Sırtındaki yaprak tozu
Ciğerimiz alev almış, kebap misali pişerken, sırtındaki toz misali dertleriyle hiç olmazsa bizi oyalamazlar, bizden ricacı olmayı bırakırlar, sessiz kalırlar, halimizi sormaktan utanırlar sandığımız ağabeyler, hocalar, akıldâneler, müşkülpesentler…
İşsiz kaldığım yıllarda da bu tip kişilerle karşılaşmıştım:Sen alev almışsın, cayır cayır yanıyorsun ama o senin bu halini gördüğü halde kendi sırtına düşen yaprak tozunu silkelemeni istiyor. Anlatmışsın yani. Habersizim diyemez. Mesela bir gün olmuş, bakmışsın telefon ekranında onun ismi yazıyor. İçinde bir ümit, açıyorsun telefonu. Ve saatlerce senin ne halde olduğunu konuşuyorsunuz. O, soru sordukça sen daha çok ümitleniyorsun. Çünkü sorduğuna göre seninle ilgileniyor, senin derdini ayrıntılarıyla öğrenmeye çalışıyor sanıyorsun. Ki daha sağlam bir çözüm bulsun. Ama öyle olmuyor. Öyle olmadığını büyük bir hayal kırıklığıyla öğreniyorsun. O seni aslında derdinle dertlenmek ve derdine çare bulmak için aramamış. Onun seninkine kıyasla küçücük, belki de halledilmese de olur bir sıkıntısı vardır. Onun için aramıştır. Peki niye o kadar ayrıntıyı sordu, seni saatlerce dinledi? Dedikodu ihtiyacını gidermek için olabilir mi? Ya da senin perişanlığına bakıp kendi konforlu hayatının biraz daha tadına varmak için…
Evsiz kalmışsın, sabahtan akşama kadar ev sahibiyle yaptığınız veya yapacağınız kavgaları düşünüyorsun. Kafan allak bullak. Yüreğin dediğim gibi yangın yeri. Ve bunu anlatmışsın, yardım istemişsin, öyle ki dilenci olsan bu kadar aşağılık, insanın onurunu inciten cümleler kurmazdın. “Mahvoldum, en küçük yardımına bile ihtiyacım var.” demişsin mesela. Çünkü karşındaki insanın samimiyetine inanmışsın. Senin derdinle dertleneceğini sanmışsın. Senin meselen ne de olsa onun da meselesidir diye düşünmüşsün.Evsiz kalmış bir adamın meselesi kimin meselesi olmaz ki? O, hepimizin yürek sancısı değil midir? ‘Tanrı misafiri’ dediğimiz kişi, evsiz kalmış kişi değil midir?Yurdundan, memleketinden olmuştur o.Evsizlik; yurtsuzluk, memleketsizlik dolayısıyla mültecilik haline denk düşmez mi? Çünkü o kişi önce canının, sonra da ailesinin derdine düşmüştür. En doğal hakkı olan barınma ve güvenlikten yoksundur. Kim olsa, böyle birine evini açmaz mı, elinden geliyorsa, ona bir ev bulmaya çalışmaz mı?Hiç tanımadığımız insanların kalbinde bile böyle bir durum karşısında sızı oluşmaz mı? Oluşur. Ama işte o, sırtındaki tozun derdinden başka derdi olmayan ağabeyimiz, hocamız veya tanıdığımız, senin yangın haline aldırmaz. Evsizliğini görmezden gelir. Onun site içinde, otomobilini rahatça park edebileceği bir evi vardır. Tamamdır, o köprüyü geçmiştir ya, yeter. Sırtındaki tozsa, ya ulaşmak istediği ve senin sayende kolayca ulaşacağı bir kitaptır veya kendini hoş gösterecek, dergisi için lazım bir dosya yazısıdır. Senin yanıp kül olman o an için önemli değildir. Onun işi hallolsun da gerisi hiç önemli değildir. Oysa o işi kolayca başka birisiyle de halledebilir. Sen kolay lokmasın.
Ciğerimiz alev almış, kebap misali pişerken, sırtındaki toz misali dertleriyle hiç olmazsa bizi oyalamazlar, bizden ricacı olmayı bırakırlar, sessiz kalırlar, halimizi sormaktan utanırlar sandığımız ağabeyler, hocalar, akıldâneler, müşkülpesentler…
İşsiz kaldığım günlerde de bu tip memur arkadaşların yanıma gelip ayın sonunu zor getirdiklerini anlatmaları çok zoruma giderdi. Onların fatura hesaplarıyla çınlardı kulağım. Bir gün onlardan birine dedim ki: “Bak senin hiç olmazsa işin var, aylık şu kadar gelirin var. Benim bunlar da yok. İstersen bana dertlerini anlatma, çünkü benim derdim seninkinden çok büyük.” Anlayış göstermesini ve susmasını beklerdim. Öyle olmadı. Çirkefleştikçe çirkefleşti. “Senin ne derdin varmış!” demeye getirdi. Çünkü sen, onun gözünde sadece kendisi gibi memur olamayacak kadar değil bir derdi dahi olamayacak kadar küçüksün. O, dünyanın en önemli adamı! Onun küçücük sıkıntısı bile senin kocaman dertlerinden daha büyüktür. Ve kendisinin sırtındaki toz, senin yanmış ciğerinden çok daha önemlidir. Silkeler misin lütfen o tozu?