Sen “tek şerefli”ysen peki biz kimiz?
Sene 1996. İstanbul’dayız. Kitap fuarı ya da bir yayınevinin ofisi. Yoksa biz seni nasıl görelim? Ne solcuyuz ne parti lideri ne de zengin. “İşte görüyorsun Hakan,” dedin, “beni sadece Müslümanlar okuyor.” Ben içimden “ne güzel” dedim ama senin yüzündeki aşağılamayla karışık hayıflanmayı da fark etmedim sanma.
Ailem beni ODTÜ’de okuyor sanırdı. Oysa ben seni okurdum. Anfide, yurtta, mescitte... Her yerde ya bir kitabın olurdu elimde ya da gazetede, dergide çıkan son yazın. Binlerce genç vardı benim gibi. Sonradan on binlerce genç oldular. Sen? Sen ev sahibi oldun.
Partiye sırtını yaslamıştın. Biz bunu senin partiye tenezzülün gibi görürdük. Birçoğumuz sormuştur: Üstad, Hocam, Ağabey... Bu iş partiyle olur mu? Sahi cevabın neydi? Hay aksi, tamamen unutmuşum.
Yoksa bir fikrin yoktu da durum öyle gerektirdiği için mi öyle duruyordun? Sahi hangi partiydi bu? Bazen unutuyorum. Yüz yüze görüştüğün, bu arada, Adnan Menderes miydi, Aydın Menderes mi? Hasan Celal Güzel nereden çıktı şimdi?
Şanına yaraşsın diye Şevki Bey dinlerken yazıyorum bu yazıyı. “Söyle gönlüm sen kimin meftunusun?” diyor solist. Sahi sen kime meftundun? Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamaktan başka terbiyesizliği olmayan Müslümanların değil herhalde, yok artık. Çağırdıkları her yere koşarak gittiğin solculara ise meftun olmasan gerek. Meftun musun?
Sene 1996. İstanbul’dayız. Kitap fuarı ya da bir yayınevinin ofisi. Yoksa biz seni nasıl görelim? Ne solcuyuz ne parti lideri ne de zengin. “İşte görüyorsun Hakan,” dedin, “beni sadece Müslümanlar okuyor.” Ben içimden “ne güzel” dedim ama senin yüzündeki aşağılamayla karışık hayıflanmayı da fark etmedim sanma.
Seni Müslümanlar “sadece” niye okuyor, hiç düşündün mü? Düşünseydin belki asalet meselesini tekrar gözden geçirirdin. Arap atı kadar asilsin, amenna. Ama sen gene de bir düşün. Bir yazarı Müslümanlar dediğimiz asaletsiz kara halk niye okusun?
“Emel-i meyl-i vefa sende de var bende de var” okuyor solist şimdi. Var mı? Vefa gösterdiğin insanlar varsa ne mutlu onlara. Ama benim tanıdığım hiç kimseye vefa etmedin. Ya başta zerre sevgin saygın yoktu ya sonradan aleyhlerinde bulundun.
Asalet vefada değil mi yoksa? Asil ne ya bu arada? Aslı olan yani asılsız olmayan. İnsan için aslı onu dünyaya getiren ana babasıdır her şeyden önce. Senin anan baban da seni dünyaya getirmişler. Hata mı etmişler dersin? Pişman mısın? İyi de sen niye pişman oluyorsun anan baban seni dünyaya getirince?
Kendi ebeveyninden bile “başkaları” diye söz edecek ne yaşadın, diye sormayacağım hayır. Biliyorum sıkıntıların oldu çocukluğunda, gençliğinde; yetişkinliğe geçince azalacağına daha da arttı sıkıntılar. İyi de sıkıntısız Müslüman mı olur? Hele bu çağda.
Yok hayır tek sıkıntıyı sen çektin; tek asalet sahibi de sensin. Öyle mi? Duydum ki kuvayi milliye başlatmışsın yeniden. Demek ki asaletine daha azını yakıştıramadın. Ama sana kuvayi milliye hakkında bir iki şey söyleyeyim. “Kuvayi” denmesi bunların birbirinden bağımsız olarak memleketin dört bir yanında ortaya çıkan direniş grupları olmasından kaynaklanıyor. Müslümanlar başsız kalınca sağa baktılar olmadı, sola baktılar olmadı. Ya Allah deyip üç beş eşraf molla zabit eşkıya derken toplanıp namuslarını korumaya ant içtiler.
Yani biri çıkıp kendini tek şerefli ilan etmedi. Anasını babasını hor gören adamlar hele hiç değillerdi.
- Birbirlerini, yaşadıkları memleketi, ailelerinin şerefini, inandıkları Allah’ı ve Peygamber’i beğendikleri için kuvayi milliye oldular. Yoksa zillete düşeceklerine inanmışlardı.
Sen şimdi kuvayi milliyeyi de beğenmezsin. Beğenme. Kendini beğen. Hatta kendini de beğenme. Hani ayıptır söylemesi, bu bir yerde artık senin sorunun. Asaletin, şerefin, haysiyetin böyle sancılarla alakası yok. Asalet aslı olmaktan yani ana babadan geliyor dedik. Şeref de yücelik demek. Bakalım sen ne kadar yücesin? Asaleti zaptetmen işe yarar mı yüceliğin gayri şahsi karizması karşısında.
Yücelik nazarıyla bakınca senle yazdıkların ayrılıyor hemen. Hiç vefan yok, ama dostluk hakkında müthiş şeyler yazmışsın. Plan program yapmadan sokağa çıkmazsın; ama cesaretin kalemi sensin. Aklınla hareket eder, tutkulu olmayı översin.
- Seni meşhur eden yazılarına bakınca dünyanın bir avuç Müslümanın yüzü suyu hürmetine ayakta durduğu görülüyor; ama kendin gece ve gündüz Müslümanları aşağılamaktasın.
Uzun lafın kısası, yazdığın yücelikten ibaret, kendin pek oralarda değilsin. Bedava olmak kaydıyla belediye otobüsüne de mersedese de binenlerdensin sen. Ha bu arada, bindiğin taksinin ücretini de öğrenci harçlığımdan ben ödedim.
Yücelik hep almakla, hep istemekle, hep başkalarını kullanmakla olmaz. Yücelik vermekle ve istememekle olur.
Şimdi gel şöyle yapalım: Kitapların kalsın, sen çıkabilirsin.