Post-modern mitoloji sözlüğü: Kurutma makinesi
Post-modern dönemin en büyük kelimesi: Hız. Çağdaş dünyada modern kentlerde yaşayan her birey hızlıdır. Hızını kaybetmekten çok korkar. Ulaşım, yemek, konuşmak hatta uyku bile verimlilikle planlanır.
Evlerimize yeni yeni dâhil olan bir mahlûk. Giyip kuşandığımız her şeyi ele geçiren bir otorite. Geniş banyolarda müstakil köşelere kurulurken, dar alanda çamaşır makinelerinin üzerinde de görülebilir. Tartışılır bir gereklilik. Kurutma makineleri yeni bir post-modern mitoloji. Varlığıyla yaşam alanımızı daraltırken imkân yelpazemizi genişletiyor.
Giderek küçülen ev metrekarelerine inat, kendine yer buluyor. Bugün beyaz eşyaların evin bir ferdi haline gelmesinde en büyük suçlu şüphesiz evden çıkmak istemeyen post-modern insanın bizzat kendisi.
Bu gerçeği fark eden pazarlamacılar beyaz eşyayı mekanik bir alet olmaktan çıkarıp kişileştirdiler. Renkli, konuşan, sıcakkanlı bir imgeye dönüştürdüler. Bunu fark etmek için Youtube’dan hızlıca bir kaç reklam izlemek yeterli. Artık kimse ürününün özelliklerini anlatmaya gerek duymuyor.
Çünkü esasında tüm markalar aynı tekniği bize satıyor. Çamaşır makinesi yıkar, kurutma makinesi kurutur. Reklamlar bunları söylemez.
Evi, yuvayı, mutluluğu, aileyi gösterir. Kurutma makinesi bizler için zaman ve hızdır.
Post-modern dönemin en büyük kelimesi: Hız. Çağdaş dünyada modern kentlerde yaşayan her birey hızlıdır. Hızını kaybetmekten çok korkar. Ulaşım, yemek, konuşmak hatta uyku bile verimlilikle planlanır. Zamanımız az, işimiz çok. Hızımızı arttıran her yeni teknolojiye kapılarımız sonuna kadar açık. Kurutma makinesi tam bu ihtiyacın yarasına tuz basar. Giydiklerini yarım saatte yıka, yarım saatte kurut. Yenilen. Temiz, pırıl pırıl görün. Makineler bunları yaparken sen bilmem kaç çeşit kimyasallarla yıkan, dişlerini asitlerle parlat, yüzüne maskeler sür. Elektrikle çalışan ev fabrikasından bir saate hazır şekilde çık. Seri üretim anlaşılabilirdir, kolay tüketilir. At sırtında on günlük yol, trenle bir günde gidilecekse kalan dokuz günde ne yapacağını bilemeyen Kızılderili çok büyük yanılıyordu. Çünkü tren raylarını döşeyenler kalan günlerini de planlamıştı. Beş gün çalışıp iki gün tatil yapabilirsin. Bir düşünsene, ne kadar da mükemmel!
Çoğumuzun dedesi göç etti büyük kente. Üçüncü nesiller alışabiliyor buradaki hayata. Gerçi artık yeni bir melez kültür doğdu. Ne kent ne de Anadolu.
“Anadolu denen garip yerden geldik biz, terimiz toprak kokar, sevgimiz acı olur” diye bir replik vardır Çalgı Çengi filminde. Çoğumuzun dedesi göç etti büyük kente. Üçüncü nesiller alışabiliyor buradaki hayata. Gerçi artık yeni bir melez kültür doğdu. Ne kent ne de Anadolu. Beyaz eşyalar bu yeni yaşamın göstergeleri. Düğünlerden on yıl önce beyaz eşya alıp çeyize koymak sanırım sadece bize ait bir özelliktir. Artık kurutma makinesi de alınır mı bilmiyorum. Ninelerimiz çamaşırları ellerinde yıkar, suya sabuna dokunurdu. Ardından belki günlerce kurumaları için beklenirdi. Bu, bir hayat biçimi… Suyun yenilik getiren özelliğiyle her daim ilişkide olma durumu. Kurutma makinesi tam bu aşamada günlük pratiğimize dâhil oluyor artık. Tek mevsimin yaşandığı şehirlerde doğanın döngüsünden bağımsız zaman akışlarında dolanıyoruz.
Ninem anılarını anlatırken bazen araya bir dörtlük de sıkıştırır ya da bir türküden iki mısra okur. Ardından tarlalarda fındık toplarken ya da çamaşır kaynatırken okurduk der. Her birinin masallarını hatırlıyor. Bağlantılı olduğu diğer türkülerle de birleştiriyor. Yıllar geçmiş. Devir değişmiş. Kendi köyünde yaşanan bir olay gibi anlatıyor. Belki yüzlerce yıl önce belki dün, ninem için önemi yok. Türkünün, ona getirdikleri, öğrettikleri var. Şimdi başka bir dünyaya tutunabilmesinin tek sebebi… Türküler hatıraları aktarır eskiler için. Artık kapımızın önünde çamaşır kaynatmıyoruz ve artık ninem de türkü söylemiyor. Yediğimiz, giydiğimiz, içtiğimiz çoğu şeyde artık bizim bir etkimiz yok. Belki de bu yüzden türkülerimizi kaybediyoruz. Yeni hikâyelerimiz de yok. Bu başlığı ilk defa okuyanlar için tekrar belirtmek isterim ki iyi ya da kötü bir sonuca varmaya çalışmıyorum. Bu konuları ilk keşfeden ya da orijinal fikirlerim olduğunu da söylemiyorum. Allah bilir dünyadaki kaçıncı insanım. Aynı korkular, tereddütler, meraklar, umutlar.
Ninelerimiz çamaşırları ellerinde yıkar, suya sabuna dokunurdu. Ardından belki günlerce kurumaları için beklenirdi. Bu, bir hayat biçimi…
Hikâye aynı ve müstakil. Bunu anlayabilmek için satırların üzerinden defalarca geçmenin mahsuru yok. Kurutma makinesi karnındaki koca boşlukla kendine yer açan, bizi bağışlasın diye mağarasına kıyafetler bıraktığımız bir post-modern mitoloji. Bu sözlükte yer almayı çoktan hak etti. Kulağa ne kadar da basit geliyor. Hakikate giden cevaplar basit olmalı. Şimdi ise çıkardığı ritmik seslerle durduğunu anlatmaya çalışan çamaşır makinesine gitme zamanı. İçindekileri sepete döküp, sol ayağımla kurutmanın önüne doğru iteceğim.
Yarın mesai var. Bunları güneşe serip kurutacağım bir balkonum ve muhakkak zamanım yok; karşılıklı türkü okuyacağım bir arkadaşım da. Kurutma makinesinin dolmuş su tankını sessizce boşaltıyorum. Yazı burada biterken ben cihazın başla tuşuna az sonra basacağım. Elektrik bozkırda koşan atlar gibi hücuma kalkacak. Biliyorum, kurutma makinesi bir gün çalışmayacak ama o gün bugün değil.