Soru sormak yasak

AHMET MELİH KARAUĞUZ
Abone Ol

Teknoloji kapitalizminin hüküm sürdüğü hayatımızda, soru sormak, giderek daha fazla “yasaklı” bir alan hâline geliyor.

Teknoloji kapitalizmine dair şüpheler

Soru sormak, insanlığın ilerlemesinin en temel yapı taşlarından bir tanesi. Modern zamanlar her ne kadar cevabı kutsasa ve cevaba götürmeyecek soruları anlamsız bulsa da medeniyet tam bir cevaba ulaşamamış soruların sorulmasıyla ilerlemiştir. Günümüzde felsefenin ve buna bağlı olarak düşüncenin geriye düştüğüne dair duyulan inancın güçlenmesine de bu pencereden bakmak, neden bugün felsefe yok sorusunda bizi anlamlı bir noktaya götürebilir. Bugün felsefenin öldüğünü düşünüyoruz çünkü kadim olarak karşımızda duran felsefe inanışından ayrı olarak, artık cevaba ulaştıran soruları kutsuyoruz. Oysa soru sormak bizatihi kendi varlığıyla, sonuca ulaşmadan anlamlı olan bir eylem.

İnsanoğlunun en eski alışkanlıklarından biri, belki de en temel ihtiyacıdır soru sormak. Soru, meraktan doğar ve bilgiye, anlayışa dönüşür. Sokrates’ten bu yana, bilginin anahtarı sorular sormakta yatmaktadır. Çünkü soru sormak, dünyayı daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Ancak bugün teknoloji kapitalizminin hüküm sürdüğü hayatımızda, soru sormak, giderek daha fazla “yasaklı” bir alan hâline geliyor. Yasaklı, çünkü cevabı olmayan, sonuca ulaşmayan eylemlerin anlamsız olduğu inancı yaygın. Yasaklı çünkü soru sormak, akış içerisinde duraksamaya ve bu da sermayenin kaybetmesine sebep olmakta.

Günümüzde soru soramıyoruz. Bunun çeşitli sebepleri var. Örneğin düşünmek, insanın varoluşsal özelliğidir. Tefekkür etmek, hayal kurmak, soru sormak… Ancak modern teknoloji, sürekli bilgi akışıyla, sürekli bildirimlerle bu temel özelliğimizi elimizden alıyor. Artık durup bir şeyler üzerine düşünmek için zaman bulmak imkânsız hâle gelirken, bu şansa sahip olanlarsa ellerindeki şansın değersiz olduğuna inandırılıyor. Teknoloji şirketleri, dikkatimizi sürekli kendilerine çekmek için tasarlanmış uygulamalar, algoritmalar geliştiriyor. Bu da bireylerin kendi iç seslerine kulak vermelerini, yalnız kalmalarını ve düşünmelerini engelliyor. Çünkü görülmesi gereken, zihni meşgul edecek onlarca yeni içerik bizi bekliyor.

Sorunun olmadığı bir yerde, hakikatin ve hakikat arayışının da anlamsızlaştığına şahit oluyoruz. Çünkü ancak hakikati arayanların soruları vardır. Hakikat, cevap bulmakla ilgilenmekten daha çok bir arayışın ürünüdür. Sürekli içerik akışının olduğu, algoritmaların şekillendirdiği bilgiye erişim süreçlerinin olduğun bir yerde hakikatin varlığına da ihtiyaç duymayız.

Bundan dolayı, post-truth dönem, yani gerçeklerin subjektif duygular ve kişisel inançlar tarafından gölgelenmesi olgusu, soru sorma kapasitemizi elimizden alan diğer önemli bir faktördür. Bu dönemde, gerçekler yerine sahte haberler, yalanlar ve yanıltıcı bilgiler ön plana çıkar. Yalanı ya da sahte olanı ayırt etmek, soru sorma gücünden gelir ancak kişiselleştirilmiş akış içerisinde bireylerin soru sorma yetileri köreltilmekte ve aşinalığın artırılmasıyla körleşme güçlendirilmektedir.

Dijitalin soru soramayan yerlileri

Ana akım medya içerisinde sürekli olarak farklı tanımlamalar ve yenilenen nitelikleriyle karşımıza çıkan Z ve Alfa kuşaklarına atfedilen en büyük nitelik, eleştirel soru sordukları ve bundan dolayı asla memnun olamadıkları iddiası. Ancak dijital yerliler olarak da adlandırabileceğimiz bu kuşaklar, soru sorma yeteneğinden çok, rahatsız olma ve eleştirme pratiği üzerinden biçimlendiriliyor. Günümüzde rahatsız olma eylemi, soru sorma eyleminin yerine geçirilerek, bir tehlike olarak görülen sorgulama, tefekkür etme ve eylem geçme süreçleri, şikayetlenen ve pasifleştirilen nesiller üzerinden ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.

Dijital yerliler için sürekli çevrim içi olmak, sürekli bilgiye ulaşmak bir yaşam biçimi hâline geldi. Sürekli aktiflik hâli bir yandan ironik olarak uyanıklığı değil aslında uykuda olmayı, uyuşukluğu beraberinde getiriyor. Çünkü sürekli çevrim içi olan zihin bir süre sonra kendi düşüncelerini geliştirme, kritik düşünme yeteneklerini kullanma gibi yeteneklerini körelterek, sadece çevrim içi olmayı önemsiyor Çünkü günümüz teknoloji paradigması bizlere düşünmek için değil, yalnızca tüketmek için zaman tanıyor.

Teknoloji şirketlerinin asıl kazanç kaynağı kullanıcıların sürekli bağlı kalmasını sağlayarak, dikkat ve ekran sürelerinin artırma üzerinden yükseliyor. Bu da, bireylerin özgür iradelerini kullanmalarını, kendi kararlarını verebilmelerini zorlaştırıyor. Sorular sormak, yani var olan durumu sorgulamak, bu yapı içinde neredeyse imkânsız hâle geliyor. Çünkü algoritmalardan sürekli olarak beslenen bilgi akışı, insanların sadece belirli bir düşünce yapısına hapsolmalarına neden oluyor.

Teknoloji, potansiyel olarak sonsuz bir bilgi ve iletişim kaynağı sunarken, ironik bir şekilde, bu bilgi çoğunlukla yüzeysel kalıyor. Derinlemesine araştırma yapmak, gerçekten bilgi edinmek yerine, insanlar çoğunlukla hızlı ve kolay erişilebilir bilgilere yöneliyor. Bu durum, derin düşünce ve kapsamlı anlayışı engelliyor.

Soru sormanın dayanılmaz ağırlığı

Her şeyde olduğu gibi, aslında soru sorma eylemi de şekil değiştirirken niteliğini de günümüzde kaybediyor. Bizler her ne kadar soru sorduğumuza inansak da soru sormanın getirdiği bedelleri ödemek arzusunda olmadığımız için konforlu bir takım akıl yürütmelerimizi, itirazlarımızı ya da şikayetlerimizi soru sorma eylemi içerisine alarak, kendimizi bir şekliyle oyalıyoruz.

Hem felsefede hem dini metinlerde hem de kadim kültürel öğretilerde, soru sormanın bir bedeli olduğu ya da uzun bir arayış yolculuğuna kişiyi çıkardığını görüyoruz. Ursula le Guin “Karanlığın Sol Eli” romanında bir cümlede “Ama iyi düşün… daima bir bedel vardır. Soru soran ödemesi gerekeni öder.” der. Bu cümle aslında soru sormanın niteliğini de bizlere gösterir. Soru soruyorsak alacağımız cevabın ağırlığına da hazır olmamız gerekir.

Kur’an’da soru sorma eylemiyle alakalı iki örnek de aslında burada bedel ödeme ve soru soranın sorduğu soru nedeniyle cezalandırılıp cezalandırılmayacağını bize göstermesi açısından da önemlidir. Bir tanesi Yahudilerin Bakara suresinde geçen kurban edecekleri hayvanla ilgili sordukları soru eylemidir. Bir diğeri de İbrahim peygamberin ölülerin dirilmesine dair sorduğu sorudur. İlkinde Yahudiler az daha helak olacakken ikincisinde İbrahim peygamberi Allah ayıplamamıştır. Çünkü İbrahim peygamber sorduğu sorunun bedelini ödemeye hazırken Yahudiler bir eylemi ertelemek maksadıyla sorular sormuşlardır.

Günümüz teknoloji kapitalizmi paradigmasında, kullanıcılarının sordukları soruların eylemi geciktirici, konfor alanını artırıcı sorular olması istenir ve bunun için çalışılır. Algoritmalar, kişilerin soru sorma özgürlüğünü elinden almaktadır çünkü kusursuz bir konfor alanı sunmaktadır. Sorulacak sorular önceden başkaları tarafından sorulmuş ve cevaplar da tüketilmiştir. Zaten bir yerlerde bizim gibi düşünen ve bizden önce soruyu sormuş insanlar vardır. Bir daha aynı soruyu sormak anlamsızdır.

Diğer yandan gerçek soru sahiplerinin soruları da şirketler tarafından engellenerek görünmez kılınabilmektedir. Bugün Filistin konusunda sorulan her soru, eyleme dönüşecek her bir itiraz, teknoloji kapitalizmi tarafından engellenir. Çünkü teknoloji kapitalizmi soruların eylemi erteleyeceği ve hakikati gölgeleyici olmasını isterler. Cevaba önem verirler çünkü sorunun ağırlığı altında dönüşecek kitleler yerine cevabın oyalayıcılığında kaybolacak yığınlar ararlar.

Kadim bir eylem olan ve medeniyeti kuran soru sorma eylemi artık anlamsız bir çabadır. Çünkü sorusu olanların değil, cevabı bulduğu iddia edenlerin görünür olması imkân dâhilindedir. Şairin dediği surat asmak hakkımız cümlesi, aslında soru soran ve sorgulayan bir insanın eylemidir. Bu eylem, teknoloji kapitalizmi zamanında değersizdir çünkü hepimiz mutlu, hepimiz başarılı ve her daim akışta olursak anlamlıyızdır.