Âşığım âşıksın âşık âşığız âşıksınız âşıklar
Yunus Emre diyor ki; "Kişinin sevabı da günahı da sevgisi olduğu şeylerden geliyor!" bu demektir ki sevgi masum değildir. Ve bizim Hak katında ne olduğumuzu belirleyecek olan sevgimizdir. Herkes neyi sevdiğine dikkat etsin.
Âşık mısınız? Bu soruya muhtemel iki tür cevap verilebilir; "evet" veya "hayır!" Peki âşık olmamış olmak mümkün mü? İnsan aşksız yapabilir mi, yaşayabilir mi? Elbette ki hayır! Şimdi ben şöyle dediğinizi duyar gibiyim:
-Ne demek aşksız yaşayamamak! Ben âşık filan değilim ve bal gibi de yaşıyorum.
Öyle mi gerçekten?
ÂŞIK MISINIZ?
Şimdi ben diyeceğim ki bu sorunun cevabı hiçbir insanı ayırt etmeksizin "evet"tir. Evet, herkes âşıktır, lakin bundan haberi yoktur.
-Nasıl oluyor da herkes için bu sorunun cevabı "evet!" oluyor, fazlasıyla abartılı, bu! Derseniz, ben de size niye böyle dediğimi açıklamaya çalışayım.
AŞK DEYİNCE NE ANLIYORUZ?
"Aşk" kelimesi nereden baksanız, en azından bin üç yüz yaşında bir kelime. (Orijinal anlamı sarmâşık demekmiş. Sarmâşık nasıl sarıldığı ağacı sarıp sarmalayıp yok ediyorsa aşk da insanı öyle kuşatıp yutuyor.) Bunca yıldır onda biriken anlamları bir düşünsenize! Bugün bile hâlâ hayatımızda en sık yer eden kelimelerden biri. Hem de her sınıf, her topluluk, her yaş ve her meslek grubu arasında. Bin üç yüz yaşında bir insanla tanıştığınızı düşünün. Bu insan neleri bilmezdi, nelerden haber vermezdi acaba! Ondaki tecrübe, bilgi, ilim ve hikmet insanlığı dehşete düşürürdü. Düşünsenize, sizin tarih kitaplarında okuduğunuz ve "acaba!" dediğiniz her şeyi yaşamış ve karşınıza dikilmiş biri var! Ne demek istediğimi daha somut anlatmak için bir parantez açayım ve The Man from Eart (Dünyalı diye çevrilmiş) filmini izlemenizi tavsiye edeyim. İzleyin bakalım böyle bir insanla tanışmak nasıl dehşet verici oluyormuş! Yüzlerce yıldır aramızda yaşayan, tâbiri caizse aksakallı pirifani olmuş kelimeler de böylesi bir insandan daha az zengin değildir. Aşk kelimesi, yüzyıllardır, kim bilir kaç anlam evrenine girip çıktı. En basit kuralı söyleyelim: Bildiğimiz hiçbir şey bildiğimizden ibaret değildir. Bizim bildiğimizi zannettiğimiz şeylerin bilmediğimiz nice yönleri vardır. Aşk dediğimiz zaman şimdi bizim aklımıza gelen anlamın asırlarca sadece bugünkünden olduğunu iddia edebilir miyiz? Bırakın aşk için, hiçbir kelime için böylesi bir iddiada bulunamayız, bulunursak bu bizim cahilliğimizi gösterir.
Mesela Müslüman olduktan sonraki edebiyatımızın başlangıç metinlerine gidelim. Hâce-i Evvel'imiz, Ahmet Yesevi hazretlerine soralım, diyelim ki;
-Aziz efendim, aşk ne demektir?
Size vereceği cevap şu olacaktır:
- "Dertsiz insan insan değil, bunu anlayın
- Aşksız insan, hayvan cinsi bunu dinleyin."
Gördünüz mü? Ahmet Yesevi hazretlerine göre dersiz ve aşksız insan yoktur! Ancak hayvanlar âşık olmazlar. İnsansan âşıksındır, o kadar.
-Ahmet Yesevi'nin bu cevabı verdiği ne malum? Diye sorma çünkü hamdolsun Hikmet'leri yani şiirleri yüzyıllardır okunageliyor. Divan-ı Hikmet'e bakarsanız çok daha zengin metinlerle karşılaşacaksınız.
YUNUS EMRE DER Kİ: AŞKSIZ KİŞİ YOKTUR
Biraz daha yakına, bu topraklara gelelim. Hz. Yunus Emre'ye konuk olalım ve ona da bir soralım bakalım aşk nedir? O da sana şöyle cevap verecektir:
- Aşksuz âdem dünyede bellü bilün yok durur
- Her biri bir nesneye sevgüsi var âşıkdur
- Çalab'un dünyâsında yüz bin dürlü sevgü var
- Kabûl it kendözüne gör kangısı lâyıkdur
- Biri Rahmâni'r-rahîm biri Şeytâni'r-racîm
- Anun yazugı müzdi sevgüsne ta'allukdur
Hz. Yunus Emre, meseleyi çok daha derinden ele almış. Ona kulak verirsek görürüz ki, aşk, insan denen hamurun mayasıdır. Yunus Emre'nin sözleri tam da bizim sorumuzun cevabıdır.
-Aşksız insan var mıdır?
-Yoktur!
Yunus Emre insanın yaratılışına odaklanır ve der ki: Aşksız bir tek insan yoktur. Herkesin bir nesneye sevgisi vardır ve o sevgi de onun aşkıdır. Peki nedir bu nesneler? Yunus, "kimi kadın, kimi çocuk, kimi mal-mülk, ev-ocak, kimi sermaye, kimi dükkân sever" diyerek bunların birkaçını saymış:
- Kimi avret oğlan sever kimi mülk-hânumân sever
- Kim ser-mâye dükkân sever bu dünye hâlden hâledür
KAÇ NESNE VAR?
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: İnsanın sevgi duyup peşinden onun aşkıyla ömrünü tükettiği kaç nesne vardır acaba? Yunus Emre'nin "Çalab'ın (Allah'ın) dünyasında yüzbinlerce sevgi var" demesinden anlıyoruz ki, bu nesnelerin sonu yoktur, sonsuz sayıdadır. Hemen her insanın tutkusu onu bir nesnenin mahkûmu yapar. Yunus Emre'nin bunlara "nesne" demesi de ilginçtir. Türkçede nesne kelimesi "ne ise ne"- den geliyor. Yani bu demektir ki, herkes kendi nesnesini kendi belirliyor. Bu belirleme nasıl oluyor? Diye sorulsa onun da cevabı verilmiş işte. "Kendi özüne uygun bir tane nesne bulursun ve onun aşkıyla ömrünü sürdürürsün" diyor Hz. Yunus. Yani insanı aşkı konusunda özgür bırakıyor. Bir nesneye âşık olacağından şüphe yok. Peki bu hangi nesne olacak ve niye o olacak? Burada "kendözüne layık" olma meselesi devreye girmiş oluyor. Demek ki her insanın âşık olacağı şeyin, onun kendiliğiyle, özgürlüğüyle tartışmasız bir alâkası vardır.
NESNE YÜZBİNLERCE FAKAT...
Yunus Emre, Çalab'ın dünyasında yüzbinlerce sevgi nesnesi vardır diyor lakin bunları da iki başlık altında sınıflamış: Biri şeytanî ve diğeri de Rahmanî sevgiler. Bu demektir ki, sevgimizin olduğu nesneler bizim aşkımızı da belirler ve onlar da bizi ya Rahman'ın kapısına getirirler ya da şeytanın kucağına düşürürler. Burada Yunus Emre'nin sevgiye vermiş olduğu o büyük rolü de görmüş oluyoruz: Müzd eski Türkçede sevap demek. Yazuk da günah demek. Bizim aldığımız sevaplar ve günahlar nereden geliyor? Bize sorulsa amellerimizden. Ama Yunus Emre diyor ki; "Kişinin sevabı da günahı da sevgisi olduğu şeylerden geliyor!" bu demektir ki sevgi masum değildir. Ve bizim Hak katında ne olduğumuzu belirleyecek olan sevgimizdir. Herkes neyi sevdiğine dikkat etsin. Demek ki neymiş, aşksız insan yokmuş. Şimdi diyebilirsin ki, "Yunus Emre'nin sözleri illa doğru mu, ben kabul etmiyorum". Olabilir. Ben Yunus'tan daha iyi bildiğimi iddia etmiyorum. Onlar, bizim tartıştığımız şeyleri bizzat yaşayanlar çünkü. Bu tür meselelerde tartışma daha da alevlenirse o zaman da Yunus Emre şöyle söylüyor:
- Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden alır değil,
- Aşksız kişi hayvan olur, hayvan öğüt bilir değil.
Bakınız, Yunus Emre de aşksız kişiye, Ahmet Yesevi hazretleri gibi hayvan sıfatını layık görmüş. Kimdir hayvan? Yaşamanın gayesi boğazından ibaret olan. Bir soru daha soralım: Aşk anlatılabilir mi? "Vallahi kardeşim, aşk deyince herkes ne anlıyor bilemiyorum ama... şey anlatacaktım aşk konusunda... Ama vazgeçtim anlatmaktan. Çünkü imkânsız, beni bir iyice tanımadan anlamazsınız diyeceğim. Anlamazlar..." Anlaşılmayan şey nasıl anlatılsın? Anlaşılsın anlaşılmasın biz hangi aşk için yaşayacağız? Bunun cevabını da Sezai Karakoç vermiş:
- "Aşkımız, Nemrut'un ateşine ateş değil, Hz. İbrahim'in gül bahçesine su taşımak aşkı olsun."
Son sözümüz, medeniyetimizin hayret ve şaşkınlık makamını ifade, bazen bütün güzellikleri kendisiyle ifade etmek, bazen çok beğendiği ve bazen de pek beğenmediği şeyler için kullandığı şu sihirli kelam ile olsun:
Aşk olsun!