklıkla söz ediyor. Buralarda bir ilk anın saklı olduğunu düşünüyor olmalı. Belki de bir tekliftir bu: Buralardan başlamalı ve buraları anlamalı.
“Bursa, Yahya Kemal’den ödünç alıp söylersek; ‘bir ulu rüyayı gören şehri’dir. Kendi Gök Kubbemiz’de Kaybolan Şehir isimli dokunaklı bir şiir var. Üsküp anlatılıyor. “ Üsküp ki Şar Dağı’nda devamıydı Bursa’nın” deniliyor. Bursa’nın kardeşi Üsküp’ü kaybedeli çok oldu. Bari Bursa’yı kaybetmeyelim. Elimizdekinin kıymetini bilmiyoruz, bilelim.”
Geldik Sayılır, mevsimleri, dağları, şehirleri ve kasabaları ziyaret eden bir şairin kitabı. Dünyayı durdurma denemeleri demeyelim, fakat dünyayı yavaşlatma denemeleri diyelim. Çünkü durdurmak zapt etmek isteyenlerin planıdır, yavaşlatmak ise ona katılmak isteyenlerin, ona bir özür borçlu olanların niyeti.