Orhan Toker: 'Eşcinsellik' kapitalizmin arattığı kölelik sistemidir
Kendisini “Dijital Baba” olarak tanıdığımız Orhan Toker ile, sosyal medyanın çocukların ve gençlerin elinde nasıl bir tehlike olarak yer edindiğini, kapitalizmin sosyal medya üzerinden nasıl cinsel yönelim bozukluklarını tetiklediğini konuştuk.
Sosyal medya masum mu? Cinsiyet karmaşasını tetikleyen rolünü abartıyor muyuz?
Bütün çalışmalarımda ve araştırmalarımda sosyal medyanın 18 yaşından küçük çocuklara uygun olmadığını görüyorum ve gittiğim her yerde de bunu söylüyorum.
Sosyal medya masum diyemeyiz. Aslında insanlara yaptırılan her şey sosyal medyanın etkisiyle yaptırılıyor. Buna biz yetişkinler de dâhiliz. Yapacağımız tatillere, gideceğimiz yerlere, alacağımız ayakkabıya varana kadar sosyal medyanın etkisinde kalarak hareket ediyor ve karar veriyoruz. Etkisinde kalmamız da tesadüfi değil. Algoritmanın bunda payı var. Algoritma bizim aşağı yukarı neyin etkisinde kalabileceğimizi tahmin ederek önümüze buna uygun paylaşımlar çıkarıyor. Etkisinde kalmam diyeni dâhi etkileyen bir durum bu. Yetişkinleri bile etkileyen paylaşımlar, çocuklar üzerinde daha tesirli etkiler oluşturuyor elbette.
Aile birliğini bozmak istedikleri kesin. Aynı zamanda kapitalizm için insan soyunun fazlalığı hem köle olarak çalıştırmak hem de paralarını almak için oldukça da faydalı. Kapitalist sistemin işine gelen bir şeydir nüfusun çokluğu. Kapitalizm için dağılmış aileler ise daha büyük nüfus demektir, bu da büyük bir pazar demek.
Sosyal medya çocuklara yönelik kapitalizmin yeni bir pazarı olarak karşımızda diyebilir miyiz?
Pazar olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. İlk olarak 1975’te ortaya atılmış “Pembe Kapitalizm” deyimi var. Eşcinsel bireylerin çoğu eşcinsel dışavurumcu değildir. Bunu kendi içinde mahrem olarak yaşar. Biz de dışarıdan fark edemeyiz. Ama dışavurumcu olan eşcinsel bireyler 7 kat fazla para harcıyorlar bu sektörde. Yani pembe kapitalizm aslında dışavurumcu cinsel kimliklerin sayısını artırarak doğdukları biyolojik yapılarından farklı olduklarını göstermelerini ve dışa vurmalarını ister. Bunun sebebi de daha çok para harcayacak olmalarıdır.
Zaten vurgulanan şeylere bakacak olursanız reklamlarda erkeği kadın gibi giydirme kadını erkek gibi giydirme, erkeğin kadın makyaj malzemelerini ve aksesuarları kullanmasını teşvik etme yüzdesinin çok olduğunu görürüz. Tüm teşvikler piyasadaki harcama oranlarını arttırıyor. Örneğin çocukların hormon bloklayıcı ilaçları kullanmalarını hem de ömür boyu kullanmalarını teşvik ediyor bu düzen. Sonuç ilaç sektörüne hizmet ediyor aslında. Daha çok kaliteli hizmet edilecek yeni bir pazar, yeni bir araç doğmuş oluyor.
Diyebiliriz ki çıkarları gereği aile yapısını bozmayı makbul görmekteler. Aile birlik içinde yaşadığı zaman, aile bir evde olduğunda evde bir tane çorba kaynar, bir tane internet olur, bir tane ısınma gideri olur ama o aileyi bozup dağıttığınızda en az 2 tane çorba kaynayacak ya da 2 tane internet olacak. Bu da yine onların işlerine geliyor. Yani evliliklerin olmaması, insanların bireyselleşmesi kapitalizmin birey olarak harcamaları arttırma yönündeki işine gelen şeyler.
Bu durumda sosyal medyanın ilk önce çocukların aileyle kurdukları ilişkiyi şekillendirmekle başladığını söyleyebiliriz.
Tabii. Zaten biliyorsunuz ki çocuklar ergenlik çağlarında anne ve babasına isyan halindedir. Yani anne babasının dediğinin tersini yapmak zorundadır.
Ergenlikle ilgili tecrübesi olmayan ebeveynler ergen çocuklara davranması gerekenin tam tersi davranır ve anlayış gösteremeyebilir ya da onu olduğu gibi kabullenmekte güçlük çekebilir. Onun bir birey olduğunu artık kendisine öğrettiğinden farklı şeyler de düşünebileceğini kabullenmekte zorluk çekebiliyor ve çatışmalar yaşanmaya başlıyor. Çocuklar size isyan ederken bu çatışmalardan hiç etkilenmiyormuş gibi gelse de aslında anne babasıyla çatışmaktan içten içe çok üzgünlerdir ve anne baba tarafından sevilmek, kabul edilmek isterler. Aynı zamanda bu yeni halleriyle kabul edilmeyi beklerler. Tam o sırada işte sosyal medya gençleri çok iyi anlıyormuş gibi yaparak onları olduğu gibi yani saçma da olsa bütün fikirleriyle kabul ettiğini hissettirir. “Seni çok iyi anlıyorum”, “sen yalnız değilsin”, “sen de bizdensin”, “annen, baban sana zulmediyor, yaptıkları doğru değil” gibi onlarla empati kuruyormuş mesajını veren ve desteğini vurgulayan insanlarla tanışırlar sosyal medyada. Sosyal medya buradaki fırsatı da ayrışma gayreti içerisine çok rahatlıkla sokabilir.
Kasti ayrıştırma bir insanı kötü yola sokmaktır ve istismardır. Buna maruz kalan yetişkin de olsa çocuk da olsa çok ciddi bir istismardır. Şimdi bu istismarı dijital dünya çocuklara cinsellik noktasında yapıyor. Çocukların tam da cinsel algılarının oluşmaya başladığı, vücudunun değiştiği, bilhassa kız çocuklarının cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşadığı, erkek çocuklarının acaba beni beğenirler mi diye düşünmeye başladığı, çocukların bedensel farkındalıklarının ve endişelerinin arttığı bu dönemde, özellikle de en önemli söylemleri olan “sen doğru bedende değilsin, endişelenme" telkinleriyle cinsel algılarıyla oynanmaktadır. Cinsiyetlerini değiştirmeye yönlendirilen bu çocuklar aynı zamanda hormon bloklayıcı ilaçları kullanmaya teşvik ederler. Bir kere kullandı mı? Çocuklarda bunun geri dönüşü yok. Yani hep kullanmanız gerekiyor. Aynı uyuşturucuya alıştırır gibi cinsel algılarıyla oynayarak bu kez başka bir şeye alıştırır. Böylelikle onları sürekli müşteri haline getiriyorlar.
Sosyal medyada, dijital oyunlar ve video içeriği üreten sayfalarda cinsel kimlik mesajı ne gibi şekillerde vererek algı oluşturuluyor?
Artık oyunların içinde de sohbet olduğu için sosyal medyayı da YouTube’u da oyunları da birbirinden ayrı tutmuyorum. Oyun oynarken doğal olarak sosyalleşiyorlar. Oy verip birbirlerinin hareketlerini beğenebilecekleri bir ortam dâhi var. Her şey, sanki sosyal medyada yaşanıyormuş gibi. Tüm mecraları bir sosyal medya platformuna çevirme gayreti var. Çevirdiler de. Bununla birlikte içeriklere de çeşitli yollarla LGBT unsurları ilave etmeye başladılar.
Malum futbol oyununda bir erkek futbolcu karakterini efemine bir tarzda çizmiş, eşcinsel edayla koşarak gol sevinci yaşatmışlar. Seyircilerin arasındaki bayraklara bakıyorsunuz LGBT bayrakları koymuşlar. Futbol oyununda durum böyle, savaş oyununa geçiyorsunuz orada da benzer içerikler koyuluyor.
YouTube'a geliyorsunuz LGBT destekleyen içeriklerin %30 daha fazla öne çıkarıldığı bir algoritma karşımıza çıkıyor. Alenen bu tarz videoların öne çıkartılma önceliği vereceğini ifade ediyor. Bu döngünün içinde bir gün bakıyorsunuz ki muhafazakar bir insan bile LGBT’yi destekleyici LGBT’ye sempatik gözle bakan paylaşımlar yapıyorlar. Kapitalizmin insanları avucunun içine nasıl aldığını burada açıkça görüyoruz. Para karşılığında istediğini, istediği insana, istediği şekilde yaptırabiliyor.
Bir de çocuklarda onlara özgü bir adaletli olma hali vardır. Çocuklar biz büyüklere göre daha adaletlidirler. Yaşlarının verdiği heyecanla daha idealisttirler. Ayrıca bize göre daha saftırlar, henüz zihinleri kirlenmemiştir. Böylece insanların eşitliğini, insanların haksızlığa uğramamasına karşı yardımlaşmayı, mesela hayvana yardım etmeyi ya da haksızlığa uğramış bir insana yardım etmeyi iyi niyetli yaklaşımlar olarak görürler. Çocukların bu yaşlarda sahip olduğu bu doğal özelliklerini LGBT pek incelikle kullanır mesela.
Çocuğun yaşadığı bir tecrübeyle bağdaştırarak bunu kendi söylemine çekmek için araçsallaştırıyor. Mesela bir kız çocuğu bedeninde meydana gelen değişikliklerden tedirgin hissetmeye, sosyal ortamlarında rahatsızlık duymaya başladıysa o da sosyal medya paylaşımlarından, beğenilerden, etkileşimlerinden uygun bir kanalı öne çıkararak “Sen doğru bedende değilsin, aslında erkek olmalıydın. Doğru bedende doğmadığın için bunu hissetmen de normal ve sana yapılan haksızlık” demenin yollarını buluyor. Burada eşitlik kavramını kullanarak, çocuğun duygularını istismar ediyorlar. Kendi arzu ve isteklerine uyacak biçimde duyguları alet ediyorlar diyebiliriz. Bir zamanlar torbacılardan korkulurdu, şimdi onların yerini sosyal medya aldı.
Sosyal medyadaki bu durum sosyal hayata nasıl yansıyor?
Cinsiyet eşitliğine inanmadığınız zaman ya cinsiyetçilikle ya da erkekseniz ataerkillikle, kadınsanız erkeğin üstünlüğünü kabul etmekle suçlanırsınız. Şiddetle homofobiklikle ve eşcinsel düşmanlığıyla yaftalanarak eleştirilirsiniz.
Çocukların tükettiği her içerikte eşcinsel ögelerin görünmesi çocuklarda bu işi özendirip, kendi aralarında popüler hâle getirirken, bunun dışında kalırsa dışlanacağı hissine sürüklüyor. Yakın zamanda İzmir'de bir okulun psikolojik rehberlik danışmanıyla görüştüğümde 10 kız öğrencisinden 8 tanesinin kendisini aseksüel ya da biseksüel olarak tarif ettiğini ifade etti. Normal şartlarda bu kadar çok olması mümkün mü? Neredeyse normal, heteroseksüel insan kalmayacak gibi. Bunları söylediğiniz zaman da ya homofobik olmakla suçluyorlar ya da temize çıkarmak için ifade özgürlüğü geliştikten sonra sayılarının ne kadar çok olduğunun ortaya çıktığı gibi demogojik laflarla konuyu başka noktalara çekiyorlar. Yine bir psikologla konuştuğumda bu yaşta daha normal cinsel hayatı olmayan çocukların, söylemler ve görsellerle gaza gelip eşcinsel bir tecrübeye girişmesi sonucu ömür boyu sürecek bir travma yaşayacağı ve bunun hiçbir şekilde normal cinsel yaşamının, evlilik hayatının olmamasına yol açacağı konusunda uyarıyordu.
Gençleri ve çocukları sürükleyen sistematik hedef alan yapının amacı o çocuğun bir defa denedikten sonra travma etkisiyle geri dönüşü olmayan bu yola girerek kapitalizme hizmet eden asker sayılarını artırmak. Buna hizmet edenin niyeti ne olursa olsun kötü bir şeye hizmet ettiği gerçeği karşımızda açık seçik duruyor.
Sosyal medya araçlarının risklerinden nasıl korunmalı, çocuklara yönelik nasıl tedbirler almalıyız?
Öncelikle çocuklarla kurulacak güçlü bağların karşı karşıya kaldıkları olumsuz şeylerde onları koruyacağına inanıyorum. Yani iyi bir aile yapınız varsa, aranızda sırlar yoksa ve anne-baba arasındaki ilişki örnek olacak bir ilişkiyse çocukların da buradaki gücü ve sevgiyi görerek kendine güven duyacağını düşünüyorum.
Anne-babaların yapabileceği şey önemli ancak sınırlı. Burada asıl öncelikli tedbir sosyal medya kısıtlamasının acilen hayata geçirilmesi. Birçok ülke sosyal medyayı çocuklara yasaklamaya başladı. Çocuk kullanıcı bir uygulamayı indirmek ve kullanmak istiyorsa ebeveyn onayının yanında her seferinde telefon ön kamerasından ailenin kimlik tespitini yapma zorunluluğu getirildi. Böylece çocuklara bu uygulamaları bir yetişkinin yani ailesinin kontrolünde girdiğinden emin olarak kullandırıyor. Sosyal medyanın zararları anlaşıldığında böylesi tedbirler için geç bile kaldığımızı görüyoruz.
Örneğin, Fransa 16 yaşından önce sosyal medya kullanılmasını yasakladı ve sorumluluğu da aileye bıraktı. Eğer çocuk sosyal medyadan zarar görürse bunun sorumlusu direkt aile olacak Bununla birlikte TikTok birkaç Avrupa ülkesinde yasaklandı. Dünyada da bu minvalde kararlar alınmaya başlanıyor. Türkiye’de de gündeme geldi fakat ciddi bir adım henüz yok ne yazık ki. Çocukları korumak yalnızca ailenin yapacağı bir iş değil, kamunun da buna dahil olması gerekiyor.
Çocukların yetişkinler tarafından doğru yönlendirilmeye ihtiyaçları var. Ciddi bir otorite kayması yaşanıyor. Çevresindeki insanlardan değil videolardan, çevrimiçi ağlardan bilgi alıyor çocuklar ve burada olanların da niyetlerinin iyi olduğu söylenemez. YouTube kanalında otizm üzerine videolar yayınlayan bir kadın bir anda eşcinsellik ve cinsel kimliklerle ilgili de videolar yayınlıyor. Çocuklarımızı buna maruz olmaktan koruyacak bir sistem var mı, yok. Bu kanalı izleyen çocuklar kendilerine otistik teşhisi de koyuyor, cinsel yönelimlerini de sorguluyor. Bu içeriklerin doğruluğunu denetleyen otorite de yok. Kısıtlamalar uygulandığı takdirde videosunun daha az kişiye ulaşacağını bilen içerik üreticileri bunları üretmeye devam eder mi? Bırakın kısıtlamayı, YouTube eşcinsellik karşıtı içerikleri siliyor.
Nihayetinde çocuklar bir şeyler öğrenmeye, dinlemeye ihtiyaç duyuyorlar ve bu kanalları izliyorlar. Bu rolü yakınındaki yetişkinlerden, ebeveynlerinden en sağlıklı şekilde almaları gerekiyor. Aynı zamanda bu tarz içeriklere yaş sınırı konularak yayınlanma zorunluluğu getirilmesi gerekiyor. Sosyal medya kadar ana akım söylemin saptığını da unutmamak gerekiyor. 1975 yılından sonra bunun bir hastalık olmadığı iddiasının topluma nasılda kakalandığını bugün sonuçlarıyla görüyoruz. Psikologlara gittiğimizde dâhi cinsel kimlik karmaşasını bir hastalık olarak kabul etmiyorlar ve gelen çocuğa hormon ilacı yazıveriyorlar. Tehlike yeterince yayılmış, ne kadar erken tedbir alırsak o kadar iyi. Ailelerin çocuklarına vakit ayırmak ve onları doğru şekilde yönlendirmek konusunda üşengeç olmamaları ve sosyal medya denetimi hayati konumda şu an.