Söğüt gölgesi yahut meltem esintisi

NEŞE KUTLUTAŞ
Abone Ol

Sadaka ve geri almamak kastı ile borç vermekten daha güzel yatırım ve kazanç kapısı olamaz, onu söyleyeyim. Bereket var ya hani, veriyorsun ve dua ediyorlar sana. Bildin. O işte. Dağıttıkça bereketleniyor bu meret, tertemiz oluyor, azaptan kurtarıyor seni.

“Şu insanlara ne oluyor ki Allah’ın (Azze ve Celle) ihtiyaç sahiplerine vermesi için kendilerine nasip ettiği mülkü dağıtmayıp biriktiriyorlar.”

Hz. Ali Radıyallahu anh; Nehcü’l Belağa

Şimdi faiz kavram olarak problemli alandan çıkıp vade ve puan sarkacına yerleşti.

Daha üç beş sene öncesine kadar ev satmak için yayınlanan reklamların temel sözlerinden biri, ‘kira öder gibi ev sahibi olmak’ üzerineydi. Şimdiki pazarlama özlü sözü ise, ‘sen al kiracın ödesin’. Şimdi bu iki farklı sözden ne anlamamız gerekecek. Ben alayım kiracım mı ödesin yoksa kira verir gibi ben mi ödeyeyim. Önce şunu ifade etmezsem bir nesle ihanet etmiş olurum. Kira öder gibi ev sahibi olmak; köyden taşınmış olan nüfusun neredeyse tamamının rüyasında gördüğünde bile yeterince mutlu olabildiği bir husustu. Uzun vadeli düşük puanlı ev kredileri yoktu. Olsa da o zamanlar faizin hem kendisinin hem puanının yüzüne bakmazlardı. Şimdi faiz kavram olarak problemli alandan çıkıp vade ve puan sarkacına yerleşti.

Milletimiz faiz getirisinin daha yüksek olduğu zamanlarda bile elinin tersi ile itmişti bu lanetli işi. Şimdiki gidip gelmeler uzun sürmez vazgeçer yine diye umudumuz var. Gelelim meselemize. Bir miktar parası olan ve ‘üstüne biraz katabilsem de ev alsam’ diye düşünen biri gibi varsayalım kendimizi. Satılan bunca eve bakıp kira ödeyenlerin sayısının azaldığını farz edersek olmaz. Ben ev veya dükkân aldığımda borcunu ödeyecek kiracı bulamam sonra. O halde memlekette satılan ev sayısı kiracı sayısını azaltmıyor diye düşünmeliyim. Eğer ben kiracı durumundaysam ve ödeyeceğim kira başkasını ev sahibi yapacaksa niye başkasının aldığı evin parasını ödeyeyim. İlk dönemdeki tezgâha gelip kendi evimi kira öder gibi satın alırım. Bu satış zihniyeti nerden baksanız tutarsızlık içerisinde ama sistem bir şekilde işliyor onu da belirtmek lazım.

Cebinde banka cüzdanı taşıyanların cami cemaatinden tart edildiği günlerden geçip, bir şekilde faizin bulaştığı sistem üzerinden paramızı arttırmayı sağlayacak yol bulduk. Peki, bu ne işimize yarayacak?

Haramdan kazanılan mal ve para ile hayır işi yapılmayacağına göre paramızı arttırmak istememizin sebebi ne ola ki. Eğer laf olsun veya okurun gözünde bir şey zannedilmek kastı ile söylüyorsam biliniz ki Allah azze ve celle her halimize vakıf olandır. Para veya mal nasıl ve niye biriktiriliyor ki anlamış değilim. Hani durumlarından haberdar olduğumuz insanlar arasında ihtiyaç sahibi kimse kalmamış olsa anlarım. Parayı sokağa atacak halimiz yok. Birine lazım oluncaya kadar bir tarafa koyarız durur. Ruhsat verilen miktara ve süre gözetmeye de söyleyecek sözümüz olamaz. Ama kira getirisi için mülk alınır mı? Yemeğin var, maişet için bir miktar ayırdın, faturaları ödedin, cebine harçlık koydun daha ne istersin Müslüman. Yatırım yapsana ev veya dükkân alacağına.

Sadaka ve geri almamak kastı ile borç vermekten daha güzel yatırım ve kazanç kapısı olamaz, onu söyleyeyim. Sektörel tecrübe konuşuyor, inanın bana. Bereket var ya hani, veriyorsun ve dua ediyorlar sana. Bildin. O işte. Dağıttıkça bereketleniyor bu meret, tertemiz oluyor, azaptan kurtarıyor seni. Birinin derdini savuşturuyorsun, diğerinin yüreğini ferahlatıyorsun, insanı neredeyse küfre düşürecek fakirliğin kenarından uzaklaştırıyorsun, ‘ne yapacağım ben’ diye kıvranana el uzatıyorsun, gurbete gidenin cebine harçlık bırakıyorsun, hazır çorba kaynatıp içenin sofrasına bir kap da yemek koyuyorsun.

Para ve mal/mülk sahibi olanlar, biriktirmeyin.

Para ve mal/mülk sahibi olanlar, biriktirmeyin. Onların evlatları, ana babanızdan mallarını paralarını dağıtmasını isteyin. Yeni telefon veya araba alacak olanlar, bir model düşüğünü alıp arasındaki fiyat farkını dağıtın. Hani vakıf medeniyeti diyoruz ya geçmişimize dönüp baktığımızda, garibanların ihtiyaçlarını karşılamak için tasadduk edilen para veya mülklerle gerçek oldu o hikâye. “Sanki Yedim” Camisinin yapımına dair rivayetleri bilirsiniz. Bir daha okuyun. ‘Sanki yedim’ yerine ‘sanki aldım’ deyip biriktirip dağıtın. Ama biriktirmeden, doğrudan da dağıtabilirsiniz, biriktirmeye başlayınca başına şeytan üşüşebilir. Dağıtın ha, dağlanıp üzerinize yapıştırılacak günün azabından korkun. Zaten biliyorsunuz bunun ne bereketli iş olduğunu.

Neyse, meselemizden uzaklaşmayalım. Nüfusun ana gövdesini oluşturan orta ve dar gelirli; geçimini tarım, el emeği, niteliksiz işçilik veya düz memurluk ile kazanan; kanaatkâr, hayırsever, büyük günahlardan kaçınmaya dikkat eden, komşusu-sülalesi-obası ile yardımlaşmayı devam ettiren insanları ayartmak ve yoldan çıkartmak; evlerini şeytanın uğrak yerlerinden birine dönüştürmek için kurulan bir tezgâh bu. ‘Bul karayı al parayı’ üçkâğıtçılığı bunların yanında eğitim materyali gibi kalır.

Ev sahibi olmamız birinci meseleleri olmadığına göre, amaçları inşaat ağababaları ile el ele tutuşup adına mevduat dedikleri kendilerine ait olmayan parayı faizle kullandırıp şeytan konakları inşa etmek. Faiz ile yapılandan ev olmaz zaten. Ancak konut olur. Cumhurbaşkanının bile şikayetlenmesine rağmen bırakınız ortadan kalkmasını oranını bile aşağı çekmedikleri faiz üzerinden gerçekleşen banka kâr miktarlarına ne diyeceğiz. Özel bankalar üzerinde baskı oluşturma imkânı olan kamu bankaları neden bu yola girmiyor. Milyar liralık kârlar neden bankanın gelir hanesinde kalıyor. Mevduat üzerinden kazandıkları paranın tamamını ya kendisi dağıtması ya da bütçeye devredilmesi gerekir. Bankacılık işlemleri sebebiyle her dosyadan ücret alıyorlar zaten. Mevduatın faiz ile satışı niye senin cebinde kalsın. Tamam, sen para âleminin külhanbeyisin de benim ahmaklığım olmasa senin güzelliğin beş para etmez.

Nihayet mesele benim istediğim yere geldi. Gitsinler cehennemin dibinden mevduat toplasınlar, biz paramızı onlara kaptırmayalım. Sigortacılık ve bankacılık düzeni üzerinden dünya çapındaki soygunu anlatacak durumum yok. Meseleyi bilmeyen var mı; yok. Bu kadar gönüllülük hâli bir hayırlı işte gündeme gelmezken şeytanla aşık atarcasına sistemin merkezine yolculuk yapmanın manası ne olabilir. Eğer dünyada geçerli olan para-mübadele ve ticaret-geçim-üretim sistemlerinin içerisinde yer almaya devam edeceksek bilinmelidir ki, Müslüman olarak kalmamıza yetecek enerji kaynakları henüz keşfedilmedi. Hem söğüt gölgesi hem meltem esintisini bir arada istiyoruz galiba.