Muhammed İkbal Şarihi, Annemarie Schimmel

ASIM ÖZ
Abone Ol

Annemarie Schimmel, Ankara’da Cavidname tercümesinden heyecanla bahseder; bu kitap adeta onun İkbal ile yolculuğunun en kıymetli ve en özel parçasıdır. İkbal’in 1931 tarihli bir mektubundaki “Bu kitabın mütercimi Avrupa’da şöhret kazanacaktır” ifadesi yıllar sonra gerçekleşir.

Yirminci yüzyılın en önemli tasavvuf araştırmacılarından olan Annemarie Schimmel hem tasavvufi akımlara hem de mutasavvıflara kendi anlayışı ve tecrübeleri çerçevesinde getirdiği yaklaşımlarıyla özgün bir konuma sahiptir. Bu kendine özgü düşünsel çizgisi içinde, gerek şiire ve düşünceye gerekse birincil kaynaklara dayanan tasavvufi tahlilleriyle büyük yankı uyandırmıştır. Annemarie Schimmel, eserleri boyunca, insanın boyutlarını şiirin ve felsefenin imkânlarıyla kavramanın yollarını aradı. Bu çerçevede Muhammed İkbal’in eserlerinin en kapsamlı ve parlak yorumcularındandır. Onun “ateşli ve hasretli” yolcu nitelemesini fazlasıyla hak eden İkbal’e karşı özel ilgisi tâ öğrencilik yıllarına kadar uzanan bir duyarlılığa sahip olmaktan gelen bir canlılığı yansıtır. Bu yüzden onu ilk okuduğu günden vefatına kadar unutmaz. Şiir sevgisiyle, düşünce dünyasını odak alarak yazmış olmasından ötürü, en derin ve karmaşık konuları ele alışında bile kendine özgü bir hayatiyet söz konusudur.

Schimmel, İkbal hayranlığını, coşkusunu, heyecanını ve tutkusunu belirli dönemlerle sınırlamış değildir. İngiliz şarkiyatçı R.A. Nicholson’un Islamica adlı dergide, İkbal’in Peyam-ı Maşrık (Doğudan Haber) adlı kitabını Batılı okuryazarlara tanıttığı makalesini Berlin’de İkinci Dünya Savaşı yıllarında okur. Nicholson, İkbal’in çok tartışılan Esrar-ı Hudi (Benliğin Sırları) adlı eserini tercüme ve şerh ettiğinde, burada bir Müslüman’ın Goethe’nin Doğu-Batı Divanı’na verdiği ilk ve tek şairane cevabı tanıtır. Bu incelemeden etkilenen Schimmel, bir gün İkbal hakkında daha fazla bilgi edinmeyi ve onunla ilgili çalışmalar yapmayı hayal etmeye başlar. Böylece 1947 başlarında “Alman Edebiyatında Şark” konusunda verdiği ilk konferanslarını Batılı Divan’a Doğu’nun verdiği cevaba atıfta bulunarak bitirir. Hemen akabinde Pakistan bağımsız bir devlet olarak dünya siyasi haritasında göründüğünde, bu ülkenin güzel gazetesi Pakistan Quarterly için bir makale yazması istenir. Makalesine karşılık da, Muhammed İkbal hakkında kaleme alınan kitapları rica eder. Son kertede “öğrenmek” denilen şey budur!

BÜYÜK BIR RUHLA KARŞILAŞMA

Schimmel’in, Nietzsche okulundan gelme bir filozof dediği Rudolf Pannwitz’le mektuplaşmaları bu sayede artar, zira o, İkbal’i Avrupalı düşünürlerden çok daha vasıflı bir “Nietzsche müfessiri” kabul etmektedir. Schimmel, 1930’da İngilizceden Almancaya İkbal’in şiirlerini kazandıran Hans Meinke ile tanıştıktan sonra İkbal’i daha yakından tanımaya başlar. Bunun neticesinde Meinke kendisine İkbal’in Peyam-ı Maşrık ve dini yaklaşımlarını içeren Cavidname (Ebediyet Kitabı) kitaplarını hediye eder ve bu iki kitap onun her daim genişleyen İkbal kütüphanesinin temel eserleri haline gelir. Schimmel, Muhammed İkbal’in Peyam-ı Maşrık adlı eserinde Goethe ile Mevlana arasındaki semavi konuşmada ikisinin en derin fikirlerinin aynı; sonsuz, hayat veren aşk olduğunu gayet şairane bir şekilde belirttiği kanaatindedir. Sâmiha Ayverdi, Âbide Şahsiyetler kitabında Schimmel’in İkbal’i Goethe ile karşılaştırmasını hatırlatır. Keza Schimmel, Goethe’yi sanatı bakımından İkbal’den daha başarılı bulur. Zaten onun nazarında Peyam-ı Maşrık, Doğu- Batı Divanı’na yazılmış bir naziredir.

Schimmel'in nazarında Peyam-ı Maşrık, Doğu- Batı Divanı’na yazılmış bir naziredir.

CAVİDNAME TERCÜMESİ

Annemarie Schimmel, 1950’lerin başından itibaren Alman felsefesinin derin etkisinde olan Muhammed İkbal’in şiir ve düşünce dünyasıyla yoğun bir şekilde ilgilenir. Bu yıllarda Ankara İlahiyat Fakültesindeki görevi gereği annesi ile birlikte Ankara’ya yerleşir. Şiir ve düşünce sohbetlerinin eksik olmadığı evleri sabahtan akşama kadar misafirlerle dolup taşar. Onun 1950’li yıllarda Hasan Âli Yücel ve genç şairler başta olmak üzere pek çok yazar ve hocayla tanıştığını hatırlamak da gerekir. Gençlik çağından itibaren Mevlana ve İkbal’in şiir ve tasavvuf anlayışlarını benimseyen Schimmel için oldukça verimli geçen bu sohbetler aynı zamanda onun klasik edebiyat birikiminin fark edilmesini de beraberinde getirir. Schimmel, şiir ve düşünce koordinatının ayrılmaz parçası İkbal’in Cavidname kitabını 1955’te şiir şeklinde Almancaya tercüme etmeye başlar. Annesinin de beğendiği bu derinlikli kitap için, “hakikaten güzel, derin mistik fikirler var içinde” der. Meinke’nin kendisine hediye ettiği Cavidname’nin etkisinden kurtulamayan Schimmel, Sâmiha Ayverdi’ye gönderdiği tarihsiz bir mektubunda tercümenin akıbeti hakkında şu mühim haberi verecektir:

“Muhammed İkbal’in Cavidname tercümesini bitirmekteyim. O da hayli yorucu bir iş ama güzel ve faydalı. İnşallah Almanya’da muvaffak olacak.”

Annemarie Schimmel’in bu süreçte yazdığı okurda tiryakilik yaratan bazı mektuplarında Cavidname’den izler bulmak mümkün; sözgelimi Sâmiha Ayverdi’nin sabırdan bahsetmesine cevaben Şark’ın yıkımında sabrın abartılı bir şekilde ön plana çıkarılmasının etkisine temas ettiği satırlar İslâm âleminin çöküşünü İkbal’in bakış açısının tesiri altında okuduğunu düşündürür. Zira İkbal, insanı her zaman bir faaliyete çağırır ve İslâm’da her şeye şamil bir birlik düsturunun varlığını vurgular. Ayverdi ise mektubunda Şark’ın çöküşünün çok su kaldırır bir mesele dahası işin içine çeşitli faktörler karıştığı için bir mektup münderecatında ele alınamayacak bir dava olduğunu hatırlatır. Açıktır ki, bizim kendi çağdaşlarımızın birçoğunda da görebildiğimiz bir yaklaşımdır bunlar. Şunu demeye getiriyorum: Sabrın yanlış anlaşılmasına duyulan kızgınlık, karşıtlık düzlemindeki dostları karşıt kamplara yerleştirmez. Bu yüzden iki ismin farklılıklarına bakarken ihtiyatlı olmak gerekir; aradan geçen zamanlar mutasavvıfların sabır telakkisinin muhafazakâr boyutlar taşıdığı kadar radikal olabildiğini de göstermiştir. Ayverdi, tartışmanın Şark ve Garp terimleri üzerinden yol alırken sabır telakisinin yanlışlığının ötesinde bir dizi hususa işaret etmeyi arzular. Gelgelelim mektup türünün meseleyi uzun uzadıya ele almak için elverişli olmadığını düşündüğünden bunu yapamadığını söylemek mümkün. Sebebi her ne olursa olsun, mektuplaşmalarından evrensel bir insanlık ilkesine de ulaşabiliriz, dostların her konuda, hassasiyette mutabakata varması, aynı duygusal süreci yaşaması mümkün değildir, beklenemez de zaten.

Muhammed İkbal’in kitabının tercüme sürecinin en önemli dönemeçlerinin belli ölçüde yansıdığı yazışmalarda dikkat çeken hususlardan biri de şudur: Sâmiha Ayverdi, Muhammed İkbal hakkında hiçbir şey yazmaz. Muhtemelen o bu konuda Annemarie Schimmel’in kanaatlerini paylaşır. İkbal’in Mevlana refakatinde kendi miracını terennüm ettiği Cavidname aslında düşünürün din felsefesinin kavranabilmesi için bir giriş mahiyetindedir. Schimmel tercümeyi bitirdikten sonra Hermann Hesse’in Cavidname’nin Almanca tercümesi için 1957’de kaleme aldığı kısa önsözde de bunu görürüz. Hesse, İkbal’in Hint dünyası, İslâm âlemi ve Batı düşüncesini ruhun üç esası kabul eder ve onun meselelere vukufiyetinin altını çizdikten sonra şöyle devam eder:

“İkbal Kur’an terbiyesi almış, İran-Arap tasavvufu ve Vedanta eğitimi görmüş Hint menşeli bir Müslüman’dır; fakat batı felsefesinin problemlerinden de pek etkilenmiştir; Bergson ve Nietzsche’ye vakıf olarak bizi, fikrinin devamlı yükselen helezonlarında kendi kâinatının eyaletlerinde gezdirir. O bir mistik değildir artık, lakin Rûmî onu arındırmıştır. Ne Hegelci’dir ne Bergson’cu; ancak yine de spekülatif bir filozof olarak kalmıştır. Bununla birlikte gücünü dinden ve inançtan almaktadır. İkbal kendini Allah’a adamış bir dindardır; lakin onun imanı çocuksu bir iman değildir.”

Bu satırlar İkbal’in ne kadar canlı olduğunu ama aynı zamanda onun edebi, felsefi, dini ve siyasi görüşlere göre farklı yorumlanabildiğini gösterir. Ne var ki bu etkileşimlere karşın Almanlar, Muhammed İkbal’le ve düşünceleriyle pek ilgilenmez. Muhtemelen bu tercihin altında İkbal’in fikirlerinden doğan Pakistanlıların Almanya’ya göç etmeleri, Batının İslâm dünyasına ilişkin olumsuz bakışı yahut şair-filozofun yabancı görülen ama aynı zamanda “tehlikeli” sanılan fikirleri yatar. Schimmel, bir şarkiyatçı grubu veya herhangi bir sebepten dolayı Pakistan’la ilişkisi olanlar hariç Almanya’da hemen hemen kimsenin Muhammed İkbal’i tanımayışından duyduğu üzüntüyü dile getirir. Bu ilgisiz boşluğu hatırlatmak için yazdıkları pek manidardır:

“Altmışlı yılların başında Pakistan hokey takımı Frankfurt’a geldiğinde önce Goethe’nin evini ziyaret etmişti; zira onlar, Goethe’nin anlamını biliyorlardı; çünkü Goethe, pek yücelttikleri millî şairleri Muhammed İkbal’in ilham kaynağı olmuştu.

Acaba, Lahor’a giden bir Alman futbol takımı da aynı şekilde, kendi isteğiyle ilk iş olarak İkbal’in mezarını ziyaret eder miydi?”

Bu kitap adeta onun İkbal ile yolculuğunun en kıymetli ve en özel parçasıdır.

İKBAL DI MALANGNI

Tasavvuf vesilesiyle çeşitli kitaplara seyahatini sürdüren Schimmel, İkbal hakkındaki okumalarını derinleştirir ve bir dizi konferans verir. Tercüme ettiği güzel ve derin Cavidname’den Ankara’da heyecanla bahseder; bu kitap adeta onun İkbal ile yolculuğunun en kıymetli ve en özel parçasıdır. İkbal’in 1931 tarihli bir mektubundaki “Bu kitabın mütercimi Avrupa’da şöhret kazanacaktır” ifadesi yıllar sonra gerçekleşir. Bunun üzerine Türkiye’deki tanıdıkları özellikle de Hasan Âli Yücel, kendisinden Cavidname’yi Türkçe’ye de tercüme etmesi için ısrar eder. Gelgelelim son tahlilde Schimmel, kitabın çok katmanlı yapısından ötürü tarih ve ilahiyat birikimine sahip olmayan sıradan okurlar için oldukça zor bir metin olduğunu düşündüğünden bunun yerine eserin şerhini yapmak şartıyla teklifi kabul eder. Fakat dönemin Ankara’sında İkbal’in eserleri bulunmadığı için Schimmel, İkbal’in yazılarından alıntı yapacağı kısımlar için Türk siyasetinde her zaman çeşitli tartışmaların odağında yer alan CHP’li Kasım Gülek’in zengin kütüphanesinden yararlanır. Zaman zaman Hasan Âli Yücel’in evine gidip gelen Schimmel, bu ziyaretlerinden birinde Anadolu köylerinin sefaletini anlatan Bizim Köy romanının yazarı Mahmut Makal’la da karşılaşır. Tüm bunların ayrıntılarını Doğudan Batıya adıyla yayımlanan otobiyografisinde görmek mümkün… Tabiri caizse Schimmel mektupları ve otobiyografisi ile tercüme mutfağını, kullandığı malzemesini, alet ve edevatını, iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla olup biteni gösterir. Cavidname’yi daha önce okumuş birçok okuyucunun, bahsettiğim kitapları okuduktan sonra şerhi heyecan ve merakla yeniden okuduğuna şahidim.

Elbette bizi daha çok ilgilendiren Mevlânâ’yı tebcilen güzel şiirler yazan dahası Cavidname gibi önemli bir eserin yayınlanmasına ön ayak olan Hasan Âli Yücel’in, bununla yetinmeyip kitabın tashih sürecine bizzat dâhil olmasıdır:

“Bu İkbal’in tashihleri beni de bir hayli üzüyorlar. Bilhassa Hasan Âli Bey’in yaptığı rötuşlar. Allah Allah, bunu bir sene evvel de yapabilirdi!”

Annemarie Schimmel, yalnızca dünya edebiyatında bitmez tükenmez bir fikir hazinesi kabul ettiği Cavidname’nin ufuk açıcı bir şarihi değil aynı zamanda şerhine yazdığı kapsamlı önsözüyle Muhammed İkbal’in fikri, felsefi ve siyasi yönlerine ışık tutan bir düşünce tarihçisidir. Kurucu nitelemesini hak eden bu metni sonraki yıllarda daha geniş kaynaklara müracaat edilerek kaleme alınan İkbal konulu yazılarla karşılaştırmak yararlı olabilir. Gelgelelim o, İkbal’in ne halifelik hareketine ne de sivil direnişe katılmadığının altını çizer. Hatta İkbal, birçok Hintli Müslüman’ın İngilizler tarafından verilen pâye ve makamları Gandi’nin tesiri altında reddettiği bir zamanda, İngiliz krallığı tarafından kendisine verilen “Sir” pâyesini kabul etmiştir. Zaten teferruatıyla tetkik edilmesi gereken bu meseleyi İsmet Özel dışında nerdeyse hiç kimse önemsemez. Schimmel’in şerhinin sonunda İkbal hakkında yapılan çalışmalardan seçilen kapsamlı sayılabilecek bir liste bulunur.

Cevval Schimmel’in Cavidname şerhi İkbal hakkında konferanslar vermek için iki defa Pakistan’a davet edildiği 1958’de yayımlanır. Pakistan seyahatlerinde İkbal’in oğlu Cavid, kızı Münire, seyahatlerinde kendisine refakat eden Atiye Begüm ve birçok arkadaşı kendisine yardımcı olur.

Annemarie Schimmel’in Türkiye’den 1959’da ayrıldıktan sonra Muhammed İkbal’le ilgili yaptıklarına ana hatlarıyla işaret etmemiz gerekiyor. Bu bağlamda, birkaç gelişmeye dikkat çekmek yararlı olabilir. Schimmel 1961’de Bonn Üniversitesi İslâmî İlimler Bölümünde çalışmaya başlar. Bu görevi esnasında Doğu ve Batı arasındaki kültürel ilişkileri vurgulayan, sanat değeri bakımından seviyeli bir neşriyat kabul edilen Arapça Fikrun ve Fenn (Fikir ve Sanat) adıyla yayımlanan dergide İkbal’in eserlerine giriş için oldukça önemli metinler yayımlar. Öteden beri tasavvuf şiir ve edebiyatının kültürler arası etkileşimde yüklendiği işlevin farkında olan Schimmel için Pakistan 1960’lardan sonra artık kapı komşusu mesabesindedir. 1970’lerin ortalarından itibaren Muhammed İkbal hakkında İngiltere, Kanada, Amerika, Afganistan, Pakistan ve Hindistan’da birçok kongre ve konferansa iştirak eder. İkbal’e dair ilgisi ve çalışmalarından dolayı, Pakistan’ın başkenti Lahor’un büyük caddesine “Hıyabanı Annemarie Schimmel” adı verilmiştir. Zaten Pencaplı bir arkadaşının gülerek dediği gibi İkbal di malangni yani “İkbal işlerinde derviş” bir kişi için bu tür inceliklerin yapılmaması düşünülemezdi.