Peyami Safa, Ahmet Haşim'e neden kızdı?

TEVFİK FURKAN AKBUĞA
Abone Ol

Peyami Safa: “Hiçbirimiz Arap değiliz ya Seydî. Sizse Yahya Kemal’in tâbiri ile ‘Arap Hâşim’ diye marufsunuz…”

İsmini, babasının şair dostu Tevfik Fikret’tin koyduğu Peyami Safa, 1899 yılında, yirminci yüzyıla bir adım kala İstanbul’da doğmuştur. Yazdığı romanlar ve fıkra yazıları kadar giriştiği kalem münakaşalarıyla da gündem olan Peyami Safa’nın, bu münakaşaları, Mustafa Kemal’in sofrasına kadar taşınmıştır. Bunlardan biri de Ahmet Hâşim ile giriştiği eski – yeni tartışmasıdır.

Peyami Safa’nın Ahmet Hâşim’e yönelteceği tenkitlerin fitilini ateşleyen yazı 13 Mayıs 1928 tarihinde İkdam Gazetesi’nin edebiyat sütununda Ahmet Hâşim imzası ile yayımlanır: Genç Şairlere. Bu dönem, Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk yıllarını, Takrîr-i Sükûn Kanunu’nun üzerinden üç yıl geçtiği ama mevcut gazeteler üzerinde etkisinin hâlâ sürdüğü ve altı ay sonra ilan edilecek olan Harf İnkılabı (1 Kasım 1928) için uygun zemin arayışlarının ve çalışmalarının yapıldığı bir dönemdir.

Tam da böyle bir ortamda Ahmet Haşim, Fransız Şair Jean Cocteau üzerinden genç şairleri eleştirmiş, ortaya atılan iddiaların imkansızlığını dile getirmiştir:

“Kendinizi ‘yeni’ sanıyorsunuz; çünkü ‘eski’ den habersizsiniz!.. Birer mecnun veyahut birer uyutulmuş medyum da değilsiniz ki, size mekşuf olan âlemin gördüğümüz âlemden büsbütün farklı olduğunu düşünebilelim. Aynı sema ve aynı ufkun çerçevesi içinde aynı yeknesak akıl ve mantığın esirleri değil miyiz ?.. Heyhat!.. Dünya kümesinde mahpus, kanatsız kuşların ayrı ayrı pervaz iddiaları sahibi olmasına imkân yok!..”

  • Hâşim, bu sert yazı karşısında Cenap Şahabettin’in Peyami Safa için söylediği “Sen yalnız yetim-i Safa değil, yetim-i zeka imişsin de” cümlesini kullanmış ve cevap vermeyeceğini belirtmiştir.

Hâşim, yazısında sadece genç şairleri değil aynı zamanda “ebedi tazelik mahkumu” Jean Cocteau’yu kitabının başındaki mukaddimesinden bir bölüm vererek eleştirmiştir: “Akl-ı selim içinde takla atılamayacağını bilen şair, mukaddimesindeki iddiasını tutmak için işi deliliğe vurmaktan başka çare bulamamıştır.” Sonra da şiirlerinden tercümeler yaparak durumu izah etmeğe çalışmıştır. Hâşim, yazısının son satırlarına geldiğinde ise genç şairlere “Allah sizi yenilikten sakınsın!..” diyerek yazısını bitirmiştir.

Hâşim’in bu yazısı üzerine Peyami Safa, 1 Haziran 1928’de Hilâl-i Ahmer’in bayram özel sayısında “Yeni Edebiyat Cereyanları” başlıklı yazısı ile hem Hâşim’e hem de Milliyet’te yayımlanan bir yazısı ile de Yakup Kadri’ye ilk tenkidini yapmış ve kavgayı başlatmıştır. Safa, bu yazısında bir süredir batı edebiyatını eleştirmekte olan bazı yazarları ve yıllardan beri batı edebiyatının eserlerini “hakiki bir tecessüs” ile takip ederek anlamaya çalıştığı hâlde hem kendisinin hem de Türk meslektaşlarından hiçbirinin ne batı edebiyatını müdafaaya ne de tam aksine teşebbüs etmesinin “salahiyetin hudutları” içerisinde görmediğini ve bu tarz hükümlerden sakınmak gerektiğini belirtmiştir:

“ ‘Pedan’ olmak ve allâmelik taslamak korkusunun hepimize öğretmesini istediğimiz derslerden birincisi, ecnebi edebiyatları hakkında esaslı bir tetkike istinad etmeyen hükümler irad etmekten sakınmak olmalıdır.”

Peyami Safa’nın bu tenkidine ilk tepki Hâşim’den yahut Yakup Kadri’den değil de Nurullah Ataç’tan gelmiştir (5 Temmuz 1928). Ataç, kısaca “Edebiyat hakkında söz söylemenin, salahiyetten ziyade zevk meselesi” olduğunu dile getirerek Peyami Safa’nın haksız olduğunu söylemiştir.

Bu yazıdan iki gün sonra 7 Temmuz 1928’de Peyami Safa “İntihallere Dair Mülahazalar” başlıklı yazısı ile Ahmet Hâşim ve Yakup Kadri’yi tahrifatla ve yalancılıkla suçlayarak “yalanları tekzip etmenin” kendisinin vazifesi olduğunu vurgulamış ve tartışmayı daha da ileri bir seviyeye taşımıştır.

Ahmet Hâşim, 8 Temmuz 1928’de “Edebiyat Bahisleri” başlıklı bir yazı yazarak Peyami Safa’nın sıhhatine dair korkuları olduğunu ve “.. dünya üzerinde yanlışı ve yalanı düzeltmek vazifesinin kendisine ait olduğunu” Don Kişot’tan sonra bu denli ciddiyetle söyleyebilen kişinin “harekâtından mesul addedilmemesi” gerektiğini yazarak sessizliğini bozmuş ve kendisine yapılan tenkide ilk ve sert bir cevabını vermiştir.

Ahmet Hâşim’in yazısına Peyami Safa’dan cevap bir hafta sonra gelir: “Üç Muarıza Cevap” (14 Temmuz 1928). Safa’nın muarızları Nurullah Ataç, Ahmet Hâşim ve Haydar Kemal Bey’dir. Safa’ya göre “attıkları okun dönüp dolaşıp yine kendi gururlarını bulduğundan gafil olacak kadar hırslarının içinde mahpus” ve “kapalı bir şişede vızıldayan sinekler gibi şeffaf cidarlara başlarını ye’s ile vuran” bu muharrirler kendi hayatlarındaki aksilik ve eksiklikleri dışa vuramadıkları için Türk edebiyatına saldırarak rahatladıklarını söylemiş ve eklemiştir:

“Türk edebiyatı kendi kıymetleri dahilindeki seyrinde tekâmül ediyor mu? Bunda tereddüt yoktur. Fakat garbın filân eseri hizasında mahsul vermediği için Türk müellifini sefil bir şöhret suistimali yapan mütereddîye benzetmek, o teşbihe bizzat liyakat iddia etmekten benzerdir.”

Tartışma gittikçe alevlenmeye başlamıştır artık ve daha çok şahsi meseleler üzerinden ilerlemektedir. Peyami Safa’nın bu yazısına Hâşim’den cevap çok gecikmeden, bir gün sonra gelir. Hâşim, bu sert yazı karşısında Cenap Şahabettin’in Peyami Safa için söylediği “Sen yalnız yetim-i Safa değil, yetim-i zeka imişsin de” cümlesini kullanmış ve yazısının sonunda “iade-i afiyet edeceği ve muntazam konuşacağı güne kadar” Peyami Safa’ya cevap vermeyeceğini beyan etmiştir.

Bu durum Peyami Safa’yı bir hafta sonra yayımlanacak olan “Bir Münakaşanın Zeyli” (21 Temmuz 1928) başlıklı yazısında pek memnun ederek, kendisinin henüz kılıcını bile çekmediğini bununla bile muarızlarının kaçtığını iddia etmesine neden olacaktır. Peyami Safa’nın bu yazısında önemli bir husus daha vardır o da “Esseyyid” diyerek Hâşim’in araplığını dile getirmesidir. Bu yazı, tartışmanın seyrini bir anda etnik milliyetçilik tartışmasına döndürecek ve Hâşim’in de yazacağı yazıda Safa’nın Arnavut olduğunu dile getirtecektir.

Ahmet Hâşim, 28 Temmuz 1928’de yazdığı “Fikirlerde İnsiyak” başlıklı yazısı ile “Babıâli’de senelerden beri sürüklenen Peyami Safa” için “Bütün meziyeti Kur’an hakkında bir manzumesi ile meşhur şairin oğlu olmaktan ibaret olan bu Medine mahsulü genç, Fuzulî ve Ruhî’nin vatanında doğmuş olmaklığımı bir ayıp gibi yüzüme çarpıyor ve çolak olduğuna bakmadan mevhum bir tahta kılıncı çekmekten bahsediyordu.” dediği Peyami Safa’nın, fikirlerine değil de şahsına taarruz ettiğini söylemiştir.

Peyami Safa’dan bu yazıya cevap 1 Ağustos 1928 tarihinde “Esseyyid Ahmet Hâşim” başlığıyla gelir. Safa, yazısında Hâşim’in “Medine mahsulü genç” cümlesine cevap olarak, kendisinin Medine ile hiçbir münasebeti olmadığını, İstanbul’da doğmuş bir Türk olduğunu ve Mekke’de bulunuşunun babasının vazifesi gereği olduğunu yazmıştır. Araplık meselesinde ise “Hiçbirimiz Arap değiliz ya Seydî. Sizse Yahya Kemal’in tabiri ile ‘Arap Hâşim’ diye marufsunuz…” diyerek, Hâşim için söylenen lakapları sıraladıktan sonra “Hangi lakabınızı sayalım?” diye sormuştur. Bu Milliyetçilik meselesine sonradan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Ocakları Reisi olarak dahil olmuş ve “Ahmet Hâşim, Türk harsını neşreden Türk sanatkârlarından ve Türk ediplerinden biridir” diyerek tartışmaya bir virgül koymuştur.

Peyami Safa’nın yazısından sonra Ahmet Hâşim, Safa için üç yazı daha kaleme almış (Abidin Daver Bey’e, İmtihan, Bir Mülevves Münakaşanın Faydası) ama bu yazılara bir cevap gelmemiştir. Tartışma, başlangıçta eski - yeni meselesi iken ilerleyen safhalarda daha farklı bir hâl almıştır. Nurullah Ataç, Hamdullah Suphi ve Falih Rıfkı’nın da dahil olmasıyla tartışma daha da genişlemiş. Bu tartışmadan sonra, ne Ahmet Hâşim ne de Peyami Safa birbirleri hakkında bir yazı kaleme almışlardır, tâ ki Hâşim’in vefatına kadar (4 Haziran 1933). Peyami Safa, Hâşim’in ölümü üzerine üç yazı kaleme almıştır: “Hâşim’i Tebcil” (9 Haziran 1933), “Ahmet Hâşim’in Ölümü” (14 Haziran 1933), “Hâşim’in Dostluğu” ve Düşmanlığı (21 Haziran 1933). Bu yazıların birinde Peyami Safa, Hâşim ile tartışmadan sonra Yusuf Ziya Ortaç’ın delâletiyle görüştüklerini ve Hâşim’in “Bu cadde kavgasız olmaz, sükûnet buraya hiç yaraşmıyor!.” dediğini, tartışmadan sonra ise münasebetlerinin eski sıcaklığından bir şey kaybetmediğini aktarmış ve Hâşim ile giriştiği tartışmadan dolayı pişmanlık duyduğunu belirten yazılar kaleme almıştır. Bu hâliyle tartışma, hem dönemin önemli edebî konuları arasında hem de Türk Edebiyatı’nda yerini alan önemli bir hâdise olarak sayılmıştır.