Ömer Seyfettin Türkçe’nin en güzel nakaratı
"Bu millet âlim değildir ama ariftir. bu irfanı sayesinde pek çok şeyi okumuşlardan daha iyi sezer, fark eder ve bilir."
“Ben Gönen’de doğdum” diye başlıyor, büyük hikâyecimizin kendi hikâyesi. Yıl: 1884, Balıkesir’de Asker bir babanın oğlu olarak… Babasının görevi İstanbul’a getiriyor ailesini. Eğitiminin önemli kısmını bu şehirde alıyor. Kuleli ve diğer askeri mektepler. Sonra Edirne Askeri İdadisi ve ilk şiirler… Yüzyılın tam başında, 1900’de İstanbul’a dönüyor. Burada ilk şiirlerini yayınlıyor, yazı dünyasına ilk adım…
Mezuniyet, öğretmenlik ve İzmir, sonraki durakları hikâyesinin… Batı kültürüne bakıp, Fransızcaya kulak verip kalbinden akan bir ırmakla ‘Türkçe’ üzerine düşünme… Okuyor ve yazıyor bu yıllarda. Daha çok okuma elbette. Doğduğu dünyayı anlamaya, doğduğu dünyadan bir çıkış bulmaya çabalıyor İzmir’de. Bir yüzyıllık maceranın sadece on yılda yaşandığı bir devir, bu devir… Bir cehennem.
1909’da Abdülhamit’in tahttan indirildiği yıl, o genç bir öğretmen olarak Selanik’te Üçüncü Ordu’da görevlendiriliyor. Manastır ve Köprülü ilk durakları… Görünüşte bölük komutanlığı yapan bir asker, gerçekte sadece bir yazar. Müstear isimlerle Selanik ve İstanbul’da çıkan dergilere yazılar gönderiyor. Balkanlar’daki çetecilerin Türk’e bakan gözlerini görüyor. Bomba’yı, Beyaz Lale’yi buradaki izlenimlerinden hareketle yazacaktır sonra.
1910’dur yıl. Okumak ve yazmak aşkı daha çok çeker onu. Ziya Gökalp’in desteğiyle ordudan ayrılabilecek ve artık sadece yazar ve öğretmen olarak yaşamını sürdürmek isteyecektir. Orudan ayrılır ve Selanik’e yerleşir… Ve artık asıl mesaisi sadece yazmaktır. Rumeli’nin tek Türk dergisinin adını değiştirerek Genç Kalemler yapar. Ve uzun zamandır düşündüğü Türkçe üzerine ilk yazısı, ‘Yeni Lisan’ yayınlanır.
O ordudan ayrılıp yazıya döner ama kaderi, hikâyesinin peşini bırakmaz. 1912’de Balkan Savaşı başlar. Yeniden orduya çağırırlar. Genç Kalemler ekibi dağılır. Savaştayken harp günlükleri tutar. Zordur, zorlanır savaş şartlarında… Ve sonunda Yanya Kuşatması’nda esir düşer. Atina yakınlarında bir yıla yakın süre esirlik hayatı başlar. Zordur ve fakat büyük bir tecrübedir yaşadığı. Okur ve yazar bu süre zarfında.
Ömer Seyfettin, milyonlarca çocuğa okumayı sevdirmiş bir yazar. Balkan Harbi’nde savaşmış bir asker.
1913’te esareti biter ve İstanbul’a döner. Aynı yıl, Enver Paşa’nın başını çektiği Bab-ı Ali Baskını’na katılır. Baskından sonra tekrar ordudan ayrılır. Öğretmenliğe ve yazarlığa geri döner. Türk Yurdu dergisinin başyazarı olur. Birinci Dünya Savaşı başladığında, o da öğretmenliğe başlar ve ömrünün sonuna kadar bunu sürdürür. Savaştan çıkan yenilgi, yorgun kalbini daha da yorar. Anadolu’yu görmeye çıkar. 1917’den 1920’ye kadar üç yılda yüzlerce hikâye kaleme alır.
- ‘Başını vermeyen şehit’in yazarıdır her şeyden önce. Pembe İncili Kaftan, Yalnız Efe, Diyet, Forsa, Kaşağı, Falaka, Bomba, Yüzakı, And, Mermer Tezgâhı, Yüksek Ökçeler, Beyaz Lale, Topuz, Perili Köşk, Gizli Mabed, Yalnız Efe, Harem, Falaka, İlk Düşen Ak, Kahramanlar, Rüşvet gibi her biri diğerinden etkileyici, her biri milli hafızamızın birer anlatısına dönüşen efsane hikâyelerin yazarıdır.
Mensup olduğu milletin bizzat kendisi gibi ‘garip’ bir adamdı Ömer Seyfettin. Zamanı geçtiği söylenen kadim bir şarkının nakaratı gibi. 25 Şubat’ta rahatsızlanarak kaldırıldığı hastane odasında, 6 Mart 1920’de henüz 36 yaşındayken ruhunu teslim etti. Etti ama kaderi henüz bitmemişti. Bu büyük Türk yazarını, Türkçenin bu büyük yazarının yalnızlığını tanımadılar. Sahipsiz zannedildiği için cesedi, tıp fakültesinde kadavra olarak kullanılmak üzere ayrıldı. Kadavranın gazetelerde yayınlanan fotoğrafını gören dostları hastaneye koştular ama artık çok geçti. Türkçenin en büyük yazarının cenazesine de sahip çıkamamıştık.
Mensup olduğu milletin bizzat kendisi gibi ‘garip’ bir adamdı Ömer Seyfettin.
Ömer Seyfettin, milyonlarca çocuğa okumayı sevdirmiş bir yazar. Balkan Harbi’nde savaşmış bir asker. Üstelik bir süre esir de düşmüş bir asker. Yazdığı dönem ve şartları düşünüldüğünde bugün bile büyük oranda okunması kolay, gereksiz detaylardan kaçınmış sade bir anlatım dili kurabilmiştir. En beğenilen eserlerini ömrünün son beş yılı içinde yazdı. 36 yaşında öldüğünde, gelmeyi bekleyen dev bir yazardı artık.
Vatanseverliğinin, ‘evrensel dilsiz dünya yazarları’nca faşist milliyetçilik olarak ileri sürüldüğü bir adamdı Ömer Seyfettin. Onu sevmiyorlar biliyorum. Büyük Türkçesine rağmen, müthiş hikâyelerine rağmen onu sevmiyorlar. Sevmeyecekler de. Okuma aşkı veren mübarek kalemini beğenmiyorlar. Çünkü Türkçe yazdı, Türkçeyi yazdı, Türkiye’nin hikâyesini yazdı. Türkiye’yi sevmeyen herkes, ağız birliği etmişçesine onu unutturmaya çalışıyor. Ama başaramayacaklar.
Orhan Pamuk’un ensest göndermeleri kimseyi rahatsız etmezken, Ahmet Altan’ın derin pornografisi bahse konu bile edilmezken Ömer Seyfettin’in çocukların psikolojisini bozduğu ezberi elbette Ömer Seyfettin’in yönelimiyle ilgili. Savaşın at başı gittiği bir dünyaya doğup, ülkesinin adım adım parçalandığı, yedi düvelin topraklarına saldırdığı şartlarda var olup, henüz savaş sona bile ermeden ölen bir yazarın yazdıkları konuşulmuyor burada aslında.
‘Çerkes’ asıllı Ömer Seyfettin’in ‘Türk’ olması eleştiriliyor gerçekte. Vatansever olması eleştiriliyor. Pembe İncili Kaftan’ın yazarıydı. Bir ömür hürmetle anmak için yetmez mi?