Ne eşk olaydı, ne âşık, ne nazlı afet olaydı

CAN ACER
Abone Ol

Âşık kişi dünyadaki kötülüğe en uzak yerde görür sevdiğini. Dindeki kötülük problemine benzer bir problemle karşı karşıyadır. Tanrı mutlak iyi olarak, ahlâkî kötülüğün olmasa da doğal kötülüğün doğrudan mesulüdür. İnsanın hastalıklardan, doğal afetlerden, ölümden vs. duyduğu acının sorumlusu Tanrı'dır. Sevgili de mutlak iyidir, tıpkı Tanrı gibi aşığın çektiği acıların sorumlusu olarak.

Acem şairi Urfi ölüm hastasıymış; sevgilisinin geldiğini haber vermişler; şu rubaiyi söylemiş:

  • Nevmîd-i visâl eyleme artık beni ey merg,
  • En son emelimdir, şunu bâri heder etme;
  • Cânan geliyor, can gidiyor, şimdi İlâhî,
  • Bir lâhza eman ver de, Kıyâmet'te diriltme.

Bir başkasının bedeniyle bir lahza yan yana durmak için kıyamette diriltilmemeyi, kendi bedeninden sonsuza kadar vazgeçmeyi, yok olmayı göze almak. Şair lahza dediğine göre sevgiliyi sadece görmeyi ümit ediyor diyebiliriz. Aşığın gözleri sonsuzluğu tek bir karede toplayabilen bir mercek. Ölüm sonrasından vazgeçiliyorsa her inananın ahirette kavuşmayı umacağı Tanrı'dan da vazgeçiliyor demektir. Merceğe sevgiliden düşen ışık, tanrısal ışıktan daha çok parlıyor bu mısralarda. Bu, bedenin parıltısı. Kendi bedenini dışarıda bırakıp -Kıyamet'te diriltme-, bir başka bedenin ışığı altında kendini görünmez kılma arzusu.

Bedenin parıltısının gözlere ulaştığı yerde başlıyor aşk. Aşk, insanın içine gözlerden giren bir hastalık, ışıklı bir hastalık. Estetikten cinselliğe bedenî ilgilerin olduğu tek sevme biçimi olarak kadın-erkek arasındaki aşkın başında ve sonunda görme duyusu merkezîdir. Her devirde böyle, halk hikâyelerindeki, kızın resmini görüp âşık olan ve onu aramaya koyulan karakterleri düşünelim. Burada bir ortalamadan bahsediyorum. Yoksa sözleri Hüseyin Câvid'e ait olan Kör Arap'ın Mahnısı'nı nereye koyacağız: "Ne eşq olaydı, ne aşiq, ne nazlı afet olaydı! / Ne xelq olaydı, ne xaliq, ne eşqi-hasret olaydı!" Urfi sadece kendi bedenini yok ediyordu. Âşık ve kör Arap ise hem kendini hem sevgiliyi hem de halkı ve Hâlık'ı yok ediyor. Işıltılı aşkın, bir körün gözlerindeki en kara nihilizmi.

Kadın ve erkek arasındaki aşk, görme merkezli, maddi bir evrende inşa ediliyor. Tanrı ise görünmez, seslenir. İnsana ve Tanrı'ya duyulan aşk arasındaki bir ayrım da bu duyusal önceliktedir. Tasavvufi manasıyla kulak gözden, işitmek görmekten üstündür. Göz bir veçheye bakar, diğer veçheleri algılayamaz. Kulak ise bütün veçhelere açıktır. İlahi aşka geçiş, gözlerimizi kapatmış, kör Arap'ın karanlığında beklerken, sesi işitmeyi ummakla mümkün olabilir. Geleneğin beşeri aşktan ilahi aşka geçişi kabulü, aşkın içinde dinin yerine ikame edilen bir şeylerin olduğunun da kabulüdür aslında. Aşkın din yerine ikame edilişi, dinin sosyal hayatın dışında kaldığı zamanımızda gelenekteki gibi bireysel bir tecrübe olmaktan çıkmış, toplum hayatının belirleyici bir görünümü olmuştur. Aşk da din gibi dünyanın kötülüklerle dolu sıradan akışının sonlandığı yerde rastlar öznesine. Birinde bu özne kadın ya da erkek, diğerinde Tanrı'dır.

Âşık kişi dünyadaki kötülüğe en uzak yerde görür sevdiğini. Dindeki kötülük problemine benzer bir problemle karşı karşıyadır. Tanrı mutlak iyi olarak, ahlâkî kötülüğün olmasa da doğal kötülüğün doğrudan mesulüdür. İnsanın hastalıklardan, doğal afetlerden, ölümden vs. duyduğu acının sorumlusu Tanrı'dır. Sevgili de mutlak iyidir, tıpkı Tanrı gibi aşığın çektiği acıların sorumlusu olarak. Tanrı bize ölümsüzlüğü vaat eder, aşk bize ölümü unutturur. Aksi taktirde ölümün büyüklüğü karşısında aşk öznesinin küçüklüğü (sadece bir kadın, sadece bir erkek) bizi absürde sürükler ve aşktan vazgeçerdik. İman, kesin bilgiye ulaşamadığımız yerde başlar. Tanrı'nın varlığına dair somut kanıttan mahrum olduğumuz gibi bu hayatta Tanrı'nın bize karşı hükmünün ve rızasının ne olduğunu da bilemeyeceğiz. Âşık da kul gibi, umut dolu bir iman ve korku dolu bir şüpheyle sevilmeyi umar.

Kapitalist dünyanın çıkarcılığı ve bencilliği içerisinde aşk, maddi ilişkilerin katı ayrımının ötesinde bir insanla gerçek bir paylaşımın imkânıdır. Ulrich Beck'in ifadesiyle "aşk, kapitalizm içindeki komünizmdir. Cimriler ikram ederler ve bu esnada, bu nedenle mutludurlar." Kapitalist toplum düzeninde sistem dışı bu aykırı davranışı sağlayacak bir başka güç de dinlerin özünü oluşturan diğerkamlıktır. Her din, sadece o dinin mensuplarının layıkıyla anlayabileceği, ancak içeriden kavranabilecek bir bütündür. Ümmetin dışında olan anlamın da dışında kalmıştır. Ümmetten olmayan kişi gibi aşk dairesinin dışında kalan kişi de hakikate karşı katıdır. Shakespeare'in dediği gibi "yarayla alay eder, yaralanmamış olan." Yunus'un dediği gibi "aşk neydiğin bilmeyen/ ona gülegen olur."