Nasıldır: Pozitivizm kimdir nedir?
Doğduğu şekilde kalmaz pozitivizm. Kusurlarını örtmek için çabalar sürer ve en son 1920’lerde Viyana Çeşmesi kenarında büyük oranda son haline kavuşur.
Nedir: Pozitivizm
‘Deneyle ispatlayamadığım şey, babam olsa inanmam’ anlayışıyla özetlenebilecek oldukça ilginç, çoğu zaman alaya alınan, tuhaf ve bir o kadar da saçma bir felsefe çabası.
Auguste Comte abimizin cebinden çıkardığı ve geçen zaman zarfında başka abilerin destek attığı, fikir babalığını -pek çok melanette olduğu gibi- Kant abimizin yaptığı bir ‘tanrı yoğ aslında’ ifade biçimi. Peki, ispatlayabiliyor musun bunu? Hayır. Bu da büyük çaresizliği. Ama ‘o kadar kusur, İngiliz prensesinde de olur’ diyerek görmüyoruz bunu. Tabi doğduğu şekilde kalmaz pozitivizm. Kusurlarını örtmek için çabalar sürer ve en son 1920’lerde Viyana Çeşmesi kenarında büyük oranda son haline kavuşur. Aslında, ‘Bilimin dine karşı zaferi’dir. Neden? Çünkü Comte abimizin kafasında mevcut kiliseye karşı yeni bir din oluşturmak vardı. Oluşturdu da. Yeni Papa kim? Yeni Papa tabisi kendisi. Peki, bu durumda nedir pozitivizm; ‘tanrıya inanacağıma, deneylere inanırım yea’ diyen kaba bir maddecilik.
Pozitivizm, aslında 19. Yüzyıl ürünü bütün ‘izm’ler gibi kitapta durduğu gibi durmaz felsefi teorilerden biridir. Ortaya atan abinin dediği gibi kalmaz yani.
Bizim buralardan devam edelim hikâyeye: Osmanlı yıkıldıktan sonra Cumhuriyet kuruldu ya 1920’de. Ha, o 1920’de kurulan değil de üç yıl sonra 1923’te kurulan Cumhuriyet’in temel felsefesi işte bu felsefedir: pozitivizm. Mustafa Kemal Paşa, ‘Atatürk’ olduktan sonra yeni cumhuriyete nasıl bir don biçelim diye etrafa bakınırken zaten bildiği -ki kendi kuşağı bütün subaylar iyi bilirdi- pozitivizm donunu kesip yamayalım demiş. Ama öncesi de var. Bu Auguste Comte abimiz, Osmanlı diyarında sonu Gülhane Hattı Hümaynu’na giden modernleşme çabaları sırasında bir mektup yazmış bize. O zamanlar telefon yok tabi. Kime yazmış mektubu? Tabi ki Mustafa Reşit Paşa’ya. Reşit Paşa kim? Koca sadrazam. Yani başbakan. Der ki mektubunda “Türkiye, ‘teolojik’ dönemi yaşıyor. Bence artık ‘pozitivist’ döneme geçmeniz lazım. Bi de gelin siz de yeni kurduğum ‘insanlık dini’ne katılın” der. Reşit Paşa’nın cevabını ne olur peki? (Onu sonraki sayıda söyleyeceğiz) Şaka değil ha. Bizde de Ahmet Rıza gibi, Beşir Fuat gibi bazı büyük kafalar ‘peygamber’ diye bağlanırlar bu Comte abiye. Halbuki adam Papa olmak istiyordu. Neye niyet neye kısmet. Comte abimiz zaten namı diyarları tutmuş olan ‘3 hal kanunu’ denen bir meseleyle tartışmaların odağı olmuştu. Der ki, bir toplum, 3 evreden geçer. İlki Teolojik dönem, ikincisi metafizik dönem ve sonuncusu da pozitivist dönem. Tabi kendisi ilerlemeci bir puşt olduğu için böyle der.
Pozitivizm, aslında 19. Yüzyıl ürünü bütün ‘izm’ler gibi kitapta durduğu gibi durmaz felsefi teorilerden biridir. Ortaya atan abinin dediği gibi kalmaz yani. Yüzyıl içinde bambaşka şeylerin kastedildiği başka bir şeye dönüşür. O kadar ki post-pozitivizm diye çıkan son güncellemesi, pozitivizmin temel ilkelerini reddeder. (Batı felsefecisi; kafası karışık kocaman bir çocuk) Bizimkiler de yanlış anlarlar haliyle. Türkiye’de daha çok ve net olarak açıktan İslam düşmanlığı yapılamadığı için ‘paravan’ olarak kullanılır. Gizli silah. Hmm. Frankfurtçular gibi söylersek büyük açmazı şurada: Dogmatizme saldırırken, bunu dogmatik ön kabuller üzerinden yaparlar. Bu da haliyle insanı komik duruma düşürür. Comte abi, ilerlemeyi korumak için düzeni korumayı öncelediğini marifetmiş gibi itiraf eder.
Kimdir: Auguste Comte
Comte abimiz tabi önemli adam. 19. Yüzyıla damgasını vurmuş, kendisinden sonraki pek çok danayı etkilemiş, yeni çıkışlar yeni teoriler ortaya dökülmesine sebep olmuş hareketli bir abimiz. Meşhur Fransız ihtilali başladığında Fransa’da doğmuş. Filozof ve matematikçi ama siz onu daha çok ‘sosyolojinin babası’ diye tanıyorsunuz. Niye? Okullarda öyle öğretiliyor.
- Comte, sosyoloji konusunda aslında fikirlerinin ciddi bir kısmını Cemil Meriç’in ‘ilk sosyolog, ilk sosyalist’ dediği Sait-Simon abimizden çorlamıştır. Fakat hiç atıf yapmaz.
Zannediyor ki Simon’u okuyunca anlamayacağız. Simon’un sekreterliğini yapmış bir dönem, sonra döğüşmüşler ve bu ayrılmış. ‘Lanet olsun onu tanıdığım güne’ demiş sonra her girdiği ortamda. Simon abinin kulağına gidince o da üzülmüş haliyle. Böyle de ahlaksız bir adam. (Lan adam senin hocan, terbiyesiz, biraz saygı be) Comte abiye çok giydirdik biliyorum. Aslında doğru bakamazsak haksızlık yaptığımız bile söylenebilir. Neden? Çünkü Comte abimiz, aslında yerel Batılı bir felsefeci olarak kalmalıyken, maalesef tüm dünya pazarına çıkabildi. Batının teknik şartlarının bunu sağladığı açık. Oraya girmeyelim.
Büyük fikirmiş gibi, ‘niçin değil nasıl’ demiş Comte abi. Bir şeyin ‘niçin’inin değil ‘nasıl’ının önemli olduğunu söylemiş. La at kafası, ‘nasıl’ elbette önemli soru da ‘niçin’ kadar hayati soru mu var ki onu önemsiz addedebiliyorsun? Neyse, anarşist Proudhan abimiz, bu arkadaş için bazı cafelerde şöyle diyesiymiş: “Bilginlerin en ukalası, filozofların en zayıfı, düşünürlerin en yavanı. Bu herifi okudukça midem bulanıyor.”
Comte dediğimiz adamı bendeniz tek bir kelimeyle ifade imkânı buldum: Bay çelişki. Nedenini de keşfettim. Bütün bu saçmalıklar, Clotilde de Vaux adlı kadının yüzünden. Comte, vakti zamanında buna yürümüş ama bu şair ablamız kabul etmemiş. Bizde olsa aşk doğar oradan, ama bu herif gitmiş ‘yeni bir din kurayım’ demiş.
Nasıldır?
Gizli şirktir. Örtülü kâfirliktir. Saklı gavurluktur.