Müslüman ölümü göze alan adamdır
Adın Muhammed olursa ölürsün bu dünyada. Fatmaysan seni senden zorla çalarlar ve dünyayı dar ederler sana. “Allah affetsin ben namaz filan kılmıyorum ama şu minare var ya şu minare orada hep dursun” diyorsan önce minareni yıkarlar senin, sonra yüzlerce yıllık yaşanmışlığın kokusu sinmiş toprağından ederler seni.
Bir coğrafyayı seçelim kendimize, mesela Balkanlar’a gidelim.
1980’lerin ikinci yarısından başlayarak 1990’lar boyunca Müslümanlar takriben 150 yıldan beri yaşayageldikleri sıkıntıların en çetinini yaşadı.
Bulgaristan’da yaşayan Türkler adlarını değiştirmek istemedikleri için, Bosna Hersek genelindeki Boşnaklar diğer tüm halklara birlikte yaşamayı önerdikleri için, Kosova’daki Arnavutlar kendilerini boyunduruğu altına almak isteyen Sırplara ‘yok öyle yağma’ dedikleri için zulme uğradılar. Sonuç: milyonlarca mülteci, yüzbinlerce ölüm, onbinlerce tecavüz vak’ası, binlerce kayıp çocuk...
O deli soruyu soralım şimdi, Müslümanlar olarak biz niye vurulduk dostum, niye öldük ki biz?
Adın Muhammed olursa ölürsün bu dünyada. Fatmaysan seni senden zorla çalarlar ve dünyayı dar ederler sana. “Allah affetsin ben namaz filan kılmıyorum ama şu minare var ya şu minare orada hep dursun” diyorsan önce minareni yıkarlar senin, sonra yeryüzündeki bir minarenin gölgesine sığınmak için yüzlerce yıllık yaşanmışlığın kokusu sinmiş toprağından ederler seni. Senin adına, senin yanından yörenden, senin verdiğin güçle öne çıkanların için her türlü darağacı ezelden kuruludur zaten. Bunları gördük biz, şahidiz hepsine.
Eh elbette 1990’lı yıllar geride kaldı. Bundan sonrasında bu ve benzeri şeyler yaşanmaz artık Balkanlar’da diye düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Bana kalırsa biz hep yanılacağız. Çünkü bizim Müslüman zihnimiz hiçbir zaman gâvur aklı gibi işlemez.
Mesela Bosna’da Dayton sonrası tablonun pek de iç açıcı olmadığı bir gerçek. Sırplar bir yandan Hırvatlar diğer yandan, bağımsızlık ilan edip “anavatanlarına” katılmak istediklerinde Boşnaklar itiraz edeceklerdir ve kıyamet kopacaktır.
Tuhaf zamanlardayız. Anlamlandıramadığımız şeyler oluyor. Uzunca bir süredir tarih sahnesinden çekilmiş olmamıza rağmen tarih biz olmaksızın yapılamıyor. Olan biteni anlatmayı kendisine görev edinmiş kişi ve kurumların söylevlerinden İslam’ı çekip aldığınızda geriye pek fazla bir şey de kalmıyor doğrusu. Ne Avrupa’yı, Ne Afrika’yı, ne Ortadoğu’yu, ne Kafkasları, ne Balkanları İslam olmaksızın izah edemiyor hiç kimse.
Farkında olmasak da, adaletsizliğe, faiz dolayısıyla yüzyılların birikimi haline gelmiş sanal ekonomi/finans dünyasına, bir arada yaşayamayan toplumlara, önce ötekileştirip sonra ötekileştirdiği ile kavgaya tutuşan sosyolojik katmanlara, tıkanan devlet anlayışlarına, yersizliğe, güvensizliğe, paylaşılamayanların dağıtımına ilişkin olarak kuvveden fiile önerisi olan biziz. Çünkü İslam’a inanıyor olmak bir başka dünyanın mümkün olduğuna inanmak demektir. Hal böyle iken, ne tuhaftır ki, Müslümanların içerisinde bulundukları mevcut durumdan hemen her Müslüman şikâyet etmektedir.
Kahramanımız Aliya’nın “İslam iyi güzel de Müslümanlar İslam’ın neresinde?”, Muhammed Kutub’un “Biz Müslüman mıyız?” sorularını sormasına sebep teşkil eden vaziyetin farkındayız. Yusuf İslam’a atfen söylenen “İslam’dan evvel Müslümanları tanımış olsaydım korkarım Müslüman olmazdım” cümlesini söylemeyenimiz kalmadı gibi. Meselenin vardığı noktaya bir örnek olsun için söylüyorum; garip olabilir ama nevzuhur durumu “Allahsız Müslümanlık” kavramı ile izah etmek zorunda kalmıştı rahmetli Ömer Lütfü Mete.
Niye veriyorum bu örnekleri? Şunun için; Ortada inanılması güç bir paradoks var. Bir yandan (teori) mensubu olduğumuz dinin imkânlarını anlatıp duruyoruz diğer yandan (pratik) döküldükçe dökülüyoruz. Halimiz ortadayken üzerimize çullanıyor olmalarını ne ile izah edeceğiz peki? Öyle ya, neden;
- Müslüman Müslümana kırdırma projelerini teker teker devreye alıyorlar?
- İslam’ı terörle özdeşleştiriyorlar?
- Neden Müslümanların nasıl bir İslam’a sahip olmaları gerektiği konusunda, yeryüzünde nerede bir Müslüman varsa orada ılımlı, yumuşakça, omurgasız hocaefendileri örgütlüyorlar?
Bana kalırsa bunun bir tek cevabı var; İslam, kendi insan olarak kalabilmenin derdine düşenler için bir potansiyeldir, imkândır, korunaklı bir limandır. İnsanlık İslam’la bir kez daha sefere çıkacak olursa zafer kaçınılmaz olacaktır çünkü. Bunu iyi biliyorlar.
İslam’ı terörle özdeşleştirerek gayrimüslimler nezdinde İslam’ın bir seçenek olarak görülmesinin önüne geçilmek isteniyor. Bu yüzden Müslümanların birbirini kırmaları için tezgâhlar kuruluyor ve Müslümanlar bütün dünya nezdinde olduğu kadar birbirleri nezdinde de itibarsızlaştırılıyor.
Bir şey daha yapıyorlar; İçinde bulunduğumuz çağa bir söz söyleme potansiyeline sahip tek unsur olan Müslümanlar söyleyecekleri sözü arıyorlarken biz onların söyleyecekleri sözü belirleyelim ve biz ne istiyorsak onu söylemiş olsunlar kafasıyla yine İslam’ın doğal mecrasının dışında “paralel”, “ılımlı”, “iş gördürülebilir” yapıları destekliyorlar. Ve o meşhur kabak her halükarda Müslümanların başına patlıyor.
Biz Müslümanlar, yaşadığımız çağa bir söz söylememiz gerektiğinin farkındayız. Bunun arayışındayız. Bu yüzdendir saçmalamalarımız, git-gellerimiz, üzerimizde bazı şeylerin sakil duruşu, aldanışlarımız, hayal kırıklıklarımız, ikide bir aynı duvara toslamalarımız…
Bu tabloya dışarıdan bakanların gördükleri şey kaostan başka bir şey olmayabilir. Oysa biz ritmimizi arıyoruz, ritmimizi arıyoruz ki söyleyeceğimiz söze erebilelim. Dünyanın her yerinde adımızdan sebep öldürülüyor oluşumuzun başkaca bir sebebi yok kanaatimce. Bilmedikleri bir şey var ama; ölüm bizim rutinimizdir! Ennihayetinde ölmek için geldik dünyaya. Aramaya devam öyleyse…