Savaş çıktı maske düştü: Batı'nın ikiyüzlülüğü

SUEDA NUR ÇOKADA
Abone Ol

Siyonizmin beşiğinde sallanan dünyanın en zenginlerine karşı inşa edilecek dünya görüşümüzde non-Siyonist olma lüksümüz yok, kendisini insan olarak tanımlayan kim var ise anti-Siyonist olmaya ve eyleme geçmeye yürekli olmalıdır.

  • “Önce, seni yok sayarlar
  • Sonra, sana gülerler
  • Sonra, seninle savaşırlar
  • Sonra sen kazanırsın”
  • Mohandas Gandi

Her savaş küresel düzenin çöküşüne ve değişimine işaret eder. Gazze’de yaşanan savaş sonrasında ne çok analiz ne çok ateşkes çağrısı dinledik. Bir kanat Filistin’de yaşanan dramı çeşitli şekillerde açıklamaya çalışıyor, bir kanat da İsrail’in öz savunması yaptığı gerekçesinin arkasına sığınmış Siyonizm işgalinin destekçiliğine soyunuyorken; halklar da yaşanan katliam karşısında insanlık mesajlarını veriyor. Yaşananları konuşmak ve eleştirmek şüphesiz öncelikli gündemimiz, bir yandan da kök nedenlere iniyorsak tabi.

Savaş başladığından bu yana dünya kamuoyu devletler bir adım atsın diye beklerken günler günleri kovaladı ve neredeyse savaşın ikinci ayını deviriyoruz. Bizler için iki ay olan bu süreç Filistinliler için bir ömür aslında. Gazze’de abluka altında 15. yıl, Filistin topraklarında işgal altında 76. yıl. Her günü Siyonist İsrail’in saldırıları, katliamları ve baskılarıyla geçmiş 76 yıllık koca bir varoluş mücadelesi. Peki öyleyse neden sadece bugünü konuşalım ki. Biraz da hastalıklı bakış açılarını konuşalım.

Siyonist işgal Batılı güçler öncülüğünde gerçekleştirildikten sonra, her fırsatta sırtı sıvazlanan şımarık çocuk İsrail mezalimini artırarak sürdürdü. Filistinliler birçok kez ve pek çok yolla direndi bu işgale. Dünyanın en uzun süren bu işgali, durdurulmaması için de en çok aktörün katkı sunduğu işgal olarak geçti kayıtlara. Oysa çok aşikardı hukuksuzca, gayri meşruca sürdürüldüğü.

Maske

Bugün 20 binden fazla insanın katledildiği Gazze karşısında, nasıl olur da İsrail’i suçlayamaz Batı? Çünkü varoluşuna aykırı bir beklentidir bu. Aslında Batı tam da yapması gerekeni yapıyor. Kendi var ettiği yavrusunu hatasıyla, günahıyla, zalimliğiyle sarıp sarmalıyor ve bunu yaparken de insanlık, adalet, demokrasi ve politika argümanlarına sığınıyor.

Şu an Avrupa Birliği ve OECD ülkeleri tarafından her yıl 1,2 milyar euro yardım bütçesi ayrılıyor Filistin’e. Ki yardım bütçesi 1993 Oslo sürecinden sonra düzenli olarak gönderilmeye başlandı. Bu durumda Filistin’inin İsrail ile uzlaşmadan acılarını dâhi muhatap almadıklarının bir işareti olarak kabul edebiliriz.

Bilhassa Almanya, İngiltere ve ABD tarafından büyük destek gören İsrail, en çok yapısal olarak tehdit görmesiyle masumlaştırılıyor. Hatırlarsanız X mecrası başta olmak üzere bu üç ülke liderlerinin açıklamalarında Hamas en çok İsrail’i yok etmek istediği için terörist ve ayrımcı kabul ediliyor, İsrail’in varlığını tehdit etmesiyle suçlanıyordu. “Nehirden Denize, Filistin Özgür Olacak” sloganı İsrail’in varlığını yok etmeyi hedeflediği için ırkçı, antisemitik olmakla bir görülüp yasaklanmaya çalışılmıştı. Oysa pencerenin hemen öte yanından baktığımızda İsrail’in bizzat kuruluş amacının zaten Filistin’i ve dolayısıyla halkını yok etmek üzere kurulu olduğunu görüyoruz. İsrail’in Arz-ı Mevud sınırlarına erişme planları neden bir tehdit olarak algılanmıyor dersiniz? Bir dostu kaybetme korkusu, batılı güçlerin büyük oranda İsrail’e dair her detaya taraflı bakış açısı geliştirmesiyle sonuçlanıyor görünüyor.

Aynı duruş, BM’nin toprak edinmenin güç veya tehdit kullanarak gerçekleştirilmesini yasaklamayı içeren şartlarla 1945 yılında kuruluşunun hemen ardından 1948’de Filistin topraklarında kurulan İsrail Devleti’ni ABD’nin anında tanımasında da kendisini gösteriyor.

Çifte standartlar mevsimi

Bu noktada, batının çifte standartlı yaklaşımlarına birkaç örnek listelesem hepimizin zihninde benzer bir manzara canlanacaktır. Bu ayrımcılığı iliklerimize kadar defalarca hissettiğimiz o kadar tecrübemiz var ki! İnsani standartları batılı büyüklerimizin (!) tekelinde tutmaya alışkanlık haline getirmeye devam edecek miyiz, asıl soru işareti burada bence.

Avrupa’da Kur’an-ı Kerim yakılırken, ayaklar altında kutsal kitabımız çiğnenirken ifade özgürlüğü olduğunu iddia edenler bugün, kendi topraklarındaki işgalciyle mücadele eden Filistinli kardeşlerimizi cani birer terörist olarak görmeyi yeğlediklerinden dolayı destekçilerinin ifadelerini özgürlük olarak görememekteler.

Gerekirse Gazze’ye nükleer bomba atmayı gündemlerine alabilen İsrail zihniyetine karşı, Almanya koşulsuz şartsız İsrail destekçisi olacağına dair ifadesinin arkasında Holokost pişmanlığı argümanlarının kıskacında debeleniyor. Aynı Almanya Ukrayna-Rusya savaşında kendi ulusal güvenlik stratejisini büyük ölçüde değiştirerek askeri kapasitesini güçlendirme kararı almış, Ruslara yaptırım uygulanması için hevesli adımlar atmıştı. Siyonist ideoloji tarafından ele geçirilmiş düzenlerinde utanmadan dünyaya ahlak dersi veriyorlar.

BM tarafından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Pile-Yiğitler yolundaki çalışmalara şiddetli müdahalede bulunulurken, Gazze’de ateşkes çağrısına ret oyu verildiğini; yine aynı BM’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ara bölgede gerçekleştirdiği hak ihlallerine ses çıkarmadığını dolayısıyla nasıl taraflı bir noktada yer aldığına şahit olduk.

Taraflı duruşlarını Irak’ta, Afganistan’da, Uygur’da, Keşmir’de … liste uzayıp giderken unutmamak gerekiyor. Bu durumda insan onurunu kendi çıkarları etrafında korumayı ilke edinmiş batılı güçlerin yüz binlerce Filistinlinin katili İsrail’in Filistinlileri hayvandan aşağı gördüğünü ikrar etmelerini beklemek saflık olacaktır.

Demokrasi yanılgısı

Gazze’de ateşkes çağrısı yapmak için imkânlarını kullanmamayı tercih edenler, İsrail’i Ortadoğu’nun demokrasisi olduğu için sahiplenmeye devam ederken nasıl bir demokrasiyle el ele gezdiklerini şu örnekle hatırlatıp bu bahsi kapatayım. Ateşkes çağrıları karşılık bulmayınca arabulucular sayesinde sağlanabilen insani ateşkes sırasında Gazze'deki Şifa Hastanesi'nden çekilmek zorunda kalan işgal güçleri çekilmeden önce aralarında elektrik jeneratörleri, oksijen pompaları ve röntgen makinelerinin de bulunduğu hastane tesislerini havaya uçurarak gittiler. Buyurun size demokrasinin merkezinde sunulan üstün insan ırkı tavrı. Üstelik ateşkesle birlikte işgalci hapishanelerinde tutulan yüzlerce çocuğun varlığını öğrenen modern demokrasiler bir müddet daha gerçekleri sindiremeyecektir.

Savaşı ve işgali durdurmak için yekpare gücü elinde tutanlar ne yazık ki atması gereken adımları, kendi çıkarlarına uymadığı için atmadığından çözümü tetikleyecek umut sivil hareketlere ve lobiciliğe kaldıysa modern dünyanın düzeni tartışmaya açılmaya başlanmalıdır.

Emma Goldman bu durumu “ben inanıyorum, hatta aslında biliyorum ki insanın düşündekileri ve yaptıkları iyi ve güzel olan ne varsa, bunların hepsi hükümetlere rağmen vardır, onlar sayesinde değil.” diyerek ne güzel ifade etmiş.

Günler, niçin uzadığını, niçin kıvrıldığını bilmediğim bir sarmaşık gibi dolanıp durdu boynuma. Dünya, bensiz de dünyaydı; darılmadım... diyor Ali Ayçil. Kendini dünya halklarının hamisi olarak gören sözde büyük güçlere atfediyorum. Dünya emin olun sizsiz de dünya. İktidarınız uzun dünya tarihi içerisinde değerlendirildiğinde çok yeni ve bir gün elinizden gidecek. Elinizden alanlar dilerim ki o güçsüz ve terörist gördüğünüz iman dolu azınlıkların eliyle olacak. Değerlerini sizler gibi rahat koltuklarında satanların aksine; savaşırken dahi yaşatan o müminlerle şereflenecek.

Siyonizmin beşiğinde sallanan dünyanın en zenginlerine karşı inşa edilecek dünya görüşümüzde non-siyonist olma lüksümüz yok, kendisini insan olarak tanımlayan kim var ise anti-siyonist olmaya ve eyleme geçmeye yürekli olmalıdır.