Modern insana modern ritüel yaraşır
Medya ya da başka bir kanalla göz önüne getirilen, görünür kılınıp arzulanan bir perspektifle sunulan şöhretler, modern çağın şeyhleri konumundadırlar. Magazin siteleri ve sosyal medya bu şöhretlerin her anını; evliliğini, doğan çocuklarını, boşanmalarını, işledikleri hayırları bir evliyanın kerametini anlatır gibi paylaşarak ve ısrarla haberleştirerek halk üzerinde güçlü bir imaj oluşturuyorlar.
Günümüz toplumu, dine ait olanın geri plana atılmasıyla inşa edilmiş bir toplumdur. Bu toplumda dinî ritüeller bir anlamda gözden düşmüş ve zamanla reddedilmesi elzem bir kalıntı hâline gelmiştir ve bu kalıntılar, modernleşme artığı gibi değerlendirilmeye başlanmıştır. Bir yönüyle de sosyal etkinlik niteliği taşıyan bir çok ritüel, hurafe damgası vurularak sosyal yaşamdan dışlanmıştır. Bu örgütlü dinî toplumun gerileyişi, daha gelişigüzel olanın yani gündelik uğraşların metalaşmasına zemin hazırlayan bir detay olarak karşımıza çıkıyor. İnsan teki, geçmiş dönemlerde ömrünü bir bütün olarak yaşıyorken; bugün artık her şeyin parçalanmasıyla, gününü de belli bölümlere ayırarak yaşıyor. Günler, belirli zaman aralıklarıyla nesnel değerlere göre bölünüyor ve bir gün içerisinde “değerli bölümler” oluşturuluyor. Oluşturulan bu değerli bölümlere de kendilerine has bir ritüel icat ediliyor. Modern insan, bu “icat edilmiş” kutsalın çeşmesinden kanasıya içip susuzluğunu bir türlü gideremeyen bir göçer gibi savrulup duruyor. Evet, bu kurgulanan hayatta Friedrich Nietzsche’nin o büyük deyimiyle tanrı ölmüştür; ancak bireylerin değil toplumun tanrısı ölmüştür.
Tanrı öldü yaşasın yeni tanrılar
Nietzsche’nin bahsini ettiğimiz “Ve tanrı öldü.” çıkışı beni her zaman hayrete düşüren bir cesaret örneği olmuştur. Tanrı hiç var olmamıştır, demeyip onun öldüğünü söylemesi tam olarak dikkat çekmek istediğim yer. Yukarda iddia ettiğimiz “dinî olanın toplumdan uzaklaştırılması” tespitini de destekliyor aslında bu söylem. Nasıl ki insan vücudu, büyük oranda sudan oluşuyorsa yaşamı da o oranda tanrıdan oluşmaktadır. İnsan, hayatının her aşamasında doğumdan ölüme kadar tanrı buyruğu, tanrı sözü, tanrı şükrü ile yaşayan bir varlıktır. Nietzsche’nin böyle bir ölümü kabullenmesi bu sebepten büyük bir cesarettir. Sonuçta hayli alan kaplayan bir fenomenin (bu yazıda çarpılmazsak iyi) yok oluşu yüzeysel sonuçlar doğuracak değildir. Bu yok oluş, tanrıdan (gökten) başlayıp bireye (yeryüzüne) kadar bütün dikey varlıkların da ölümünü sağlayacak bir sürecin miladı olmuştur.
Tanrıya ait olan (yer onun, gök onun) bireyin tanrıya rabıtasına sebep olan ve tanrının varlığı dışında açıklanması mümkün olmayan bütün varlık ve kavramların da yok olmasıyla sonuçlanan bir süreçtir bahsettiğimiz. Tanrıyı öldüren, dahası tanrının ölümüne rıza gösteren bir zihin ona dair ne varsa her birine sırt çevirmek zorunda kalmıştır. Toplumsal düzenin içerisinde kendine yer bulabilmiş tekke, türbe, zaviye, dergâh gibi kurumlarda; velilik, şeyhlik, pirlik, gibi makamlar bu sırt çevirmeden nasibini almıştır. Geçmişe döndüğümüzde insan hayatına birçok alanda müdahalesi olan, toplumun hamurunu oluşturan ve kişiyi doğrudan doğruya tanrıya götüren bir mevkide olan bu tanınmış/değerli kişi/kurumların reddi modern insan için ruhsal ve sosyal bakımdan bir kara delik hâline gelmiştir. Tanrıyı merkeze koyan insanın hayatı, dinî motiflerle ve inancına ait ritüellerle doludur. Bu ritüeller, modern ve post-modern anlayış bağlamında günümüze seküler değerlerle mübadele edilerek gelmiştir.
Modern insan, bu “icat edilmiş” kutsalın çeşmesinden kanasıya içip susuzluğunu bir türlü gideremeyen bir göçer gibi savrulup duruyor.
Yukarıda değindiğimiz manevi/ metafizik otorite reddedilmiş, onun yerine maddi/seküler bir otorite yerleştirilmiştir. Sinema sanatçıları, siyasetçiler, sporcular, şarkıcılar, sivil aktivistler, insani yardım kuruluşları, sivil toplum örgütlenmeleri ilâ âhir. Medya ya da başka bir kanalla göz önüne getirilen, görünür kılınıp arzulanan bir perspektifle sunulan şöhretler, modern çağın şeyhleri konumundadırlar. Magazin siteleri ve sosyal medya bu şöhretlerin her anını; evliliğini, doğan çocuklarını, boşanmalarını, işledikleri hayırları bir evliyanın kerametini anlatır gibi paylaşarak ve ısrarla haberleştirerek halk üzerinde güçlü bir imaj oluşturuyorlar. Dine ait olanın reddedilip orda oluşan boşluğa seküler hurafelerin doldurulmasına dair daha birçok örnek sıralanabilir.
Bir futbolcunun hayranına verdiği terli formasının yıkanmadan saklanması, şöhretlerin öldükten sonra gayet sıradan eşyalarının “sakal-ı şerif” gibi sergilenmesi, şöhret evlerinin öldükten sonra adeta tapınak muamelesi görmesi ve sanki bir türbeymiş gibi ziyaretçilerle dolup taşması, şöhretlerin merkezi bir yere dikilen heykellerine adeta günü birlik “umre” ziyaretlerinin yapılması tam da modern insana yaraşır modern ritüeller değil mi? Bir tarikat şeyhinden beklenen kerametler, günümüzde şöhretlerden beklenmektedir. Örnek verecek olursak, kurduğu dayanışma derneği aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine yardım eden bir şöhretten adeta tayyi mekân yapmasını istiyor toplum. Aynı anda birçok işe koşabileceğine, başkalarının asla yapamayacağı işleri onun insanüstü bir gayretle yapabileceğine inanılıyor. Çoğu kez bu şöhretler, “Arkadaşlar, ben de sizin gibi insanım.” diye başlayan açıklamalar yapmak zorunda kalıyor.
Buna rağmen birçok seveni/müridi de “Evliyanın büyüğü kerametini gizleyendir.” diye düşünüyor olacak ki “Sen ne büyük, ne alçak gönüllü bir insansın…” diye methiyeye devam ediyor. Yine aynı şekilde karizmatik şöhretlerin nerdeyse ölümüne dahi inanılmıyor. Modern insan için artık birleştirici bir tanrı yoktur, o da yaşama yeni bir mana katabilmek için kült kişilikler aramakta buluyor çözümü. Saddam Hüseyin, Usame bin Ladin, Ahmet Kaya, Elvis Presley, Lady Diana… Bu saydıklarımın ölümüne milyonlarca insan inanmadı ve yüzlerce hikâye anlatıldı bunların üzerine. Çünkü şöhretler diğer insanlara, sıra dışı ve olağanüstü yeteneklere sahip bireyler olarak tanıtıldı. Geçmişte ancak bir ermişe atfedilebilecek olan bu durum, günümüzde medyanın kutsadığı süper insanlara atfedilebiliyor. Değişen ne peki?