Medine'de Cemal, Mekke'de Celal...
Mescid-i Haram’da namaz kılarak, Kur’an okuyarak,zikrederek, tavaf ve sa’y ederek ve dahi Kabe’yi seyrederek, birbirine yardım ederek ve sadaka vererek ibadet eden, kalpleri bir çarpan ve o ibadette, o tavafta bir inanç girdabı oluşturan müminleri gördükçe, “Ya Rab, müminlerin birliğini daim kıl, akıl ver, düzgün işler yapmayı nasip et” duası diline geliyor.
Havalimanında girişte bizim uçaktan başka yolcu olmamasına rağmen, üç saatlik bir giriş işlemi mücadelesinden sonra Medine-i Münevvere’ye vardık. Uzaktan Mescid-i Nebevi ve içinde Resulullah’ın (S.A.V.) merkatı görülmeye başlayınca kalplerdeki heyecan artıverdi ve bütün otobüs güzeller güzeli Efendimizi selamlaya başladı: “Esselamü aleyke yâ Resulallah… Esselamü aleyke yâ Habiballah… Esselamü aleyke yâ seyyid el evvelin vel ahirin...” Çocuklar merakla ayağa kalkarak mescidi daha iyi görmeye çalışıyor, yaşlılar gözyaşları ile selamlama yapıyor, ilk defa ziyarete gelenler daha önce gelmiş olanlara bazı sorular soruyorlar ve aynı anda gruptan sorumlu Diyanet görevlisi elinde mikrofon, Kur’an-ı Kerim’den peygamberimizle ilgili ayetler ve peygamberimizden hadisler okuyordu. Otele indikten çok kısa bir süre sonra Hatem’ül Enbiya, Muhammed Mustafa (S.A.V)’yı ziyarete gittik. Mescid-i Nebevi’nin bahçesine girdiğiniz andan itibaren büyüleniyorsunuz.
Her bir kapıdan, her yaşta, her renkte, her cinste, her durumdaki müminler akın akın mescide geliyorlar. Herkes kendi lisanınca, kendi halince peygamberine selam veriyor. Kimi göz yaşları içinde “Geldim Resulallah, şükürler olsun geldim huzuruna” diye seslenirken, bir diğeri sadece salavat getirmekle yetiniyor, bir başkası Allah’a şükrediyor, çocuklar keyifle koşuşuyor ve bazıları da hemen geldiklerini ve huzurda olduklarını görüntüleyip canlı veya fotoğraf olarak Türkiye ile paylaşıyorlar. Kadın erkek bütün grup dağılmadan Yeşil Kubbenin önünde toplanıyorlar. Grup hocası kısa bir bilgilendirmeden sonra duaya başlıyor. Bütün grup elini açıp duaya katılıyor ve o anda küçük bir elektrikli araba, içinde üç Suudi görevlisi ile birlikte geliyor. “Yallah yaa Hacii yallah…” Bunların iki noktada sıkıntıları var.
Mescidde ortak grupların toplu faaliyetlerinden ürküyorlar ve bir de ondan da önemli bir sebep ise yüzümüzü dönüp peygamberimize edeple selam vermemize ve el açıp dua etmemize “şirk” diye karşı çıkıyorlar. Bu vahhabi zihniyetin en büyük korkusu peygamber sevgisi. Peygamber ve ashabından korkuya mezarlarını dümdüz etmişler. Dünyadaki Müslümanların korkusuna Efendimizin kabrine dokunamıyorlar. Bu Amerikan muhibbi, İngiliz ayarlı Suudi rezillerin kötü muamelelerini kutsal topraklarda bulunduğunuz her zaman hissediyorsunuz. Kadınlarla erkekler ayrıldıktan sonra erkekler Efendimizin Ravza-i Mutahharesini ziyarete giriyorlar. Her milletten Müslümanlar coşku, gözyaşı ve muhabbetle selamlayarak yaklaşıyorlar. Ravzada iki rekat namaz kılmaya çalışanların yoğunluğu göze çarpıyor. Peygamberimiz, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in kabirlerinin önüne geldiğinizde yine Suudi görevlilerin şık olmayan müdahaleleri ile karşılaşıyorsunuz.
Medine-i Münevvere’de kaldığınız sürede en çok hissedeceğiniz şey huzur ve saadettir. Efendimizin beldesi insana huzurun en güzelini veriyor. Burada vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Mekke’ye giderken Mîkat noktasında ihram namazı ile birlikte ihrama giriyor ve yola devam ediyorsunuz. Mekke-i Mükerreme’ye varılır varılmaz Umre için Beytullah’a tavaf ve sa’y için gidiliyor. Mescid-i Haram’a giderken dillerde Telbiye… “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, Lebbeyke Lâ Şerike Leke Lebbeyk. İnnel Hamde venni’mete Leke Velmülk. Lâ Şerike Lek” Yani, “Buyur Allah’ım buyur! Buyur ki senin ortağın yok, emrine amadeyim buyur! Hamd sana, nimet senden ve mülk senin. Ortağın da yoktur senin…” Gözyaşları, Beytullah’a doğru çok büyük bir kalabalıkla birlikte akıp gidiyor.
Yaşlı, mecalsiz, fukara, genç, muktedir, güçlü, beyazlar içinde veya renk renk giysilerle Müslümanlar koşuyorlar Kabe’ye doğru “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk…” Bu gayreti akim kılan önemli hususlar mevcut. Beytullah’a ulaşmanızın önünde büyük engeller var. Kabe’nin hemen dibine onu boğacak şekilde reziller rezili bir kule yapmışlar. İsmine de Zemzem Tower demişler, yukarıya da bir saat koymuşlar, saatin ortasına da Allah yazmışlar. O binanın yanında Hilton Oteli, onun hemen arkasında Swiss Otel... Bununla da yetinmemişler. Peygamberimizin insanlara; “Ben size şu dağın arkasından bir düşman ordusu geliyor desem inanır mısınız?” … Sizi “Lâ ilâhe İllAllahü vahdehû lâ şerîke leh” diye şehâdet getirip îman etmeğe dâvet ediyorum! Ben de O Allâh’ın kulu ve Rasûlüyüm!” diyerek ilk açık daveti yaptığı tepeye bir saray kondurmuşlar.
Roma’da St. Pietro Katedralinin etrafına böyle yüksek bir bina yapmayı düşünemezsiniz bile… Mescid-i Haram’da namaz kılarak, Kur’an okuyarak, zikrederek, tavaf ve sa’y ederek ve dahi Kabe’yi seyrederek, birbirine yardım ederek ve sadaka vererek ibadet eden, kalpleri bir çarpan ve o ibadette, o tavafta bir inanç girdabı oluşturan müminleri gördükçe, “Ya Rab, müminlerin birliğini daim kıl, akıl ver, düzgün işler yapmayı nasip et” duası diline geliyor. İnandığım şu ki, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Haram’ın idaresi Suudilerden alınmalı. Ortak bir oluşum mu olur, tek başına biz mi idare ederiz bilmiyorum ama ikisi de bugünkünden güzel olur. Mekke-i Mükerrem’de hayat Medine’den daha zor ve daha gergin geçiyor. Tavaf, Sa’y, daha büyük kalabalıklar, daha yoğun bir program… Medine’de hissettiğiniz dinginliğin yerini burada bir gerginlik, bir huzursuzluk hali alıyor. O zaman büyüklerimden duyduğum bir söz hatırıma geliyor: “Cenab-ı Allah Medine’de Cemâl, Mekke’de Celâl sıfatları ile tecelli eder.” Kim bilir, Efendimizin Mekke hayatının hep mücadeleler ve kahır, Medine hayatının ise kucak açma ve kabrinin orada olması ile de ilgili olabilir bu durum.