Seksen yıl sonra Hareket dergisine yeniden bakmak

ASIM ÖZ
Abone Ol

“Hareket esasen şu sorulara cevap aramak için yayımlanır: Geleceğimiz ne olacak? Dünyanın neresinden bir Rönesans beklenebilir? Kurtuluşumuzu nerede arayacağız? Derginin bu sorulara verdiği cevap oldukça nettir: Avrupalılık hırsına bürünmekten uzak kalarak yüzyılımızın Rönesans’ını kendimizden beklemekten başka çaremiz yoktur.”

Hareket, felsefenin kavram zenginliği ile sanatın sezgisel potansiyelini birbirinden ayırmadığını “fikir-sanat” vurgusuyla öne çıkarmaktadır.

Cumhuriyet devri dergileri arasında yepyeni bir fikrî form kurmayı teklif eden Hareket’in 1 Şubat 1939’da yayın hayatına başlamasının üzerinden seksen yıl geçti. Dağdağalı bir dönemde çıkan dergi üzerine bibliyografik dökümlü yahut deneme hüviyetinde çeşitli metinler kaleme alındı.

Ne var ki felsefeyi, ahlakı ve sanatı bir araya getiren dergiyle ilgili analizler çoğu zaman özgüllükleri göz ardı ettiği için okurları neredeyse aşılamaz bir zorlukla karşı karşıya bıraktı. Aslında bu, okuma ufkunu genişletmek yerine daraltan, kısıtlayıcı bir yaklaşımın neticesidir.

Hareket, felsefenin kavram zenginliği ile sanatın sezgisel potansiyelini birbirinden ayırmadığını “fikir-sanat” vurgusuyla öne çıkarmaktadır. Gelgelelim dergiyi her türlü öznel-nesnel dış etkiden bağımsız, tümüyle özerk bir varlık şeklinde mutlaklaştırmak, onu döneminin, genel düşünce hayatının, farklı gruplarla etkileşimden tümüyle soyutlamak da bir o kadar sorunludur. Hiç şüphesiz bunun aşılabilmesi için ilk yapılması gereken, yazarlarını ve ilgili metinleri göz önünde tutarak dergiyle ilgili noksanları gerçek anlamda askıya almaktır.

Hemen herkesin hâlinden ziyade akıbetini düşündüğü bir entelektüel iklimde Hareket’in ilk devresinde öne çıkardığı Rönesans hareketi düsturuna bakılması hakiki bir karşılaşmaya yol açabilir. Aslında Topçu, bir Rönesans oluşturma peşindedir, bu fikir onda her zaman varlığını korumuştur ve Hareket de bu maksada binaen yayımlanır. Topçu’nun yazılarının felsefesini oluşturduğu dergi esasen şu sorulara cevap aramak için yayımlanır: Geleceğimiz ne olacak? Dünyanın neresinden bir Rönesans beklenebilir? Kurtuluşumuzu nerede arayacağız? Nurettin Topçu’nun dolayısıyla da derginin bu sorulara verdiği cevap oldukça nettir: Avrupalılık hırsına bürünmekten uzak kalarak yüzyılımızın Rönesans’ını kendimizden beklemekten başka çaremiz yoktur.

Bıktırıcı Tekrarların Ötesi

Hareket dergisinin ilk sayısı.

Hemen şunu vurgulayalım: Hareket dergisiyle alakanın çoğu zaman ikincil kaynaklar üzerinden biçimlenmesi birtakım sorunların biteviye tekrar etmesini sağlamıştır. Nurettin Topçu’nun siyasi tutumunu aydınlatacak emareleri arayanlar sözgelimi Gandi ile ilgili Hareket dergisinin ilk sayısından itibaren yayımlanan metinleri okuma zahmetine girmemişlerdir. Hâlbuki Topçu, Avrupalı düşünürlerin kendilerini haklı kılmak için giriştikleri çare arayışlarının sonuçsuz kalmasını “siyasetten kurtulup, samimiyete gönül veren Gandi gibi bir insaniyet mütefekkiri”nden mahrum kalmalarıyla açıklar. Hareket, yeni terkipler hazırlamak için aydınlara dair kavrayışın ferasetli ustalarından Julien Benda’dan çevirilere yer verilmesini doğrudan doğruya derginin söylemini izah sadedinde gündeme almak gerekirdi. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Sayıları ağır ağır sakin mizaçlı bir nehir gibi çıkan Hareket dergisi incelemelerine yapılacak asıl büyük katkı derginin ilk dönemine yoğunlaşmaktır. Ne var ki, böylesi okumalar henüz bihakkın yapılabilmiş değildir.

Nurettin Topçu’yu dolayısıyla Hareket dergisini tamamen felsefi bir çerçevede yani düşüncenin görece özerk tarihinde konumlandırmak kadar, yaklaşımlarını sadece Türkiye’nin uzak ve yakın aktüel siyasi gelişmeleri zaviyesinden hareketle yorumlamak da yanlıştır. Bunu layıkıyla kavramak için 1960’ların ikinci yarısına dair değerlendirmelere bakılabildiğinde bir husus hemen fark edilir: Hareket hakkındaki metinlerin geneli, derginin 1966 sonrasına rastlayan birkaç sayısıyla sınırlıdır. Bu durum, dergiden söz açanların öncelikle 1939 döneminden habersizliğinden kaynaklanır. Kimi zaman anlama kimi zaman kovuşturma mantığıyla İslâm sosyalizminden muhafazakâr devrimci neşriyata, antisemitizmden din siyaset ilişkisine değin uzanır bu ilgi. Karşılıklı birbirlerini inkâr eden, anlamını yok eden cümleler kurmaktan kaçınılmaz olur tabii. Öte yandan “bir ihmali telafi telaşıyla” eseri ancak 1990’larda ucundan kıyısından ortaya çıkan, kadri ancak 2000’lerde bilinen bir düşünür için normal kabul edilebilir bu değerlendirmeler. Elbette farklı devirler belirli yorumlara öncelik verir hatta zaruri kılar. Hiç şüphesiz “varoluşun olumsal ögesi” karşılaşmanın çeşitlilik kazanmamasının payı yüksektir bunda.

Türkiye'yi tanımak için okunması gereken iki isim: Ali Gevgilili ve İdris Küçükömer
Cins

Bizi kendisi üzerinde düşünmeye sevk eden Hareket’in birinci sayısında dergi imzalı bir çıkış manifestosu bulunmaz, Nurettin Topçu’nun “Rönesans Hareketleri” başlıklı yazısı yer alır sadece. Bu yazıyı Hareket hassasiyetini karşılayan içeriğine bağlı olarak bir manifesto gibi okumak da mümkün… Topçu’nun, sonraki yıllarda bu yazısının yer aldığı kitabının adı ilgilendiği meselelerin kapsamını yansıtacak kadar iddialıdır: Yarınki Türkiye. Denilebilir ki, değişik tarihli Topçu imzalı Rönesans vurgulu metinler, birbirine eklemlenir, birbirini tamamlar ve bir bütünlük oluşturur.

  • Nurettin Topçu, sorduğu sorular, ileri sürdüğü görüşler çerçevesinde Rönesans üzerinden bir düşünce tarihi özeti sunar. Metnin her bir bölümü bir sonrakini hem bir çeşitleme hem de iç içe giren görüş açısı olarak içerir. Böylelikle ısrarlı bir bakışı bireşim durumuna getirir. Rönesans’ın yeniden yorumlanmasını öncelikle Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşanan ve tüm toplumsal kesimleri etkileyen genel bir kriz çerçevesinde konumlandırmak gerekir. Yeniden yorumlanmış bir Rönesans aynı zamanda Türkiye’deki Batılılaşma pratiğinin de aşılmasını beraberinde getirecektir.

Tanzimat’tan sonraki Batılılaşma hareketleri, Millî Mücadele, Tek Parti dönemi, Batı dışı dünyanın direnişi ve adım adım yaklaşan İkinci Dünya Savaşı Topçu’nun yaklaşımının bağlamını oluşturur. Zaten bizde yayıncılığı ve dergileri ülkenin kültürel, toplumsal ve siyasi krizleriyle birlikte düşünmemek imkânsızdır. Henüz otuz yıl sonraki fikri karamsarlıktan uzak olan Topçu’nun üslubuna aşina olmayanlar açısından görece uzun sayılabilecek bu makalenin “demir leblebi” olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Hareket dergisinin yayın hayatına atıldığı dönemin siyasi ve tarihi bağlamına referansla şu söylenebilir: Yeni bir güneşin doğmakta olduğunu işaret eden metin hem bir geçmiş muhasebesi hem de bir gelecek teklifidir.

Nurettin Topçu ve öğrencileri

Hâlden geleceğe düşünce tarihindeki gelişmelere de değinen Nurettin Topçu’nun yazısını bağladığı cümleleri aktarmak faydalı olabilir:

  • “Hareket sahasında yegâne hâkim mefkûrenin bu vatan çocuklarının şuurunda ‘saadet mefkûresi’ olmaktan çıkarak ruhî ve hayatî kuvvetlerimizin hangileri olması lâzım geldiğini, âleme de örnek olabilecek bir Rönesans hareketi içinde kendimizi bulurken hangi yollardan giderek, hangi metodlarla bu gayelere ulaşabileceğimizi göz önüne aldığımız anlarda düşündüklerimizi bu sütunlarda söyleyeceğiz…”

Rönesans meselesini Avrupa, İslâm âlemi ve Türkiye açısından çeşitli boyutlarıyla tahlil eden Nurettin Topçu, her yeni doğuşun yabancı eserlerin tercümesiyle başladığını hatırlatır. Avrupa’dan Türkiye’ye intikal eden parça parça fikirleri, tekniği ve Batı taklitçiliğini ise Türkiye’ye özgü bir medeniyet yaratmanın önünde esaslı bir engel görür. Ülkenin kendine dönüşünü vurgulayan Topçu bunun hiç de kolay olmayacağının farkındadır.

Batılılaşma Eleştirisi ve 1939 Serisinin Önemi

Derginin 1939’da yayımlanan sayılarının içeriğinin aktüel siyasete mesafeli ama bir o kadar da açık ve net üsluba sahip olduğu söylenebilir. Nurettin Topçu, ne pahasına olursa olsun esaslı bir Rönesans için Tanzimat’tan 1930’ların sonuna kadar toplumun yaptığı pek çok ve tezatlı tecrübelerden ders almak gerektiği üzerinde durmaktadır. Böylece dergi, daha ilk satırlarından itibaren Cumhuriyet devrinin hâkim fikir çerçevesi Batılılaşmanın umulanın aksine sonuçlar doğurduğunu ilan eder. Batı sisteminin kritik edildiği metinde Topçu, kapsamlı bir Rönesans tasavvuruna yaslanır:

Hem Batı’ya hem Doğu’ya aynı dikkatli gözlerle baktıktan sonra Türkiye’ye dönmeden bir çıkış yolu bulunamaz. Topçu, bu öncülden hareketle felsefe, edebiyat, siyaset, sanat alanlarında Doğu-Batı sınırlarını ortadan kaldıran farklı bir tercüme politikası uygulamış ve bu yaklaşımının hakkını veren bir dergi çıkarmıştır. Ayrıca, titiz çalışmaya verdiği önem ve yüreklendirici üslubu yıllar içinde bilhassa 1960’lardan sonra dergi çevresinde bir muhitin teşekkülüne zemin hazırlamıştır.

Maurice Blondel’e bilhassa Action kitabına çeşitli vesilelerle atıf yapar.

Burada şu husus anılmalı: Bilindiği üzere Nurettin Topçu, Fransa’dan hocası yirminci yüzyılın meşhur filozoflarından Maurice Blondel’e bilhassa Action kitabına çeşitli vesilelerle atıf yapar. Topçu uzmanları onun felsefesini baştan ayağa kat eden derinden içselleştirilmiş hareket kavramından söz ederler. Onun, Blondel’den aktardığı sözler arasında, “Hareket, insanla Allah’ın bir terkibidir.” ifadesinin özel bir manası bulunur. Nitekim Hareket dergisinin birinci sayısında Blondel’den hülasa edilen “Hareket Felsefesi” başlıklı bir yazının yer alması, Topçu ile hocası arasındaki fikri münasebete dair önemli bir ipucu sunar. Elbette buradan hareketle düşünce tarihi iddiasıyla yayımlanan kitapların dipnotlarına sirayet eden kuşkucu söylentilerin eşlik ettiği saçmalıkların doğru olduğu söylenemez.

Türkiye’de çok partili hayat geçişin hemen başında matbuat hayatının yeniden canlanması adına bir fetişizm süreci yaşanmıştır. Bu, şüphesiz siyasetle ilintilidir ve uzunca bir süre resesyondaki dergilerin canlanmasıyla birlikte kültür dünyasında da bir hareketlenme göze çarpmıştır. Tam bu noktada Hareket dergisini ve matbuat alanını bütünlüklü bir şekilde kavrama sürecinde Nurettin Topçu’nun dergiyi değerlendirdiği yazıları önemli bir imkân sunar. Topçu, bu dönemi analiz ederken sıklıkla sistemin genel işleyişini belirleyen ve bu süreçte birbiri ardı sıra ortaya çıkan yeni eğilimleri anmakta, hemen hepsinin tümel eleştirisini yapmaktadır.

Fuat Sezgin ve bir deneme olarak Buhari'nin Kaynakları
Cins

Dahası Topçu, din ve millet adına bir dizi eğilimin ön plana çıktığını ve bunların adeta sistemin işleyişini yeniden organize ettiğini vurgulamıştır. Hiç şüphesiz bu çerçevede iki metin; “Hareket’in Sakladığı Sır”(1966) ve “Hareket’in Otuz Yılı”(1969) dikkatle okunduğu takdirde sadece Hareket dergisi değil aynı zamanda 1939’dan sonra yayın hayatında neler olup bittiği de kavranabilir. Tabii ki mesele bir düşünceyi belirgin kılan ama aynı zamanda dönemleri değerlendiren bu iki yazıyla sınırlı değildir. Topçu’nun 1940’ların ikinci yarısından sonraki yazılarında gazete ve dergilerin asli niteliğinden uzaklaştırılarak deforme edilmesine karşı hep tetik duran endişesini yansıtan pasajlar mutlaka dikkate alınmalıdır. Ayrıca metanet ve sebatkârlığıyla meselelere nasıl yaklaştığını aşikâr kılan mektuplarına yansıyan düşünceleri de ihmal edilmemeli.

Bunun için Nurettin Topçu’nun Paris’te bulunan Orhan Okay’a 31 Mayıs 1965’te yazdığı mektupta yer alan satırlara bakılabilir. Topçu, dergiyi yeniden çıkarma hazırlıklarının sürdüğü bir vasatta hem bir Türkiye değerlendirmesi yapar hem de kendisinin bizzat meşgul olduğu karmaşık bir sosyokültürel dönemin miladı olan 1939’da çıkmaya başlayan Hareket’ten söz açar. Kendisinin tereddütlerini aşikâr kıldığı kadar “Hareket’in Otuz Yılı” metnindeki muhafazakâr, milliyetçi ve dindar yayın organları eleştirisini hatırlatan şu satırları birlikte okuyalım:

  • “Hareket’i çıkarmak için gençler acele ediyorlar ama ben bu aceleye taraftar değilim. Daha zamanı var, diyorum. Onlar hazırlıklarını yapadursunlar, ben taraftar olmayacağım. Herhâlde memleket, fena bir âtiye gebe görünüyor. Tarihin pek nazik bir devrini yaşıyoruz. Hareket’in 39’da çıkan serisini arzuluyorsun. Maalesef şimdi onun okuyucusunu bulamayız. Başlatmaya çalıştığımız fikir çığırı, çığırtkanların eline geçti. Ona İslâm maskesi taktılar. Kapı kapı dolaşıp dünyalık, şöhret goygoyculuğu yapıyorlar. Biz elleri bağlı, bu hâlin şaşkın seyircileri hâlinde kaldık.”

Nurettin Topçu, derginin eskiden olduğu gibi yeniden canlanmasını ister fakat gelişmelerden pek ümitli değildir. Mektuptaki tespitleri belki de “isyanı” aslında düşünce, siyaset, kültür ve yayın hayatı açısından yaşadıklarının hülasasıdır. Onun buradaki yargılarını anlaşılır kılabilmek için 1945 sonrası dini neşriyatını ve bu bağlamdaki kurumları tarihselleştirerek tartışmak şarttır. Nurettin Topçu gibi işinin erbabı bir düşünürün altını çizmekten hoşlandığı gibi 1939 şartları hem fikri mücadele hem de bunun İslâm, tarih, toprak, milliyetçilik ve demokrasi ile irtibatı bakımından önemlidir. Dolayısıyla Hareket dergisinin başlangıç yıllarının siyasi, fikri ve kültürel açıdan içerdiği hususların tam manasıyla tahlil edilebilmesi için hararetli tartışmaları içeren 1960 sonrasıyla sınırlı bakış açısı terk edilmelidir.

Peki, mevcut darlığı aşmanın bir yolu var mı? Elbette; Hareket dergisi sayıları arasında basit kronolojik bilgilere odaklanmanın ötesinde bir farkındalıkla dolaşmayı göze almak. Böylesi bir yolculuk zahmetlidir ama bir kazıbilimci gibi üzerinde çalışmaya değer; çünkü dergiler okundukça yeniden keşfedilir. Dergi sayfalarında, ilanlarında ve görsellerinde sözü edilecek çok mesele var. Hiç şüphesiz böylesi bir okuma Türkiye’deki fikri patikalara nasıl bakılması gerektiğine ilişkin önemli ipuçları sunabilir. Ayrıca bir düşünürün sesi olan yayın mecrasını kendi toplumsal ve felsefi bağlamında ele almanın imkânlarını da gözler önüne serer.