Kuru soğandan ıstakoza, Yeşilçam'dan bugüne filmlerde zenginlik ve göstergeler
Eşyanın zıddı ile kaim olması kabulünün yöntem olarak sinemada ne gibi zenginliklere yol açabileceği meselesi Yeşilçam’da çok da zihinlerde dolaşmamıştır. Doğrudan anlatmak gibi bir kolaycılık hâkimdir Yeşilçam’da. Zira Yeşilçam, küçük Hollywood’dur. Yani ticari sinemadır. Bu tahkir değil, tespittir sadece. Hâl böyle olunca elbette ayrı bir anlatı alanı ortaya çıkacaktır. Bağımsız sinema böyle oluşur. Bütün dünyada da aynı şekilde vuku bulmuştur.
Filmleri ticari ve bağımsız olarak ayırdığımızda insanın mal/para/kapital ile imtihanı konusunun ele alınışı da farklılık gösterir. Bağımsız sinemacı genel olarak muhalif olduğundan, bunu da iktidardaki partiye şeksiz şüphesiz muhalefet etmek olarak algıladığından, sınıfsal ve ekonomik meselelerin ele alınması da ideolojik kalıyor.
Mesela son dönemin en ‘düşmancıl’ filmi bence “Hayaletler” idi. Çünkü filmi yapanların kaba ideolojik angajmanları, karakterlere yaklaşımı da etkilemiş ve karikatürize hâle getirmiştir. Filmde yer alan muhafazakâr karakter, sürekli “yeni Türkiye” vurgusu yapıyor. Sakallı, pahalı saat takmış, sonradan görme bir tip. Yeşilçam’daki “sahtekâr imam” kalıbının güncel versiyonu olacak kadar habis bir kurgu.
Evet, Yeşilçam’da da zenginlik ve sınıf meselesinin ele alınışı çeşitli imajlar etrafında dönerdi. Komedi filmlerinin tamamı sınıfsal idi. İşçi, köylü ya da şehre göçmüş ana karakterler etrafında zenginlik ve dolayısı ile şatafata işaret edilirdi. Öyle ki, aşk hikâyeleri bile “zengin kız-fakir oğlan” klişesini doğurmuştu.
“Bizim Aile” filminde Yaşar Usta’nın (Münir Özkul) fabrika sahibine karşı tiradı Yeşilçam’ın zenginlik meselesine bakışını anlatıyordu. Mühim olan insan kalmaktı. Bugünkü filmler ise zengin olmak için neredeyse her yolun mübah olduğundan bahseder. Yeşilçam sineması tasarrufu telin eder ve bunun da ailenin bir arada olmasıyla mümkün olacağını söyler. Günümüz dizileri ve filmlerde ise bu denli kutsanmış bir aile görmek mümkün değil. Zira bireysellik her şeyin önüne geçti. Yeşilçam, “herkesi sev” derken, günümüz filmleri “kendini sev” diyor. Çünkü günümüz ideoloji ve sosyolojisi de bunu salık veriyor.
Yeşilçam’da zenginlik göstergesi olarak apartmanlar, köşkler ve arabalar vardır. Bugünkü filmlerde ise arabanın markası ve modeli önemlidir. Zira toplumun yarısından fazlasının arabası vardır zaten. Köşk meselesi ise değişti elbet. Artık rezidans zenginlik göstergesi. Apartmanın bir hükmü kalmadı.
Kapıcılar Kralı, Banker Bilo gibi filmlerde apartmanda dairesi olan zengindir. Fakiri temsil eden kişi kapıcıdır. Akrabası da şehrin varoşlarında bir yerlerde tek katlı, müstakil gecekonduda yaşamaktadır.
Filmlerdeki göstergeler zamanın ruhuna göre değişiyor. Yeşilçam’da zenginliğin/ fakirliğin göstergesi olan yemekler ile günümüzdeki masalar farklı. Eskiden kuru fasulye ve yanında elle kırılan soğan fakirliğin yanında Anadolu insanını temsil ederken, bugün tencere kaynatmak yeterli. Hatta bugün “organik tarım” denilerek zengin derdi hâlinde peşinden koşulan şeyin köylerde yaşaması da ilginç bir nüans. Çok eskilerde pirzola tarzı şeyler yemek zenginlik göstergesi iken bugünlerde ıstakoz tarzı yemekler kullanılıyor. Bir dönem çay/meyve suyu ile şarap/şampanya arasında dönen zıtlık da şimdilerde kahve ve çay arasında irdeleniyor.
Bir filmde yer alan hiçbir şey sebepsiz olamayacağı gibi sonuçsuz da olamaz. Kullanılan her şeyin bir anlamı vardır. Yönetmen bunun için yapmamışsa bile bir mana doğar. Bugün siyasiler bu zenginlik göstergesi konusunda içinde bulunduğu duruma benziyor. Belki çok varlıklı birisiniz. Aileden böylesiniz. Ama zenginlik göstergesi olacak herhangi bir şey temsil ettiğiniz politik adres açısından mana doğurur. Bir politikacı ile yönetmenin bu bağlamda aynı hassasiyeti gözetmesi çok ilginç değil mi?