'Mutlu ol yeter'mi?
Mutluluk bugün bir endüstridir ve popüler kültürün emrivakisidir. Sorunsuz ve sonsuz yaşam talebine koşutlanan böylesi bir mutluluk dolaylı baskı objesidir.
“Bir kez yaşıyorsun bu hayatı, sen nasıl mutlu olacaksan öyle yap canım!” Böyle salık veriyor modernler, kendilerine iyiye giden yolun gereğini soranlara. Oysa mutluluğu maksatlaştırarak yaşamı sathileştiren bu hikmetsiz dil, insanı hüznün, derdin veya acının indirdiği sıcak derinlikten mahrum ediyor. Dahası kararı nefse tabi kılıyor ve varlığın yazgısını “evet benim de canım böyle istiyor” yargısındaki konfora heba ediyor. Bu nedenle bugün tümüyle dünyaya sıkışmış olan “mutlu olma” arzusu ne yaşamın “güzelini” ne de ölümün “iyisini” garanti edebiliyor.
Wilhelm Schmid şöyle diyor: “İlan panoları “Mutluluk!” diye bağırıyor. Reklam spotlarından “Böyle mutlu olursunuz!” kıvılcımları çakıyor. Broşürler “Daha fazla mutluluk!” vaat ediyor. “Direksiyonu mutluluğa kırmanın yolları” başlığı atan gazeteler çok geçmeden hayretle şunu soruyor: “Neden daha mutlu değiliz?” ... Peki ama ya mutluluğun kendisi ödev haline geldiyse?”
Modern kültürde ödevleştirilen her mutluluk çağrısı esasında kendisine davet ettiği şeyin engelidir. Mutluluk bugün bir endüstridir ve popüler kültürün emrivakisidir. Sorunsuz ve sonsuz yaşam talebine koşutlanan böylesi bir mutluluk dolaylı baskı objesidir. Yine de günümüzde mutluluk, dayatıldığı kişide herhangi bir itiraz veya rahatsızlık izlenimi sezdirmeyen kayıtsız bir olumlulukla ilişkilendirilerek paketleniyor. Bu kültürde çelişkiler açık bir çatışmaya ve hesaplaşmaya dönüşmeden; sadece kişinin ruhunda tanımsız bir sancı veya yabancı bir melankoli olarak yaşanıp gidiyor. Belki de bu nedenle her geçen gün mutluluğun imkânsız özlemiyle sayısız aktiviteye saplanmış devasa bir “mutsuzlar kitlesi” büyüyor.
Öte yandan her fırsatta kendisinden kaçılan mutsuzluk da en fazla kesintisiz mutluluğu arayanlar arasında yayılıyor. Diğer bir deyişle sorunlardan muaf tutulmaya çalışılan bu steril hayat bağışıklığını yitiriyor ve kendi başına sorun haline geliyor. Çünkü pazar söyleminin tüketim eksenli mutluluk arayışı, yaşamı mutsuzluktan kaçılan an’lara indirgiyor ve bu anları yaşamın her alanına aktarıyor. Mutluluk arayışı ile mutsuzluk böylece birbirini devamlı yeniden üretiyor. Bu yüzden kapitalizmin gölgesinde mutluluk, sürekli beslenmesi gereken ve fakat tatmin noktası olmayan kör bir yönelişin ötesine geçemiyor.
Mutluluk “daha iyi”yi karşılayan bir içerik veya vasıftan ziyade, ‘daha fazla’ya karşılık gelen bir nicelik ve görüntü diktatörlüğüdür. Böyle olduğu için modern insan, mutluluğun namına onun yalnızca görünümlerini tüketiyor; eşyalara ve aktivitelere aşkın manalar yüklüyor. Mutluluk kendisini imkânsız yapan kutsal bir davete dönüşüyor. Örneğin bir ibadetin insana verebileceği sahici mutluluk yerine -yoksa buna saadet veya huzur mu dem eli-; mutluluğun kendisine ibadet-vari ulvilik atfediyor.
Oysa görünüm, zenginlik, itibar ve haz göstergeleriyle çağdaş mutluluk anlatısı dünyevi ve maddecidir. O tümüyle dış dünyaya, varlığın bedenine, düşüncenin yüzeyine ve deneyimlerin vitrinine dönüktür.
Mutluluk modern bireyin çoğu kez başkalarından alıkoyduklarının ya da başkalarını mahrum bıraktıklarının atığıdır. “Başka insanları” hem mutluluğun ilham kaynağı hem de bariyeri olarak görmeye götürür. Mutluluk, bireyin başkaları üzerinden kendinde aradığı kayıp nesnedir. Bu nedenle modernlerin mutluluğa veya mutsuzluğa dair algılayışları devamlı olarak model alma veya haset etme duygularından beslenir. Yani mutlu olmak, kişinin kendi saf isteğine koşut değildir; sistemli bir mekanizmanın verili stratejisidir. Sentetik biçimde arzu ettirilendir. Mutluluk bu yüzden kişinin sahip olduğu değil; kişiye sahip olandır: o sürekli korunması gereken kaygan bir emanettir.
Bir zamanlar içsel bir emir olan iyi olma haline karşılık gelen mutluluk bugün kırılgan ve uçucu bir duyguyu ifade eder. Çağcıl mutluluğun en zayıf tarafı yerleşik olmayıp; yalnızca birer parıltı olarak belirip kaybolmasındadır. Bu nedenle mutluluğa adanmış bir yaşam daima muğlaktır. Mutluluğun ontolojik kaygıyla, önüne çıkan her ana biteviye tutunma çabası bundandır. Ne var ki tekdüzelikleri aşmayı tavsiye ve vaat eden mutluluğun kendisi tekdüzedir.
Mutluluk öyle ya da böyle bir eyleme koşuttur. Kendisini var edecek ya da canlandıracak bir öncül girişime tabidir. Buna istinaden mutluluk, insan olma idealinin odağı yapıldığı oranda kişiyi yaşama gayesinden yoksun bir bilinmezliğe iter. Mutluluk, meşruiyetini biraz da bu ikircikli belirsizliklerden alır.
Belirsizliklerden kaçma umudu ise daima belli bir uzaklıktaymış gibi görünen mutluluk hayalinin en önemli bileşenidir: ona ne kadar yakınlaşılırsa o kadar uzaklaşılır. Modern kültürde mutluluk, bir tür vasıl olma değil; kaçışta olma sorunsalıdır. Bu kaçış, tatminin peşinde koşup; onun sonuç ve sorumluluklarından muaf kalma hayalini içerir. Yani sadece mutlu ol yeter!
Oysa mutluluğu amaçsallaştıran hemen her teşebbüs, mutluluğun katastrofik yansımalarıyla doludur. Tüketimci mutluluk, tefekkürün olmadığı yerde(n) yükselir ve tatminsizlik olarak geri döner. O kanaatin askıya alınışıdır. Bir pazar metaıdır; ancak “düşüncesizce” satılıp alınabilir. Öte yandan elde edildiği an kaybolduğu için, başka bir duyguya eklemlenemez ve sonunda kendisini de sindirecek olan maddeci tavırdan soyutlanamaz. Mutluluk, bulaştığı yerde dağıtıcı olduğu için ne kendisini tam olarak biriktirebilir ne de kişiyi belli bir anlam potasında eritebilir.
Mutluluk, yokluğun ve yoksunluğun giderilmesinden ziyade; varlığın ve varsıllığın sonsuzluğu inancına yaslanır. O, bolluğun yoksunluk duygusu içinde duyumsandığı bu çağın müphemliklerini temsil eder. Gerçekten de mutlu olmak adına insanın istediği şey tam olarak nedir? Ne olursa eksik parçalar tamamlanmış olur? Ya da mutluluğu mutlaklaştıracak o yitik, o boşluk neresidir? Tüm bu sorular hiçbir zaman kesin bir sonuca ulaşmaz. Mutluluğun tekinsizliğinin bir nedeni de onun kendisini meşru ve mukim yapan böylesi bir şeffaflık, netlik ve tutarlılıktan mahrum olmasıdır.
Mutluluğun tekinsizliğini kavramanın belki de tek yolu mutluluğu vaat eden tüm çağrıların göz ardı edilmesidir. Hayal kırıklıklarının sınırına dayanıp hüsranla yüzleşmektir. Hüznü sevmektir. Acıyı varlığın sınır uçlarını kavratan ve genişleten bir şey bilmektir. Dünyadaki diğer mutsuzları görünür yapan şeyin kişinin kendi mutsuzlukları olduğunu idrak etmektir. Yaşamında hiç düşmemiş, hiç kederlenmemiş birinin mutluluğu ne de ürkütücüdür!
Bu minvalde 2014 yapımı “Hector’un Mutluluk Arayışı” adlı filmin sonunda profesör biraz da öneri kabilinden şöyle der: “Kişisel mutluluğumuza odaklandıkça, ondan daha fazla uzaklaşıyoruz… Mutluluğu bir yan ürün, yan etki şeklinde hissediyoruz. Yok, hayır! Mutluluk yolunda olmakla bu kadar ilgilenmemeliyiz, ama bir yolda olmanın mutluluğuyla ilgilenmeliyiz”.
Gerçekten mutluluk aranmadığı oranda bulunabilen bir duygudur. Çünkü aranan bir mutluluk açıkça bir kaygı ve hırs kaynağıdır. Her sahici duyguda olduğu gibi, şayet iyi mutluluk formu varsa, sahici mutluluk da aranmayan, kişinin kendi yazgısına beklenmedik anda çarpan mutluluktur. Bu da yarım, eksik veya arızalı şeyleriyle beraber yaşamı bir bütün olarak kabul etmeyi gerektirir. Kendi antitezlerinden soyunmuş bir mutluluk sürdürülebilir olamaz. Bu sebeple acıları bastıran terapiler ve tedavilere veya yine acıyı görmezden gelen telkinlere kapılmadan, mutluluk -yani eğer ille de aranacaksa- olumsuzluklarla mücadele ederken onu yadırgamayan bir bakışla aranmalıdır. Mutluluk istencin hedefi veya duyguların hedefi değil; yaşamın umulmadık çıktısı ve karşılıksız hediyesi olmalıdır.