Sürdürülebilir fakirliği koruma sanatı
Öldürmeyi değil yaşatmayı öğretir toprak. O toprak ki ondan geldik ona gideceğiz,bu yüzden ellerimizle dokunurken varlığımıza ve yokluğumuza dokunur gibi oluruz.
Fakir ama onurlu yaşamak zor olsa da bunu başaran çok sayıda insan vardır. Ortalık “başarı hikâyeleri”nden geçilmiyor, durmadan kitaplar yayınlanıyor, onları okudukça iştahımız kabarıyor, haliyle yoldan çıkanlar oluyor, yine de gayreti elden bırakmamalıyız.
Kültür Bakanlığı Yayınları’ndan 1993 yılında yayınlanan Fr. W. Foerster’in “İyi İnsan İyi Vatandaş” adlı kitabının önsözünde bir bölüm var, müsaadenizle beraber okuyup yüreklerimize su dökelim: “Vaktiyle tanınmış İngiliz diplomat Sir Edward Malet, oteldeki odasında, masada birkaç altın bırakıp gider. Dönüşte oda hizmetçisi diplomatı şu sözlerle karşılar: “Ben çok fakir insanım efendim, altı çocuğum işsiz bir kocam var. Bu para beni zengin edebilirdi. Oysa siz masada unuttunuz. Gözümü kamaştırmak, beni içimdeki şeytana yenik düşürmek için altınları orada bıraktınız. Unutkanlığınız yüzünden tutuklanabilirdim, çocuklarım yüzüstü kalır, kocam bakımsızlıktan ölürdü. Bir daha yapmayın efendimiz, bize acıyın! Fakirleri düşünün, böyle bir deneyden geçirmeyin!”
Bu yazıyı gereksiz bir sonuç kısmıyla bağlamaya gerek yok. Mesaj açık, alacağımız ders ortada. Fakir, fukara, onurlu, güzel insanlar cennetten bir cüzdür. Onlardan olabilirsek ne mutlu!
KRALDAN UZAK DURAN SOYTARILARLA TANIŞMAZ
Zihinsel devrimini tamamlamadan pratik devrim peşine düşen, yani ideologları olmayan, fikirsiz bedensel hareketlerle koşuşturan her insan komiktir. İktidarı ne için istediklerini bilmeyen insanlara oy vermek yerine “oy vermiyorum çünkü…” diyen insanlara saygı duyuyorum. Herkes herkese “Amerikan uşağı” diyor… Kızgınlıkları şu bence: “Bana ne zaman sıra gelecek, ben ne zaman Amerikan uşağı olacağım?” demek istiyor gibiler… Böyle durumlar için söylenecek tek söz var kendi adıma: Hayatım boyunca krallardan uzak durdum ki soytarılarla tanışmayayım… Yani evet…
TOPRAĞI OLANIN PATRONU OLMAZ!
İnsanoğlu toprakla uğraşmayı bırakalı beri zalimleşti, şükrü, duayı unuttu. Toprakla bağını koparan adamın ekmeğini kazanırken ellerine, emeğine, terine ve doğal şartların uygunluğuna ihtiyacı vardır.
Her şey yolunda giderken, bütün işi bitirdikten sonra aksilik çıkmasın, don yaşanmasın veya yağmur yağsın diye dua eder.
- Toprakla uğraşan insan bir buğday tanesinin nasıl yeşerdiğini bildiği için bir canlının hayatına saygısı olur.
Öldürmeyi değil yaşatmayı öğretir toprak. O toprak ki ondan geldik ona gideceğiz, bu yüzden ellerimizle dokunurken varlığımıza ve yokluğumuza dokunur gibi oluruz. İnsanoğlu topraktan uzaklaşıp havaya çıkmaya başladı. Uzaya çıkacağız diye ayaklarımız yerden kesildi. Teknolojik ürünlerle geçimimizi sağlarken yaşama saygımız kalmadı. Bozulan bir şeyin vidası değişirse tekrar yolumuza devam ederiz anlayışına teslim olduk. Oysa toprak öyle değildir; zamansız bir yağmur bir yılımızı yer. Hasadın, ekimin tamiri yoktur!
Yer gök dua ile…
Ekerken toprak için, büyütürken gökler için dua ederiz. Etmeliyiz. Tüm dünyanın inadına tarım ve hayvancılıkla uğraşsak ne güzel olur. Bir ekmek düşünün… Ona hava gerek… Buğday ekelim diye toprak gerek, büyütürken su gerek, değirmende öğütürken rüzgâr gerek, en sonunda ise pişirirken ateş gerek…
Hava, su, toprak, ateş…
İşte helalinden kazandığımız bir ekmekte dört element var… Ayrıca duaları da işin içine katınca… Keşke yine toprağın masum çocukları olsak; topraktan gelip toprağa gitsek, işe gitmesek, kimsenin yanında çalışmasak…
Çünkü toprağı olanın ağası olmaz.
Çünkü toprağı olanın patronu olmaz.
SAPLAR ÜSTÜNE
Tohumun büyüyüp yemişe veya bitkiye dönüşmesi esnasında estetik açıdan hoş görünmeyen bir ünitesi vardır: Sap.
Sap, en altla en üstün arasındadır. Örneğin buğday başaklarını bir taç gibi başında taşıyan onlardır. Tohum parayla, ürün parayla satılır. Onlar sap gibi ortada kalır.
Allah, sapları samanlardan ayırandır. Herkes bizim gibi sapları korusun, sahip çıksın. Sapları sıkı tutun, sapları birleştirin ki güneşi gören bitki başları tacımız olsun!