Öyleyse birer kahve daha içelim
Fas, Tunus, Cezayir, Somali… Afrikalı, Arap, Berberi... Alıyor fazlalıklarını Paris’in. Tıraşlanıyor şeytani kuleleri. Kulecilik ve kölecilik: yıkılan kentlerin tarihi...
‘Brioche ve Molotof kokteyli’ lö kafede lö siparişim lö garsona. Karşımda parizyen, zarif, esnek çorap. Ruj, pudra, rimel... Kızılca kıyamet saçları okşayan frenç ojeler. Bizi hep bu güzel havailikler mahvetti. Ol tarihte hava bozuk çalsaydı belki de halk Bastille’i basmak yerine çorba kaynatacaktı.
Laiklik ve milliyetçilik… Çok seküler pek elit. Şarap çanağına edilmiş Frenk bağcının elinde yasa hükmünde bir çift sopa. Kovalıyor üzüm toplayan ırgatları.
Medeniyet sayacı, heykel sayısı... Sayıyor tek tek taştan ilahların adını. Bakıp gülüyorum dişlerimin ardına bir suskunluk saklayarak, Mağribîlerin insafına kalmış Hubel’e. Aklım seyahat ediyor uzaklardaki bir şehre.
- Uzaklarda bir şehir… Türkçe konuşuyor, Fransızca öpüşüyor, İngilizce sevişiyor. İtalya’dan akorsuz kanunlar çalıyor. Sarılmış yüksek hukukuna Musolini’nin dökülmüş bağırsakları. Değiştirmek isteyenlere karşı sallanıyor idam urganı.
Uzaklarda bir şehirde dinim cinsimdir, şanlı mazimdir. Üç İhlas bir Fatiha. Telli baba ve duvaklı dede… Mesnevi’yi tersten okuyan yerden bitme ilaheler. Örtülü-örtüsüz, ödenekli-ödeneksiz bilgeler. Olmadık durumdan vazife çıkaran, az bilen çok yazan şairler.
Sünnet, yastıklara iğnelenmiş nazar boncuğudur. Cumhuriyet altını hemen kuyruğu… Ötesi mistik konu. Unutun yüzlerce yıl önce yaşamış Nebi’yi, sizin için geldi Milenyum kardinalleri. Artık dansöz oynatıyor mehdiler, egemenin köçeği olmuş sahte Mesihler.
Ruhsal arınma, kalp gözü? İşte o düşünce gücü. Ve taş ustaları locasından çıkmış bir efsane: Vardır İsa’nın yitik bir çocuğu. Derler ki soyu şu an holding patronu.
Hac mı? Sermayenin doğurgan rahminde ışıkla yıkan. Gezi Parkı’nı yedi kere tavaf et. Çatlak bir camın önünde saygı duruşuna geç. Dokun, okşa, sev, sığın, dilen. Ey dört mevsim uluyan medya, adımı kulağıma fısılda. Tut, kucakla, kaldır, el bebek gül bebek besle beni. Çek resmimi, fotoşopla sakla pençelerimi, düzelt sivri dişlerimi. Büyüt ve fırlat iktidar koltuğuna.
Uzaklarda bir şehirde köleciler isyan türküsü söylüyor. Heykeltıraşlar devrim mavraları geçiyor. Cinneti örgütleyenler barış söylevi çekiyor. Kanla damıtılmış viskisini yudumlarken garbın garip bıraktığı çocuklara lanet savuranlar, mikrofonda insanlık onuruyla ilgili destanlar okuyorlar.
Değnekçiler her yerde aynı tekerlemeleri söylüyor: Sadece adları ve üniformaları farklı!
Babil’in asma bahçesi Şanzelize meydanı; Anıttepe’ye nazır Bahçelievler karhanesi.
Ansızın gelen sessizlik uğultuyu deliyor. Sıkıldığımı fark ediyor ve hevesi topuklarında ezerek soruyor: ‘Başka nereye gitmek istersin?’
‘En yakın senden uzağa’ cevabını veriyorum. Tüm gençliğiyle gülüyor ve ‘kaybolursun’ diyor. ‘Öyleyse birer kahve daha içelim.’