Sahi neredeydi o ev?

SEYİD ÇOLAK
Abone Ol

Ahmet, çiçeği defterinin arasına koyar. Yaşlı adamın kendi odağı vardır ve ömrünün son günlerinde yaptığı eserleri sekiz yaşındaki bir çocuğa göstermek ister. Ahmet ise farklı bir amaç uğruna orada bulunsa da adamı dinler, o dinlerken biz de onunla birlikte masum bir çıkmazın içinde buluruz kendimizi.

Sanırım ikimiz de 13 yaşındaydık. Aynı sınıftaki aynı yolun, iki ayrıksı karakteri. Biri bendim elbette bu ayrıksıların, diğeri ise Ahmet. Çabuk sinirlenir ve zor arkadaş edinirdi. Derslerde ruhu bile hissedilmeyen aşırı agresif bir öğrenciydi. O zamanlar varlığına çok derin anlamlar yüklemediğim, kendi rotasında tuhaf bir karakterdi Ahmet. Şiddete meyyali derttendi ve yeni dertler açıyordu başına hiç durmadan. Günler birbirini kovaladı ve nihayet ailesine şikâyet edildiği zamanlara da geldik, şöhreti büyümüştü, herkes Ahmet'i konuşuyordu sınıfta. Ahmet'le uzaktık. Orası kesin. Ancak bir vesileyle aramızdaki uzaklık kapanmaya başladı. Oturup konuştuğumuzda dışardaki görüntüsünün çok uzağında bir Ahmet vardı karşımda. Muhabbet geliştikçe Ahmet'in dünyasına doğru açılmaya başlamıştım. Ama aramızdaki anlamın, derin bir mesafeye eriştiğini söyleyemem zordu yine de. 13 yaşındaydım ve akranını tanımaya çalışan bir çocuk masumiyetindeydim sadece.

Sonra sınıfın ortasındaki büyük bir kavgada teklifsizce Ahmet'in tarafını tutmuştum, bunu iyi hatırlıyorum. Ahmet sınıfta yalnız başına oturan tek öğrenciydi ve o kavgadan sonra tarafımı; haşarı, uyumsuz ve tembel gibi sıfatlara aldırmadan onunla aynı sırada oturmayı tercih ederek belli etmiştim artık. Evet, bir yola girmiştik. Doğrusu bu. Dostluk kelimesinin anlamını bugünden doldurduğum bir başlangıçtı aslında. Ahmet bir gün rahatsızlandı, onu okuldan eve kadar bırakma görevini bana vermişti öğretmenimiz. Ahmet, evlerinin önüne geldiğimizde nedensizce onu bırakıp gitmemi istemişti benden. Kabul etmem mümkün değildi bunu. "Seni bu şekilde bırakıp gidemem, evinin kapısına kadar eşlik etmeliyim" şeklindeki ısrarlı tekliflerim para etmedi.

Ahmet inadından vazgeçmeyecekti. Tek katlı bahçeli evlerinin sokağında bekledim. Uzaktan eve girmesini izliyordum. Ahmet beni fark etti mi bilmiyorum ama eve girmiyordu bir türlü. Uzaktan ona bakıyordum. Bir taraftan sancılanan midesini eliyle bastırıyor, diğer taraftan da kendi evinin önünde bir şeyleri bekliyordu sanki. Neyi bekliyordu ki acaba? Uzun süre eli midesine kıvrandı durdu. Uzaktan sessizce izledim Ahmet'i, hiçbir yere gitmedim. Çocuk aklımla hiçbir anlam veremedim bu duruma. Devam eden günlerde Ahmet'in eve geç gidebilmek için yolu uzattığına, yolu yeteri kadar uzatamazsa evinin önünde oturarak zaman geçirdiğine de şahit olmuştum. Dışarıdan gördüğüm; eve erken gitmemek için tüm bedeniyle direnen bir çocuk, Ahmet, arkadaşım ya da dostum.

MASUMİYET ÇIKMAZINDA

"Bir filmin sonu aslında başlangıcıdır" der Yasurijiro Ozu. Kimi filmler de hayatın "an"larını yeniden başlatan bir kıvılcımı ateşler aslında, Ahmet'in bir gününü anlatan Arkadaşımın Evi Nerede? filmini ilk seyrettiğimde kendi yol arkadaşımla yaşadığım olayları yeniden yaşıyormuş hissine kapıldım. Hayatımın o anları kayıt edilmiş ve ben yeniden yaşıyormuş gibiydim sanki. Fena hâlde gerçekti. Yukarıdaki hikâyeyi yarım bıraktığımın farkındayım. Arkadaşım Ahmet'in neden o şekilde davrandığını, evine gitmemek için neden dışarda beklediğini çok sonraları öğrendim. Ahmet'in hayatının nasıl devam ettiğini ve diğer ayrıntıları da aynı şekilde. O yüzden yazının sonralarına doğru, hikâyenin finaliyle, filmin benim hayatımla örtüşen yerlerine tanıklık etmeniz mümkün. Kiyarüstemi'nin Arkadaşımın Evi Nerede? filmi, bir öğretmenin sınıfa sert tonda yükselip, "bu ne karmaşa" diyerek giriş yapmasıyla başlar malum.

Ardından o izin vermediği hâlde oturma cüretinde bulunan çocukları tekrar ayağa kaldırır öğretmen. Otoritenin izniyle yerlerine oturan çocukları gösterir bu sırada bize yönetmen. Film mutlak erk tarafından hizaya sokulan çocukların dünyasını, Ahmet üzerinden "bir gün"e zamanlayarak anlatmaya çalışır. Köker köyünde oturan Ahmet, farklı bir köyde yaşayan arkadaşının defterini yanlışlıkla kendi çantasına koymasıyla birlikte, arkadaşının evini bulmak için zorunlu bir yolculuğa çıkar. Yolculuk esnasında doğal anlatı ekseninde biz Ahmet üzerinden İran'ın sosyolojik yapısını, kırsaldaki yaşamı, taşra karakterlerinin dünyasını gözlemleme fırsatı buluruz elbette. Hem aile içinde, hem de okul çevresinde ezilerek "adam" edilmeye çalışılan Ahmet'in, vicdanının sesini dinleyerek arkadaşı için göze aldığı yolculuğa eşlik etme fırsatını da yakalarız aynı zamanda.

Filmin ilerleyen dakikalarında Ahmet'in yolu bir vesileyle yaşlı bir adamla kesişir. Birlikte bir süre yolculuk ederler. Bu sahneyi biraz açarsak; yaşlı adamın hem oturdukları evin kapısını, hem de Ahmet'in babasının beşiğini yapan eski bir usta olduğunu öğreniyoruz. Aynı zamanda çevredeki tüm ahşap pencere ve kapıları da geçmişte bu adam yapmıştır. Evet şimdi bu ahşap kapılar, demirleriyle değiştiriliyordur. Orada yaşlı adam şöyle bir cümle de kurar;

-Bu demir kapıların ömürlük olduğunu söylüyorlar. Peki bir ömür ne kadardır?

Yolda ilerlerken çeşmenin başında yaşlı adam bir çiçek bulur ve bunu Ahmet'e verir. Ahmet çiçeği defterinin arasına koyar. Yaşlı adamın kendi odağı vardır ve ömrünün son günlerinde yaptığı eserleri sekiz yaşındaki bir çocuğa göstermek ister. Ahmet ise farklı bir amaç uğruna orada bulunsa da adamı dinler, o dinlerken biz de onunla birlikte masum bir çıkmazın içinde buluruz kendimizi.

Bizim sınıftaki Ahmet'e gelirsek, Ahmet'le uzun süre arkadaşlık yaptık ve bir gün hiçbir şey demeden taşınıp gittiler bizim mahalleden. Acaba tekrar rastlar mıyım diye evlerinin çevresinde çok dolaştım. Hatta komşularına sordum, soruşturdum. Ancak Ahmetlerin nereye taşındığını bir türlü öğrenemedim. Uzun zaman sonra Ahmet'in eve neden geç gittiğini, neden eve girmemek için direndiğini, başka bir sınıfta okuyan arkadaşımdan öğrendim. Ahmet'in annesinin vefat etmesinin ardından babasının yaptığı yeni evlilik Ahmet'e yeni bir anne getirmiş doğal olarak. Yeni anneye eskiyi hatırlattığı için, Ahmet'i evde görmek istemiyormuş. Şiddet, azar, hakaret ve türlü kötülüklerle örülü bir çocukluk. Ahmet'in güvende olduğu zamanlar babasının da evde olduğu zamanlarmış meğer. O yüzden babasının eve gelme saatine kadar, yani güvenli mesafeye ulaşıncaya kadar dışarıda zaman geçiriyormuş. Bunu ilk öğrendiğimde silinmez bir iz kalmıştı hafızamda. Çok uzun yıllar sonra Ahmet'in doktor olduğunu öğrendim. Başkalarını iyileştirmeyi seçmişti. Bu iyi. Zamanı tedavi edebilmek mümkün mü peki? Sanmam. Arkadaşımın evi nerede peki?