Palto'dan çıkanlar
"Palto" imgesinin içine doldurulanları "dışarı" çıkardığımızda karşımıza yepyeni bir edebî evren, incelikle dokunmuş bir anlatı ve gerçeklikle sımsıkı örülmüş satırlar çıkar.
Edebiyat okurları çok iyi bileceklerdir. Gogol'un ünlü Palto öyküsündeki zavallı Akaki Akakiyeviç, iş yerinde yazıları temize çekmekle görevli titiz bir devlet memurudur. Petersburg'ta fakirlik içinde yaşar. Kuzey ayazlarında eski paltosu iyice eprimiş, paltonun üzerine iğne atılacak bir yer kalmamıştır. Paltosunu tamir ettirmek için korka korka gittiği mekânda terzi Petroviç, gerçeği söyleyiverir ona bir çırpıda: Eski palto dikiş tutmayacağından yeni bir palto dikilmelidir. Aylarca tasarruf yapar, arzularını bastırır ve sonunda o yepyeni paltoya sahip olur. Yaşamına anlam katan, geç gelmiş bir bahar, geceleyin odasına aldığı ve temize çektiği kâğıtlardan bile asla yayılmayan ama onu mutlu eden bir neşedir palto. Fakat iki hırsız, yeni paltosunun şerefine verilen bir davet dönüşü, bir gece vakti o "arzu nesnesini" ondan acımasızca çalar. Bin bir emek, hayal ve arzuyla biriktirilmiş o "masal meyvesi" yoktur artık sırtında.
Akaki Akakiyeviç, perişan bir haldedir, evine kapanır hatta bu yüzden memuriyet hayatında ilk kez işe bile gitmez. Bir dönüm noktasıdır bu... Polise gider, arkadaşlarına dert yanar, en sonunda üst düzey bir devlet büyüğünden yardım ister. Bu önemli kişi, onu azarlayıp makamından kovar. Bu aşağılama daha da yıkar onu. Dışarı atar kendini, buz gibi soğuk Petersburg sokaklarında yürüdüğünden hastalanır, yatağa düşer ve birkaç gün içinde paltosunu sayıklaya sayıklaya ölür. Kurmaca asıl burada alevlenir. Okurlar için kendinden beklenilmeyecek, bambaşka ve belki de fantastiğin yıldız tozlarına basa basa oluşturulan başka bir edebî evrenin daveti başlar. Memur kılıklı bir "hayalet", artık gece vakti Kalinkin Köprüsü'nün civarında insanların paltolarına musallat olmaya başlar. En sonunda bu hayalet, Akaki'yi makamından kovan önemli kişinin paltosunu çekip alır üzerinden.
Bu öykü, içerdiği insani istek, anlatımındaki sadelik ve gerçeklikle bütün Rus edebiyatında büyük bir devrim yaratır. Sadece Rus edebiyatında mı? Dostoyevski, bu devrimi "Hepimiz Gogol'un ‘Palto'sundan çıktık" diyerek bir çırpıda özetler. Bu cümleyi şimdi yanımıza almamızın vakti geldi. Bu edebî metin sayesinde palto, sadece bir giyim kuşam nesnesi değil içine sayısız anlamı sığdırabileceğimiz pek çok sembol, gönderme, işaret, arzu, güzellik ve fayda ile sımsıcak ve dopdolu bir imge-nesne, bir kaliteli örnek, bir yazar kılavuzu, bir edebiyat yolu halini alır.
PALTO: KELİMELERİN İMGEYLE TEYELLENDİĞİ SİMGESEL BİR HARİTA
Paltodan ne çıkar peki? Son derece katı düşünen zihinler için astar, iplik; ceplerinden cüzdan veya anahtarlık çıkar olsa olsa. Ama sahiden sadece bunlar mı çıkar paltodan? Gogol ve Dostoyevski tarafından dokunan bu simgesel paltodan, içine doldurulanları "dışarı" çıkardığımızda karşımıza yepyeni bir edebî evren, efsaneler ve incelikle dokunmuş bir anlatı, gerçeklikle sımsıkı örülmüş satırlar, okurların çok da dikkatini çekmeyen ama gerçekte inanılmaz değerli ipuçları, bir yazarın dünyayı nasıl anlamlandırdığını gösteren kelimelerden imal edilmiş bir kurmaca sistem de çıkar. Paltoyu ve onun temsil ettiği anlamları, kurmaca bir evrenin inşa edildiği uçsuz bucaksız bir yüzey gibi görmek ve düşünmek isterim. O yüzeye yakından baktığımda dağlarını, tepelerini, girintilerini, çıkıntılarını, çukurlarını, doruklarını hem tek tek görürüm ve hem de bir iki adım geri gidip bütününe odaklandığımda manzaranın anlamını kavrar, orada niçin var olduklarının sırrını fark ederim.
O halde palto, bir edebiyat metni değildir sadece, onun üzerine söylenenleri, onun nasıl anlaşıldığını, ondaki sırları dile getirenleri de içine alan çok-çağrışımlı, çok-boyutlu ve çok-katmanlı imgesel ve simgesel bir haritaya da benzer pekâlâ... Gogol'un sadelikle dokuduğu, Dostoyevski'nin ve daha birçok edebiyatçının kelimelerden mamûl bir iplik ve edebî bir iğneyle dünyayla edebiyatı birbirine teyellediği ama aynı zamanda benim de bu yazı dizisine başlamak için kurduğum başka bir evren... Sadece Gogol ve Dostoyevski mi paltoyu dokur varlıklarıyla, söyledikleri ve yazdıklarıyla? Hayır tabii ki. Hadi şimdi "edebî hafızamızı", hani o içine türlü renk ve şekillerde imgeyi, olayı, kahraman ve karakteri tıka basa doldurduğumuz hazineyi kurcalayalım.
İMGE VE GERÇEKLE DOLU PALTOLAR
Şimdi önce edebiyatçıları davet edelim yazımıza. Paltonun türevlerine (manto, tennure, mont, gocuk, kaban ve pardösüye) çok da yanaşmadan yazarların hayatlarında onun nasıl göründüklerine bakalım kısaca. İlk palto, Heybeliada Bahriye Mektebi'nin genç hocası Yahya Kemal'in üzerindekidir, henüz şiir kitabı yayımlamamış olsa da bir şairin paltosudur o, son derece "edebî", kendisi gibi "gösterişli" ve "ağır"dır. Daha sonra meşhur bir şair olacak talebesi Nâzım Hikmet'in annesi Celile Hanım'a âşıktır. Yahya Kemal, evlerine özel ders için gide gele Nâzım'ın üvey babası olmaya yaklaşır ama her şeyin farkında olan bu "asi" genç, hocasının paltosunun cebine, "Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz" notunu bırakır bir gün. Yahya Kemal; Celile Hanım'la başka sebeplerin de araya girmesiyle evlenmekten vazgeçer.
Mehmet Akif'in paltosu; ailesini, rüyalarını ve bireysel arzularını milletinin bağımsızlığına feda eden bir inanmış şairin aslında hiç sahip olmadığı paltosunu sembolize eder.
İkinci palto, Haşim'inkidir, tıpkı onun kelimeleri gibi "havaî", sembolik dili gibi "buğulu" ve bir o kadar da "çekingen" bir paltodur. Nişanlısının evine davetlidir. Müstakbel kayınvalidesi sadece kelimelerini değil yemeklerini de titizlikle seçen Hâşim'in bayılacağı mükellef bir sofra kurmuştur ona, yemeğin şaheseri de uskumru dolmasıdır. Çok beğenir şair bunu. Kayınvalide, şairi daha da sevindirmek ister. Daha sonra yemesi için üç uskumru dolmasını paltosuna koyar gizlice, sürpriz yapmaktır niyeti. Hâşim, bir sonraki gün paltosuna elini soktuğunda yağlı bir nesneye dokunduğunu anlar. Uskumru dolmaları, sarıldıkları kâğıttan yağlarını bırakmıştır... Hâşim'in kılı kırk yaran hayat ve estetik ölçüleri devreye girer hızlıca, bu bayağılık ancak nişan bozularak çözüme kavuşur.
Üçüncü palto, gırtlağımıza bir düğüm gibi çöken ve vicdan sahiplerini üzebilecek istiklâl renkli bir paltodur ve Akif'e aittir. Ailesini, rüyalarını, bireysel arzularını milletinin bağımsızlığına feda eden bir inanmış şairin aslında sahip olmadığı paltosudur. Bir âbide gibidir, yalçın ve yalnız... İstiklâlin atan sımsıcak yüreğidir o. Birinciliği kazanan şiirin ödülünü almak istemeyendir. Yüce gönüllüdür. Meclise gelirken üzerindeki palto, Şefik Kolaylı'dan emaneten aldığı ve birlikte kullandıkları paltodur. İpliği samimiyetten, dikişleri vatan sevgisinden, astarı acılardan dokunan...
Dördüncü palto, atak ve bıçkın, deniz gibi dalgalı, üzerine ada martılarının sesleri ve yosun kokuları sinmiş bir paltodur, Sait Faik'in paltosudur o. Aylaklıkla geçmiş bir günün sonunda, gece vakti kendisine açılmayan bir cam kapıdan geçmesini sağlayan buruş buruş paltodur o. İçinde tıka basa dolu bir hayat, cepleri yepyeni kelimelerle dolu bir palto. Kurmaca eserlerimizde paltoya daha sonra tekrar döneceğiz ama İntibah'ta sevdiği Ali Bey'in paltosunu giyerek kendini feda eden Dilaşub'u, Araba Sevdası'ndaki koyu renkli "kazmir" paltolarla dolaşanları, soğukta paltosunun yakalarını kaldıran diğer roman kahramanlarını nasıl unuturuz, paltonun kız kardeşi mantoyu da... Kürk Mantolu Madonna'da, Maria Puder anlatıdan çıktı çıkacak bir halde bize bakıyor; Beyaz Mantolu Adam, yine suskun ama onurlu... Tabii edebiyatta paltolar bitmez, paltolardan çıkmak da...
Bundan sonra paltonun kumaşına bakarken hammaddesi kelimeden yapılmış ipliklerin nasıl dokunduğuna da dikkat kesilmek, astarındaki edebî boyanın gökkuşağı renklerini incelemek, kurmacanın sıkı veya gevşek dokunmuş ilmeklerini kontrol etmek, bir düğümün başka düğümlere ekle eklene nasıl bir evren kurduğuna da odaklanmak gerekli. "Palto'dan çıkanlar", kurmaca eserlerde belki fark etmediğimiz ama onlarsız bütün gıdasını, özünü, usaresini yitirebilecek olan fikir, görüş, düşünce, imge, eşya, nesne ve şeylerin dilini anlamaya bir davet... Yanında yöresinde başıbozuk bir düzen, bütün dillere aşina ama bir o kadar da beklenmedik. Kendine has ve sadece kendi kafasına göre.